Şamil | Kategoriler | Konular
Cemaat namazı
CEMÂAT NAMAZI
Cemâat; topluluk ve toplanma, bir araya gelme demektir.
Cemâat namazı; bir araya gelen müslümanların
bir imama uyarak topluca kıldıkları namaza denilir.
"Dinin direği" olarak tanımlanan ve
İslâm'ın beş şartından birisi olan beş
vakit namazın, İslâm'ın cemâate verdiği önemden
dolayı, toplu olarak edâ edilmesi gerekmektedir.
Cemâatla namaz kılmak Kitap, Sünnet ve İcmâ
ile sabittir. Cenâb-i Hak Peygamberimiz'e hitaben şöyle buyurur:
"Sen müminler arasında bulunup onlara namaz
kıldıracağın zaman onlardan bir kısmı
seninle beraber olsun." (en-Nisâ, 4/102). Hz. Peygamber (s.a.s.) de
cemâatle namazın faziletini şöyle açıklamıştır.
"Cemâatle kılınan namaz, bir insanın tek
başına kıldığı namazdan yirmi yedi derece
daha faziletlidir. " (Buhârî, Ezan 30; Salât 87; Müslim, Mesâcid
245; Ebû Davud, Salât 48; Tirmizî, Salât 47). Başka bir rivayette
bu fazilet yirmibeş derece olarak ifade edilmiştir. (İbn Mâce,
Mesâcid, 16). Ayrıca Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Bir kimse güzelce abdest alır, sırf
namaz için câmiye giderse, camiye varıncaya kadar atmış
olduğu her adıma mukabil bir derece yükselir ve bir günahı
silinir." (Ebû Davud,'Salât,8).
Cemâatın teşekkül etmesi için en az iki kişi
gereklidir. Bu da imamla birlikte bir kişinin daha bulunmasıyla
olur. Peygamber (s.a.s.)'in "İki ve daha yukarısı cemâattır.
" (Buhârî, Ezan 35) sözünden bunu anlıyoruz.
Cemâatın gerçekleşmesi için bu iki kişiden
birinin imam olması, diğerinin de buna uyması gerekir.
İmama uyan şahıs ister erkek, ister kadın, isterse
âkil çocuk olsun farketmez. Çünkü Peygamber (s.a.s.) iki kişiyi
"cemâat" diye adlandırmıştır. Deli ve âkil
olmayan çocuk cemâat olarak kabul edilmez. Zira bu ikisi namaz kılmakla
yükümlü değildirler ve adetâ yok hükmündedirler. (el-Kâsânî,
Bedâiu's-Sanayi, Beyrut 1394/1974, I, 156).
Beş vakit farz namaz ile teravih ve küsûf
namazları gibi sünnetler cemâatle kılınabileceği
gibi münferid olarak da kılınabilir. Ancak cuma namazı ile
bayram namazlarının cemâatle kılınması
şarttır. Zira bu iki namazın sıhhatinin
şartlarından biri de cemâattir.
Bayram namazları için imamla birlikte bir kişinin
daha bulunması yeterlidir. Cuma namazı için ise bu sayı
-imam hariç- ikiden az olamaz.
Kadınların kendi aralarında cemâatle
namaz kılmaları caiz olmakla birlikte mekruhtur. Bu durumda imam
olan kadın ön safın ortasında yer alır. (el-Mergînânî,
a.g.e., I, 56).
Genç kadınların, erkeklerle
kılınan cemâat namazına gitmeleri de (fitneye sebep
olduğu takdirde) mekruhtur. Ancak ihtiyar kadınlar için bir sakınca
yoktur. (el-Merginânî, a.g.e., I, 57).
Cemâatle namaz kılan sadece iki erkek ise, imam
kendisine uyan kişiyi sağ tarafında durdurur. İki
kişiye imam olduğu takdirde onların önüne geçer.
İmamdan başka bir erkek ve bir kadın bulunursa erkek
imamın sağında, kadın imamın arkasında biraz
geride durur. İki erkek ve bir kadın bulunursa, erkekler
imamın arkasında saf olur, kadın da bu iki erkeğin
arkasında durur. Erkeklerin bir kadına veya çocuğa
uymaları, arkalarında namaz kılmaları caiz
değildir. (Merginânî, I, 56).
Safların sık ve düzgün olması,
omuzların birbirine bitiştirilmesi, Peygamberimiz (s.a.s.)'in
üzerinde önemle durduğu bir husustur. Bunun için imamın
namaza başlamadan önce safları kontrol etmesi gerekir.
İmam olan kimsenin normal olarak orta bir sürede
namazı kıldırması gerekir. Uzatarak cemâatı
bıktırması veya kısaltarak acele etmesi uygun
değildir. Ancak belli bir cemâatin, namazlarının
uzatılmasını istemeleri halinde namazın
uzatılmasında bir beis yoktur.
Cemâat namazında kadınlarla küçük
çocuklar bulunursa, sırasıyla en önde erkekler, sonra kadınlar,
en arkada da çocuklar dizilir. Erkek imama uyan kadının,
aralarında bir perde vs. olmadan imamın yanında
durması erkeğin namazını bozar. (el-Mergînânî,
a.g.e., I, 57).
Rasûlullah (s.a.s.) cemâat namazının
faziletini çeşitli vesilelerle dile getirmiş, kendisinden bu
konuda bir çok hadis işitilmiştir. Bunlardan bazıları:
"Adamın cemâatle kıldığı
namaz, evinde veya çarşısında kıldığı
namazdan yirmi küsür derece fazladır." (İbn Mâce,
Mesacid, 16).
"Adamın cemâatle kıldığı
namaz, kendi başına kıldığı namazdan
yirmiyedi derece üstündür. " (Buhârî, Ezân 29; Müslim,
Mesâcid, 249; el-Muvatta, Cemâa, 1; İbn Mâce, Mesâcid, 16).
"Eğer halk yatsı ve sabah
namazlarındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek dahi olsa cemâate
gelirlerdi. " (İbn Mâce, Mesâcid, 18)
"Kim yatsıyı cemâatle kılarsa,
gecenin yarısını ibadetle geçirmiş gibi olur. Kim hem
yatsı hem de sabahı cemâatle kılarsa, bir geceyi ibadetle
geçirmiş gibi olur" (Ebû Davûd, es-Salâ, 45).
Peygamber (s.a.s.), bir taraftan cemâatle namaza teşvik
ederken, diğer yandan cemâati terkedenleri şöyle yermektedir:
"Vallahi içimden öyle arzu ediyorum ki, namaza
durulmasını emredeyim de ikâme edilsin, sonra bir adama
emredeyim halka namaz kıldırsın. Bu emirden sonra
beraberinde odun demetleri olan bir kaç' adamı, cemâate gelmeyen
gurüha götürüp de üzerlerine evlerini cayır cayır
yakayım. " (el-Muvattâ', Cemâa 3; İbn Mâce, Mesâcid,
17).
"Vallahi bazı kavimler cemâatleri
terketmekten vaz geçecekler ya da Allah onların kalblerini mühürleyecektir.
Sonra da muhakkak gafillerden olacaklardır. " (İbn Mâce,
Mesâcid, 17).
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) zamanından günümüze
kadar namaz bu üstün faziletinden dolayı cemâatle edâ edilmiş,
bu maksat için inşa edilen camiler de, ifâ ettikleri daha bir çok
fonksiyonlarıyla birlikte sosyal birer kurum haline gelmişlerdir.
Cemâatle namaz, Hanefi mezhebine göre sünnet-i müekke'de; Şâfiî
mezhebine göre, farz-ı kifâye -sünnet-i müekke'de-; Mâliki
mezhebine göre, sünnet-i müekke'de-farz-ı kifâye: Hanbeli mezhebi
ve Dâvud ez-Zahirî'ye göre ise; farz-ı ayın'dır. (Tecrid-i
Sarih Tercümesi, II, 604).
Cemâata katılmak için; başkalarıyla
namaz kılmağa gücü yetmek, çıplak olmamak ve mûkim
olmak şartları aranmaktadır. Bir kimse evinde hanım ve
çocuklarına imamlık yaparsa, cemâatın faziletini elde
edebilir ve sevap kazanabilir. Fakat camide cemâtla kılmak daha çok
sevabı gerektirir. Cemâat,herhangi bir yerde alenen edâ edilmediği
takdirde, evlerde ve dükkânlarda ilân edilmeden kılınan namaz
gibi,halkı cemâat sorumluluğundan kurtaramaz. Cemâatla namaz kılmayan
bir yöre halkını önce ezân ile cemâat olmaya dâvet etmek
gerekir. İslâm'ın hakim olduğu toplumda müslümanlar eğer
bu davetle cemâate gelmezlerse, onları cemâate katılmaya
zorlamak için şiddete başvurmak gerekir. Cemâati çok olan
câmide cemâatle namaz kılmak daha efdâldir. Ancak imamı ehl-i
bid'attan olursa, yani onun küfrünü değil, fıskını
gerektiren bir hal bulunursa o zaman cemâati az olan câmiye gitmek daha
iyidir. Cemâatla namaz kılmak için camiye gitmeye engel olan bazı
mazeretler vardır ki bunlara fıkıhta: "Cemâate
gitmemeyi mübah kılan özürler" denilir. Bu mazeretler
şunlardır:
-Yürüyemiyecek kadar hasta olmak, felçli olmak,
ihtiyar olmak, kör olmak, kolu, ayağı kesik olmak.
Bunların dışında herkesin kendi
durumuna göre meşrû sayılan önemli mazeretleri de cemâata
gitmemeyi mübah kılabilir. Evde hastasının
başında bulunması gereken kişi v.s. gibi. Cemâatle
namazda kendisine uyulan kimseye imam*; vazifesine imamet* ; cemâatin
imama uymasına iktida*; imama uyanlara muktedi*; muktedilerin meydana
getirdiği düzgün sıraya da saf* denir. Cemâat saf halinde
namaz kılarken hareketlerini imamdan sonra yapmak zorundadır.
Meselâ rükûa varışta, rükûdan kalkışta, secdeye
varışta vb. imamı takip eder. İmamdan başka bir
kişi bile olsa cemâatla namaz kılınabilir.
Şüphesiz cemâat namazı, ferdî olarak kılınan
namazlardan sevap bakımından daha üstündür. Müslümanları
bir araya getirmesi, onlara dayanışma ruhu
aşılaması, faziletlerinden bazılarıdır. Bu
faziletleri maddeler halinde şu şekilde sıralamak mümkündür.
1-Vaktin evvelinde namaza gitmek, 2- İslâm
şiârını açığa vurmak, 3- İbadet üzerinde
toplanarak yardımlaşmakla şeytanı çileden çıkarmak,
4- İbadete karşı gevşekliği
olanın canlanması,
5- Münâfıklık vasfından ve süizandan
selâmette bulunmak,
6- Komşular arasında kaynaşma düzeninin
kurulması,
7- Namaz vakitlerinde semt sakinlerinin
buluşmaları,
8- Müslümanlar arasında bulunması gerekli
olan birlik ve beraberliğin örnek bir misâlini vermek ve pekiştirmek.
(İbn Mâce Terceme ve Şerhi, II, 632).
Halid ERBOĞA