Şamil | Kategoriler | Konular

Cehmıyye

CEHMİYYE

Cebriyye mezhebinin önde gelen kollarından biri.

Cehmiyye fırkası, ismini kurucusu Cehm b.
Safvân (ö. 128/745)'dan almaktadır. Cehmi'den, mezhebler tarihi
kaynaklarında çeşitli vesilelerle oldukça fazla söz
edilmektedir. Cehm b. Safvan'ın hayat seyri ve şahsî görüşlerinin
fırka üzerinde büyük etkisi vardır.

Cehm b. Safvan, Halku'l-Kur'an (Kur'an'ın
yaratılması) meselesinde, Kur'an-ı Kerîm'in yaratılmış
olduğunu ilk defa ortaya atan ve Allah'ın
sıfatlarını nefyeden Ca'd b. Dirhem'in talebelerindendir.
Ca'd b. Dirhem, Hz. İbrahim'in "Allah'ın dostu"
olduğunu ve "Allah'ın Hz. Musa'ya hitabı"nı
inkâr ettiği için Basra Valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî tarafından
124/741 yılında bir nevî kurban edilerek öldürülmüştür.
(İbnu'n-Nedîm, el-Fihrisî, Leibzig 1870, s. 337; ez-Zehebî,
Tezkiretü'l-Huffâz, Haydarâbad I955, Il, 621).

Cehm, Horasan kumandanı el-Haris b. Süreyc'in
idaresinde kâtiplik ve dahilî yardımcısı hizmetlerde
bulunmuştur. Kendi görüşlerini yaymak maksadıyla
zamanın sultanına bile karşı geldi ve nihayet Müslim
b. Ahvez el-Mazenî onu Emevîlerin son zamanlarına tekabül eden
128/745 yılında Merv'de öldürdü. Cehm'in görüşleri
daha çok Tirmiz ve Merv civarında yayılmıştı.

Cehmiyye'nin tesirinde ortaya çıkan Cebriyye
fırkası, esas itibariyle ikiye ayrılır:

Birincisi: Cebriyye-i Hâlisa, ismiyle tanınan
gruptur ki, bunlar fiilin işlenmesinde kula hiç bir kudret tanımazlar.
Bu fırkaya göre fiil tamamen Allah tarafından işlenir. Kul
bunlara göre tamamen sorumsuzdur.

İkincisi: Cebriyye-i Mutavassıta' dır.
Bunlar birincilerden biraz daha ılımlıdırlar. Kula bir
kudret tanırlar; ancak, bunun fazla büyük bir etkisi yoktur. Bir
nevî kulun kudreti temsilen vardır, derler.

İşte Cehmiyye fırkası, bunlardan
birinci gruba, yani Cebriyye-i Hâlisa' ya girer. Cehm b. Safvan tam bir
Cebriye-i Hâlisa'ya mensub kişi idi ve görüşlerini bu
fikirler üzerine binâ etmişti. (eş-Şehristânî, el-Milel
ve'n-Nihal, Beyrut 1984, I, 85).

Şimdi de, Cehmiyye'nin görüşlerini tek tek
inceleyelim. Cehmiyye, esas itibariyle Cebriyye mezhebinin görüşlerini
paylaşmakla beraber, aynı zamanda ezelî sıfatların
nefyi konusunda da Mutezile ile uyum sağlamaktadır. Bu
benzerliklerin dışında Cehmiyye'nin bazı farklı görüşleri
vardır ki, bunları şöylece sıralayabiliriz:

1-Yüce Allah'ı yaratıkların
sıfatlarıyla vasıflandırmak caiz değildir. Zira
bu durum, teşbihi, yani Allah'ı kula benzetmeyi beraberinde
getirir. Bundan dolayı, Allah'ın Hayy (diri) ve Alîm sıfatlarını
nefyettiler. Fakat, Allah'ın Kâdir (her şeye gücü yetmesi),
Hâlik (yaratıcı), Mûcid (var eden), Muhyî (hayat veren),
Mumît (öldüren) ve Fâil (yapan) sıfatlarını kabul
ettiler. Çünkü yaratıklar bu kabul edilen sıfatlar ile
vasıflandırılamazlar. Bu vasıflar sadece Allah'a
mahsustur. (el-Bağdadi, el-Fark Beyne'l-Fırâk, Beyrut (t.y.),
211-212; Şehristânî, a.g.e., I, 86-87).

2-Yüce Allah'ın ilmi ve kelâmı hâdistir.
Bu konuda şöyle söylerler: Allah'ın, herhangi bir şeyi
yaratmadan önce bilmesi caiz değildir. Yani ilim ve yaratma onlarca
eşittir. Çünkü, şayet Allah önce bilip sonra yaratsaydı,
bu durumda Allah'ın ilmi ya olduğu üzere bâki olmuş
olurdu, ya da olmazdı. Eğer olduğu üzere bakî olmuş
olursa, yani ilk olduğu, ilk hali üzere devam ederse ve herhangi bir
ilâve olmamış olursa, Allah cahil olmuş olurdu. Çünkü,
ilim sahibinin ilmi daima gelişmeli ve artmalıdır.
Eğer olduğu gibi bâki olmamış olup, ilk hali üzere
devam etmez ise o zaman da Allah'ın ilmi değişmiş
demektir. Değişen şey ise mahluktur, kadîm değildir,
hâdistir. Böylece Allah'ın ilmi hadis olmuş olur.

Bu izah Allah'ın ilmi için yapılmıştır.
Kelâmı ise aynı şekilde bunlara göre hâdistir. Dolayısıyla
Kur'an mahluktur" derler.

3- İnsan bir şey yapmaya kadir değildir.
İnsanın bir şey yapabilme gücü yoktur. O fiillerinde
mecburdur, kendisi hakkında yaratılan ve yazılan fiilleri
yapmaya mecburdur. O'nun ne kudreti, ne iradesi ve ne de ihtiyârı
yani hürriyeti vardır. Zira, Yüce Allah dışında
kimsenin ne fiilî ne de ameli vardır. Ameller insanlara ancak mecâzen
nisbet edilir. Nasıl ki, ağaç meyva verdi, su aktı,
taş hareket etti, güneş doğdu ve battı, yağmur
yağdı derken burada sözü edilen özneler o fiilî aktif olarak
yapmamışlar, fakat bu fiiller onlara nisbet edilmiştir.
İşte, bunun gibi insana da mecâzî olarak insan şu veya bu
şeyi yaptı deriz. Burada esas fiilî yapan insan değildir,
fakat ona nisbet edilmiştir. O fiilî ona Allah yaptırmıştır.
Dolayısıyla insanın bir sorumluluğu yoktur.
İnsanın bütün fiilleri bir zorlama sonucu olduğuna göre,
sevap ve ikâp da bir cebr sonucudur. İnsan, tıpkı rüzgar
önünde iradesiz kayıp giden bir yaprak gibidir.

4- Cennet ve Cehennem son bulacaktır. Cennet'e
girenler, oradaki nimetlerden bir müddet istifâde ettikten, Cehennem'e
girenler de belli bir müddet oradaki azabı tattıktan sonra
Cennet ve Cehennem'in sonu gelecektir. Onlar da son bulacaklardır,
daimî bir ebedîlik söz konusu değildir. Çünkü biz, evveli
olmayan bir sonsuzluk düşünemediğimiz gibi, sonu olmayan bir
sonsuzluk da düşünemeyiz. Kur'ân' da sık sık geçen
Cennet ve Cehennem ehli için sözü edilen "... orada ebedî olarak
kalacaklardır" (Birkaç örnek için bkz: Tâhâ, 20/76; Teğâbun,
64/9) ayetlerindeki "ebedîlik" sözünü hakiki bir ebediliğe
değil de, te'kid ve mübalağaya hamlederler. Cennet ve
Cehennem'in daimî olmayacağına da şu ayeti delil
getirirler: ...Mesut olanlar ise Cennettedirler. Rabbi'nin dilemesi bir
yana, sonsuz bir lütuf olarak, gökler ve yer durdukça, orada temelli
kalacaklardır." (Hûd, 11/108) Onlara göre bu ayette "gökler
ve yer durdukça" ifadesi bir şartı ve istisnayı ifade
eder. (Şehristâni, a.g.e., I, 88).

5- Kim Allah'ı hakkıyla bilir ve tanır,
daha sonra lisanıyla inkâr ederse, o bu inkârıyla küfre düşmüş
olmaz. Çünkü, ilim ve marifet inkâr ile zâil olmaz. O kişi mümindir.
Kısacası; iman yalnızca yüce Allah'ı bilmek; küfür
ise yalnızca O'nu bilmemektir. İman; tasdik, ikrâr ve amel diye
kısımlara ayrılmaz, o sadece hakkıyla ma'rifettir.
Aynı zamanda, peygamberlerin ve diğer insanların
arasında iman bakımından bir fark yoktur. Çünkü, marifet
birbirinden farklı olmaz. (Şehristâni, aynı yer.)

6- Allah'ın âhirette görülmesi caiz değildir.

Ayrıca; bu farklı görüşlerin
dışında, nakil olmadan, akılla iyi ve kötünün
bilinebilmesi yani husn* ve kubuh* meselesinde de Mu'tezile' ile uyum
göstermişlerdir.

Abdulkâhir el-Bağdadî (öl. 429/1037), ana
hatlarıyla görüşlerini vermeye çalıştığımız
Cehmiyye fırkasını yetmiş iki fırkadan birisi
olarak kabul eder. Bu ayrıma göre; Râfızîler yirmi fırka,
Haricîler yirmi fırka, Kaderiyye yirmi fırka, Mürcie on fırka
olarak, Cehmiyye ve Kerramiye ise başlı başına birer
fırka kabul edilir. Sonuçta da yetmiş iki fırka
tamamlanmış olur. (Bağdâdî, a.g.e., 25).

Cehmiyye fırkası
canlılığını Hicrî beşinci asırda bile
sürdürmüştür. Daha çok Nihavend taraflarında
yaygındı. İsmail b. İbrahim eş-Şirâzî
bunları Eş'ariyye mezhebine davet etti. Cehmiyye'den bir
kısmı bu daveti kabul ederek ehl-i Sünnet arasına
katıldılar.

Cehmiyye fırkası, yukarıda sayılan
görüşlerinde, özellikle Kur'an'ın mahluk olması
meselesinden ve Allah'ın ilminin hâdis olması hususundan
dolayı ağır tenkitlere ve saldırılara
uğramıştır. Birçok eserin Cehmiyye'ye reddiye olarak
yazıldığı bilinen bir husustur. Meselâ, Ahmed b.
Hanbel: "Kim Kur'an'ı okumanın yaratılmış
olduğunu düşünürse o bir Cehmîdir ve Cehmî de bir kâfirdir"
demiştir. (İbn Ebî Ya'la, Tabakâtü'l-Hanâbile Kahire 1952,
I,142) Yine ilk devir âlimlerinden el-Âcurrî (ö. 360/970) rü'yet ile
ilgili yazdığı eserini bir nevî Cehmiyye'ye cevap olarak
ortaya koymuş ve bir yerde "Her kim kitap ve sünnete muhalefet
eder, Cehm, Bişr el-Merîsî ve benzerlerinin görüşlerine
razı olursa, o, kâfirdir" demekte ve bunu sık sık
tekrarlamaktadır. (el-Âcurrî, Tasdîku'n-Nazar bi'n-Nazar
İlallâhi Teâla fi'l-Âhireti, Beyrut 1988, 34).

Her konu belli bir hassasiyeti ve dikkati
gerektirmektedir. Ancak, itikâdî hususlar daha farklı bir özelliğe
sahiptir. Zira burada sözkonusu edilen hususlar kişinin hem
yaşayışını hem de âhiret hayatını
etkileyecek inanç esaslarıdır. Müslüman, dinini, iman esaslarını,
bilmesi gerekenleri iyice öğrenmeli; eksik kalan yönlerini vakit
geçirmeden tamamlamalıdır. Neyin doğru ve neyin
yanlış olduğunu, kabul ve reddedilen hususları iyice
bilmelidir. Dolayısıyla kendisini zararlı fikirlerden
korumalıdır.

Abdurrahim GÜZEL


Konular