Şamil | Kategoriler | Konular

ücret

ÜCRET

Ücret, kira. Ayni kökten "ecr" de; ücret,
karşılık, mükâfat, çeyiz, mehir demektir. Çoğulu
"ücur" dur. Bir terim olarak; yapılan bir iş için
belirlenen bedeldir. İşçi çalışması
karşılığında ücrete hak kazanır: Işçi,
özel ve ortak işçi olmak üzere ikiye ayrılır. Özel işçi;
bir kişi adına belirli süre çalışan kimsedir. Bunun
hükmü şudur: Özel işçi işverenden başkası için
çalışamaz, çünkü mesai saatlerini ona ayırmıştır.
Ortak işçi ise; boyacı, demirci, kaynakçı gibi herkese
iş yapan kimsedir. Bir kimse onun başkasına iş
yapmaktan men edemez (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', IV, 174;
İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 200; Zeylaî, Tebyînü'l
Hakâik V,132 vd).

Özel işçi çalışmasa bile çalışma
saatleri içinde işin başında hazır bulunmakla ücrete
hak kazanır. Tarım ve fabrika işçileri ile devlet memurları
özel işçi niteliğindedir. Mezhep imamları özel işçinin,
iş konusu telef olduğu takdirde onun bunu tazmin yükümlülüğünün
bulunmadığı konusunda görüş birliği içindedirler.
Çünkü onun eli vekil ve mudârib gibi emanet elidir. Nitekim bir kimse
bir terziyi veya bir demirciyi bir gün veya bir ay süreyle yalnız
kendisi için çalışmak üzere tutsa, iş konusu onun elinde
helâk olsa tazmin etmesi gerekmez. Ancak bu telefte kasıt veya
kusurunun bulunmaması gerekir. Bu şeyin elinin altında iken
veya çalışması sırasında helâk olması
sonucu değiştirmez.

Ortak işçi ise herkese iş yapar ve işi
yaptıkça ücrete hak kazanır. Özel işçiden farklı
olarak kendini işe teslim etmekle yükümlü değildir. Sanatçı,
boyacı, çamaşırcı gibi.

Ebû Hanîfe, Züfer, Hasan b. Ziyâd, Hanbelîlerden
sahih görüşe göre, Şafiilerden iki görüşten birisine göre,
insan bozulması sebebiyle aksine fetva verilmediği sürece,
özel işçi gibi ortak işçinin eli de emanet eli sayılır.
Kasıt veya kusuru olmadıkça teleften dolayı sorumlu olmaz.
Çünkü prensip olarak kasıt ve tecavüz olmadıkça teleften
tazminat cereyan etmez. Kur'ân-ı Kerîm'de saldırının
ancak zulüm yapana karşı olabileceği şöyle ifade
buyurulur: "Fitneden eser kalmayıncaya, din de yalnız
Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse,
artık zalimlerden başkasına hiçbir husumet yoktur"
(el Bakara, 2/192).

Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve başka bir
rivayette Ahmed b. Hanbel'e göre, ortak işçinin eli tazmin elidir.
O elinde helak olan şeyi kasıt veya kusuru bulunsun veya
bulunmasın tazminle yükümlü olur. Ancak helakın genel su
baskım ve yangın gibi kaçınılması mümkün
olmayan bir afet sonucu olması durumu müstesnadır. Delil, Hz.
Ömer'in ve Alî (r.a)'in uygulamalarıdır (el-Kâsânî, a.g.e.,
IV, 210; İbnü'l Hümâm, a.g.e., VII, 201; es-Serahsî, el-Mebsût,
XV,103; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 487).

İşi yapmayı ve meydana gelecek
zararı yukarıdaki ölçüler içinde karşılamayı
üstlenen işçinin emeğinin karşılığı
olan ücret İslâm'ın çok önem verdiği bir unsurdur. Hz.
Peygamber'in, iş akdinde ücretin miktarının belirlenmesini
(Nesaî, İcâre, II; Zeyd b. Alî Müsned, H. No: 654) ve teri
kurumadan işçiye ücretinin ödenmesini istemesi (İbn Mâce,
Rehin, 4) bu hakkın önemini ortaya koymaktadır.
İşveren genel olarak ekonomik bakımdan daha güçlü olduğu
için işçiyi korumak amacıyla düzenleyici hükümler getirilmiştir.

Hanefî ve Mâlikîlere göre, ücrete mücenet iş
akdiyle hak kazanılmaz. Ancak peşin verileceği şart
koşulmuş veya iş yapılmış olursa ücret
isteme hakkı doğar. Hanefî hukukçularından el-Kâsânî
(ö. 587/1191) ücrete üç durumda malik olunacağını söyler:
Peşin verileceğinin konuşulması, şart
koşulmadığı halde peşin ödenmesi veya işin
yapılmış olması (el-Kâsanî, a.g.e., VI, 202;
el-Merginânî, el-Hidâye, II, 232; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, IV, 413).

İşçi belirlenen süre kadar çalışmamışsa
çalıştığı kadar ücrete hak kazanır (Ali
Haydar, Düraru'l-Hukkâm, I, 929; Mecelle, madde 580).

Ücretin miktarı: İşçi ücretlerini
belirleyen bir ayet veya hadis yoktur. Ancak nasslarda adaletli bir
ücretin belirlenmesi için bazı ölçüler verilmiştir.
Çünkü işin niteliği, işçinin kalifiye oluşu, belde,
sosyal ve ekonomik şartlar ücretin miktarı üzerinde etkili
olan unsurlardır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Şüphesiz
Allah adâleti, iyiliği ve yakın hısımlara muhtaç
oldukları şeyleri vermeyi emreder" (en-Nahl, 16/90); "Ölçü
ve tartıyı tam yapın. İnsanlara mal ve ücretlerini
eksik vermeyiniz" (el-A'raf; 7/85).

Bütün iş ve meslekler eşit emek, eşit
yetenek gerektirmediği, iş risklerinin farklı olması
gibi nedenlerle işçinin eşit ücret alması gerekmez. Meselâ;
bir inşaat işçisi özel bir eğitim ve yeteneğe gerek
olmaksızın çalışabilir. Fakat aynı
inşaatın mühendisi, fayans, mermer veya parke döşeyicisi
ise özel eğitim ve beceri ile işini yapabilir.

İş akdinde ücretin akit. sırasında
belirlenmiş olması gerekir. Aksi halde iş akdi fasit olur,
işçi bu şekilde çalışmış olursa emsal
ücrete hak kazanır.

Ücret miktarının işçinin ve bakmakla
yükümlü olduğu kimselerin yaşayabilmek için yapmak zorunda
oldukları masrafları karşılayacak ölçüde olması
gerekir. Çünkü erkek bir işçinin eş ve çalışmayan
çocuklarının geçim masraflar bu işçiye vaciptir.

Hz. Peygamber bir işçi veya memurun emeğinin
karşılığı için şu esası
getirmiştir: "Kim bizim bir işimize tayin olunursa, evi
yoksa ev edinsin, eşi yoksa eş, hizmetçisi yoksa hizmetçi ve
biniti yoksa binit edinsin. Kim bunlardan fazlasını isterse ya
hiynet etmiştir. Ya da hırsızdır" (Ebû Davud,
İmare, 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 299).

Burada işçi ve ailesi için bir hayat standardı
belirlenmektedir. Buna göre; işçi yapacağı tasarruflarla
mesken edinebilmeli, bekarsa evlenebilmeli, hizmetçi edinebilmeli, binit
alabilmelidir. Çünkü bunlar yeme, içme ve giyim harcamaları
yanında medeni bir insanın tabii ihtiyacı olan
unsurlardır (bk. Hamdi Döndüren, Günümüz Ekonomik Problemlerine
İslmî Yaklaşımlar, İstanbul,1988, 175,176).

Emevi halifelerinden Ömer b. Abdilazîz (ö.101/720) işçi
ve memur kesimine şöyle demiştir: "Herkesin
barınacağı bir evi, hizmetçisi, düşmana
karşı yararlanacağı bir atı ve ev için gerekli eşyası
olmalıdır. Bu imkânlara sahip olmayan kimse borçlu sayılır
ve zekat hazinesinden destek sağlanır" (Ebû Ubeyd,
el-Emval, thk. Muhammed Halîl Hurrâs, Kahire, 1388/1968, 556)..

İşçiye yukarıdaki ölçüler içinde
adaletli ücret belirledikten sonra, paranın. değerinin düşmesi
ve eşya fiyatlarının yükselmesi oranında belli dönem
sonlarında ücret ve maaşları arttırmak gerekir. Bu
tam olarak yapılabildiği takdirde emeği ile geçinen
kesimin hak arama, sendikalaşma ve işverene karşı
katı ve sert tutum içine girme temayülleri ve işçi
istismarları sona ermiş olur. Ancak böyle bir adalet düzeni
kuruluncaya kadar zayıf durumlarda olan emek işçilerinin
güçlü durumdaki işveren kesimine ezdirilmemesi için devlet denge
unsuru olmalıdır.

İbadet ve Taat Karârlığında Ücret
Almak

İbadet sözlükte "kullukta bulunmak"
demektir. Terim olarak, yapılmasında sevap olan ve iyi niyetli
yapılan bir amel olup, Allah Teâlâ'ya ta'zm için yapılır.
Namaz kılmak, oruç tutmak gibi. Genel anlamda, Cenab-ı
Hakkın hoşnut ve razı olduğu bütün ameller ibâdet
sayılır. Yol, köprü ve çeşme yaptırmak gibi.
İbâdet ve taat kelimeleri eş anlamlı olarak
kullanılır: Ancak tâat daha geniş anlamlıdır. Sözlükte
itâat, boyun eğmek ve dini emirlere uymak, takva ve zühd gibi
anlamlara gelir. İtaat masdarından alınmış,
hemzesiz olarak kullanılan bir isim masdardır. İbâdetler
ve muâmeleler konusunda Allah'ın emirlerine uymak ve
yasaklarından kaçınmak bir tâat olduğu gibi, yöneticilerin,
ana, baba ve koca gibi kimselerin Allah'a isyan niteliğinde olmayan
emirlerine uymak da taat sayılır. Bu arada Kur'ân-ı Kerîm
okuma ve okutma, tefsir, hadis, fıkıh ilimlerini öğretme,
imamlık, müezzinlik, müftülük ve vâizlik gibi meslekleri ifa
etme de birer taattır.

İşte bu taatlerden namaz, oruç, hac,
Kur'ân-ı Kerîm okuma gibi bazıları her Müslümanın
bizzat yapması gereken amellerdendir. Bunları başka
birisine ücret karşılığı yaptırmak caiz
olmaz. Ancak, imamlık, müezzinlik, vaizlik ve Kur'ân öğreticiliği
gibi bazı mesleklerin taat sayılmakla birlikte ücret karşılığı
ifa edilip edilemeyeceği görüş ayrılıklarına
sebep olmuştur.

Ebû Hanife ve Ahmed b. Hanbel'e , göre
İmamlık, müezzinlik, hac, Kurân talimi ve cihad gibi prensip
olarak müslüman bizzat yapması maklub olan her taatın ücret
karşılığında başkasına
yaptırılması caiz değildir.

Bu görüş Atâ ve Dahhâk b. Kays'tan nakledilmiştir.

Bu konuda dayandıkları deliller
şunlardır:

Rasulüllah(s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Kur'n-ı okuyunuz, fakat onunla yemeyiniz" (Ahmed b.
Hanbel, III, 428).

Nebî (s.a.s)'in Amr b. Ebî'l-Âs'a vasiyet edip,
yerine getirilmesi istediği şeylerin sonuncusu şu
olmuştur: "Eğer sen müezzin edinilirsen, müezzinlikten
dolayı bir ücret alma" (Tirmizî, Salât, 41; Nesâî, Ezan,
32; İbn Mâce, Ezan, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 217).

Übey b. Ka'b (r.a)dan rivayet edildiğine göre,
kendisi bir adamı okutmuş o da kendisine buna
karşılık bir yay vermiştir. Übey bunun hükmünü
Allah Rasulünden sorunca o şöyle cevap vermiştir: "Âllah'ın
sana kıyamet gününde ateşten bir yay ve halka vermesini arzu
eder misin?" Übey'in "Hayır" demesi üzerine
"Öyleyse onu geri ver" buyurmuştur (Ebu Dâvud İcâre,
1; İbn Mâce, Ticârât, 8; Bedâyiu's-Sanayi ; IV, 191).

Ancak, Hz. Peygamber ve İslâm'ın ilk
yıllarında tâat kabilinden olan işler gönüllü olarak
yapılır, bunu yapanların maişet için başka
gelirleri bulunur, ya da kendilerine ihsan ve ikramda bulunulurdu. Zaman
geçtikçe bu hizmetlerde bir gevşeklik ve tembellik görülmeye başlandı.
Artık ücret karşılığı olmaksızın
yapanlar azaldı. Bunun üzerine 12. M. Asırdan itibaren (Müteahhırun
devri) bazı Hanefi fakihleri Kur'ân-ı Kerîm'in eğitim ve
öğretiminin para karşılığı
yapılabileceğine fetva verdiler. Daha sonra buna imamlık, müezzinlik;
vaizlik ve müftülük gibi hizmetler de eklendi. Delil, zarurete dayalı
"istihsan prensibi"dir. Zaruret de "Kur'ân'ın zâyi
olma korkusudur." Çünkü insanların bu hizmetlere
ihtiyacı vardır. Dini işlerde ihmal ortaya çıkmış
ve insanlar Allah rızası için, ücretsiz bu hizmetleri yapmada
tembellik gösterir olmuştur (İbn Âbidin, Reddü'l Muhtâr, V,
34; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, II, 60).

Yukarıdaki fetvanın yalnız Kur'ân eğitimi
ve öğretimiyle sanırlı olduğu, para
karşılığı Kur'ân okumayı ve ha-tim
okumayı kapsamadığı çeşitli kaynaklarda
belirtilmiştir (İbn Âbidin, a.g.e., V, 35).
Şeyhu'l-İslâm Takıyyuddîn şöyle demiştir:
"Kur'ân okuma ve onun ölüye bağışlanması için
icare (iş akdi) sahih değildir. Çünkü bu konuda hiçbir
müctehidden izin nakledilmedi. Âlimler şunu söyledi: Okuyucu mal
için okuyunca, kendisi için sevap hâsıl olmaz. Böyle olunca o,
hangi şeyi ölüye bağışlayacak? Ancak ölüye salih
amel ulaşır. Âlimler arasında görüş
ayrılığı, sadece Kur'ân eğitim ve öğretiminin
para karşılığı yapılıp
yapılamayacağı hususundadır" (İbn Âbidin,
a.g.e., V, 35).

Bu duruma göre, bir kimse faziletli olduğuna
inandığı bir zâtın veya arkadaşının
yahut bir hısımının kabrini ziyaret ederek Kur'ân-ı
Kerim'den bir şey okusa, bu güzel olur ve bağışlanan
sevap ölüye ulaşır.

İmam Şafiî ve İmam Mâlik'e göre
Kur'ân okuma ve onu öğretme karşılığında
ücret almak caizdir. Bu konuda Ahmed b. Hanbel'den de bir rivayet vardır.
Ebu Kılâbe, Ebu Sevr ve İbnü'l-Münzir de aynı görüştedir.
Dayandıkları deliller şunlardır:

Hz. Peygamber yoksul bir sahabiyi, Kur'ân-ı Kerîm'den
bildiğini eşine öğretmesi
karşılığında evlendirmiştir (Buharî,
Müslim). Burada Allah elçisi Kur'ân öğretmeyi mehir yerine ikame
etmiştir. Bu yüzden Kur'ân'a icârede ücret olmak caizdir.
Hanefiler bu hadisi te'vil ederek mehirsiz evlendirmeyi Hz. Peygamber'e
ait sayarlar (el-Askalanî, Bülüğu'l-Meram, Terc. A. Davudoğlu
III, 251)

İbn Abbas (r.a)'den rivayete göre, Ashâb-ı
Kiramdan bir topluluk, Medine dışında bir yerleşim
merkezine uğradı. Orada bir adamı yılan sokmuştu.
Sahabilerden tedavi için yardım istediler. Bir sahabi Fâtiha
sûresini okuyarak hastayı iyileştirdi. Buna
karşılık kendisine bir sürü koyun verdiler. Bunu öğrenen
arkadaşları Allah'ın kitabı üzerine bir ücret aldığını
söyleyerek bunu çirkin buldular ve Medîne'ye geldiklerinde hükmünü
Allah Rasûlünden sordular. Nebî (s.a.s) şöyle buyurdu: "Karşılığında
ücret aldığınız şeylerin en haklı
olanı Allah'ın kitabıdır" (Buhârî, İcâre,16,
Tıb, 34; İbn Mâce, Ticârât, 8).

Hanefîler bunu bir tedavi (rukye) olarak kabul ederler
ve tedavinin Kur'ân-ı Kerim okumakla olup olmamasının
sonucu değiştirmeyeceğini belirtirler (İbn Âbidîn,
a.g.e., V, 36).

Şafiî ve Mâlikîlerin bu görüşü, imamlık,
müezzinlik vâizlik ve müftilik gibi tâatlere de şâmildir.

Hamdi DÖNDÜREN


Konular