Şamil | Kategoriler | Konular

Kabir

KABİR

Mezar, ölen kimsenin toprağa gömüldüğü
yer. Çoğulu "kubûr" dur.

İnsan, ruh ve bedenden meydana gelen bir
canlıdır. Ruhun yaratılışı bedenden öncedir.
Buna göre insan hayatının devreleri dörde ayrılabilir.
Birincisi, yaratıldığı zamandan bedene ruh
üfleninceye kadar ruh devresi.

Kur'an-ı Kerîm'de ruhların topluca
yaratılmasından sonra Cenâb-ı Hakk'ın ilk uyarı
ve tebliği şöyle ifade edilir: "Hani Rabbin, Âdemoğullarından,
onların sulhlerinden zürriyetlerini çıkarıp kendilerini
nefislerine şahit tutmuş; ben sizin Rabbiniz değil miyim?
demişti. Onlar da; evet rabbimizsin, şahit olduk,
demişlerdi. İşte bu şahitlendirme, kıyamet günü;
bizim bundan haberimiz yoktu dememeniz içindi" (el-A'raf, 7/172).
İkinci safha, dünya hayatıdır. Doğumla başlar,
ölümle sona erer. Dünya hayatının amacı, kimin
nasıl fiil ve hareketlerde bulunacağını denemek, sonuçları
tesbit etmektir (bk. el-Mülk, 67/2, el-Bakara, 2/155). Üçüncü safha,
kabir hayatı olup, ölümle başlar, kıyamet gününe kadar
devam eder. Dördüncü safha ise, kıyametin kopmasıyla sonsuza
kadar sürecek olan ahiret hayatıdır.

Kabir hayatı, bir bakıma ahiretin giriş
kapısı ve başlangıcı sayılır. Ölen
kimse, ister kabre defnedilsin, yırtıcı hayvanlarca parçalansın;
ister ateşte yanıp külleri savrulsun ya da denizde kaybolsun,
onun için kabir hayatı başlamış olur. Münker ve
Nekir melekleri kabir sorgulamasını yapar. Rabbini, peygamberini
ve dini sorar. Bu sorgudan sadece peygamberler ve çocuklar muaftır.

Ehl-i Sünnet inancına göre, kâfirlere ve bazı
günahkâr müminlere kabir azabı vardır. Kabir, iman ve salih
amel sahipleri için Cennet bahçelerinden bir bahçe; kâfirler için de
Cehennem çukurlarından bir çukurdur. Kabir hayatının,
azap şeklinin mahiyeti hakkında, âlimler ayrı görüşler
ileri sürmüşlerdir. Azabın ruha, bedene veya her ikisine
birlikte yapılması, sonucu değiştirmez. Çünkü salih
amel sahibi insanlar kabirde güzel bir hayat yaşarken, kâfirler,
büyük bir sıkıntı ve ızdırap içinde
bulunacaklardır (Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi, terc Şerafeddin
Gölcük, İstanbul 1980, s. 235, 237: es-Sâbûnî, Mâtürîdî
Akaidi, terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 185; Taftazânî,
Şerhu'l-Akaid, s. 251; Tirmizi, Kıyâme, 26; Müslim, İman,
34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, Beyrut 1972,
III, 29).

Kabirdeki ölü cennetlik (said) bir kimse ise, onun
ruhu Cennet'e gider, eğer günahkâr ve cehennemlik (şâkî) ise,
Cehennem'in yanına gider. Bir kısım ruhlar da berzah'ta
bulunurlar ki, burası ne Cennet ne de Cehennem'dir.

Bazı âlimlere göre, saidlerin rûhu Cennette
olmakla birlikte kabirleriyle olan bağlantıları kesilmez.
Bu irtibat özellikle cum'a gecesi ve gündüzü ile cumartesi gecesi
güneş doğuncaya kadar, pek canlı bir şekilde devam
eder. Saidlerin ruhları dünya haberlerini izleme imkânı
bulabilirler Vefat edip yeni gelenlere dünyadan haber sorarlar.
Kendilerini ziyarete gelenlerin selâmını duyarlar, hatta izin
verilirse, selâma karşılık vermeleri de mümkündür (ez-Zebîdî,
Tecrîd-i Sarih, Terc. Kâmil Miras, Ankara 1985, IV, 504, 505)

Kabirlerin hazırlanışı:

Kabir hazırlanırken şu hususlara dikkat
edilmelidir Kabir, bir adam boyu veya göğüs hizasına kadar
kazılır. Ölüyü daha iyi koruyacağı düşüncesiyle
kabir daha derin açılabilir. Toprak sert ise kabrin kıble
tarafına bir lahd (oyuk) açılır. Eğer lahd açılmakla
toprak göçecek kadar yumuşak olursa o zaman kabrin ortasında
ölünün sığacağı kadar bir yer açılır ve
oraya defnedilir.

İslâm müctehidleri ve fakihleri, kabirlerin
kireç ve benzeri ile yapılmasının, kendi
toprağına ilâve edilerek yükseltilmesinin, üzerine kubbeli
bina yapılmasının, taşına övücü veya kadere
sitem edici kelimeler yazılmasının caiz
olmadığı konusunda görüşbirliği içindedir.
Buna karşılık kabrin, yerden bir-iki karış yükselmesi,
şeklinin deve hörgücü gibi olması, kerpiçle yapılması,
kabrin baş tarafına bir taş konulması ne ölünün
isminin yazılmasında bir sakınca görülmemiştir.
Ancak kabrin üstüne mescit gibi bina inşa edilerek buranın
mabed edinilmesi hadisle yasaklanmıştır.

Hz. Âîşe (r.a), Resulullah (s.a.s)'ın son
hastalığında şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir: "Allah, Yahudi ve Hristiyanlara lânet etsin, Onlar,
peygamberlerinin kabrini mabed haline getirdiler." Hz. Âîşe
diyor ki: "Eğer bundan korkulmasaydı, Hz. Peygamberin kabri
dışarıdan belli olacak şekilde
yapılacaktı" (Buhâri, Cenâiz, 916). Peygamberin ve Hz.
Âîşe'nin ifadelerinden; kabrin dış şekli üzerinde
titizlikle durulmasının ve bazı yasaklar
konmasının sebebinin tevhit inancını korumak ve
insanların şirke düşmelerini önlemek olduğu
anlaşılmaktadır.

Diğer yandan İslâm dini, israfı
yasaklamıştır. israf, malın lüzumsuz yere ve
ölçüsüz harcanması, sarfedilmesi demektir. Aç, çıplak, ilaçsız,
tahsilsiz. eşsiz, işsiz, muhtaç müslümanlara yardım
etmek yerine, büyük masraflarla heybetli, süslü ve masraflı
kabirlerin bina edilmesi israf sınırları içine girebilir.

Cenaze için namaz kılındıktan sonra
cemaatle birlikte yaya veya ihtiyaç olunca araç vasıtasıyla
kabristana gidilir. Derince ve uygun boyda açılan kabre cenazeyi gömmek
farz-ı kifayedir. Cenazeyi taşıyanlar gibi kabre
indirenlerin de; "Bismillah ve ala milleti Resulullah" demeleri
müstehabtır.

Ölü, kabirde yüzü kıbleye gelmek
şartıyla sağ yanı üzerine yatırılır.
Sonra kefenin düğümleri çözülür. Kabrin tahtası
dizildikten sonra kürekle veya elle üzerine toprak atılır.
Kabrin üstünü biraz yükseltmek menduptur. Toprak pekişsin diye
kabrin üzerine su serpilebilir.

Kabir azabı.

Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister
boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir
hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın,
mutlaka kabir hayatı geçirecektir. İnsan öldükten sonra kabre
konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek;
"Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir: Dinin nedir?" diye sorarlar.
İman ve güzel amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap
verirler. Bu gibi ölülere cennet kapıları açılır ve
Cennet kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise bu
sorulara doğru cevap veremezler. Onlara da Cehennem
kapıları açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir.
Müminler nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu
yaşarken, kâfir ve münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir
(bk. ez-Zebîdî, Tecrîdi Sarih, terc. Kamil Miras, Ankara 1985, IV 496
vd.).

Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren
birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede;
"Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe
atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki;
Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun"
(el-Mümin, 40/46) buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de
yani kabirde de azap vardır. Peygamber efendimiz; "Allah, iman
edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima
sebat ihsan eder" (İbrahim, 14/17) ayetinin kabir nimeti
hakkında indiğini açıklamıştır (Buhârî,
Tefsîr, sure: 14).

Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek
çok hadis-i şerif zikredilmektedir.

Bunlardan bir kaçı şöyledir: Hz. Peygamber
(s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı
küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü.
Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk
yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun
üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan
ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer
dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını
sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o
ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur"
(Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26)
buyurmuşlardır.

Hz. Peygamber diğer bir hadislerinde şöyle
buyururlar: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya
Cehennem çukurlarından bir çukurdur" (Tirmizî, kıyamet,
26).

Başka bir hadiste de şöyle buyurur:
"Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı
verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu
Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle
cevap verir. "O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik
ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve
elçisidir. Bunun üzerine melekler; Biz senin böyle diyeceğini
zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun mezarını
yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün
mezarı ışıklandırılır ve
aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: " Yat ve
uyu " derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin"
der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği
kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi
mahşer gününe kadar sen uyumana devam et" derler. Eğer
ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu
Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık
da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir
şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi
konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum. Melekler ona;
"Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler. Daha sonra
yere "Bu adamı alabildiğine
sıkıştır" diye seslenilir. Yer de
sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini
birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı
devam eder" (Tirmizi Cenâiz 70).

Kur'an'da şehitlerin kabir hayatıyla ilgili
olarak şöyle buyurulur: "Allah yolunda öldürenleri, sakın
ölüler sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katından
rızıklandırılmaktadırlar" (Âlu İmrân,
3/169), "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Bilâkis
onlar dirildirler. Fakat siz farkında değilsiniz."
(el-Bakara, 2/154).

Kabir azabının yalnız ruha mı,
yoksa bedene mi, yahut da her ikisine mi yapılacağı konusu
bilginler arasında tartışmalıdır. Bu azabın
hem rûha, hem de bedene yapılacağı görüşü tercihe
şayandır. ancak azabın niteliği hakkında fazla
bilgi yoktur. Rûhun gerçeği üzerinde de görüş
ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre ruh lâtif
(ince, şeffaf, nüfuz kabiliyeti olan) bir cisimdir. Yaş
ağaca suyun nüfûzu gibi bedene nüfûz etmiştir. Allah, rûh
cesette kaldığı sürece hayatı devam ettirmeyi âdet kılmıştır.
Ruh cesetten çıkınca ölüm hayatı ortadan
kaldırır. Başka bir görüşe göre de, ruh ceset için
güneşin ışıkları gibidir. Mutasavvıflar bu
görüşü benimsemişlerdir. Ehl-i Sünnete mensup bir topluluk,
gülsuyunun güle sirâyet ettiği gibi, rûhun da bedene sirâyet
eden bir cevher olduğunu söylemişlerdir (Aliyyu'l-Kâri, Fıkh-ı
Ekber Şerhi, terc. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul 1979, s. 259).
Ayette şöyle buyurulur: "De ki ruh, Rabbimin bildiği bir
iştir. Size bu konuda pek az bilgi verilmiştir" (İsrâ,
17/85).

Ebû Hanife'ye göre, peygamberler, çocuklar ve
şehitler kabir sorusu ile karşılaşmazlar. Ancak Ebû
Hanîfe kâfirlerin çocuklarına kabirde soru sorulması, Cennete
girmeleri ve onlarla ilgili benzeri bazı soruları cevapsız
bırakmıştır (Alliyü'l-Kâri, a.g.e, s. 252-253).

Kabristan

Ölülerin toprağa verildiği ve
"mezarlık" da denen saha.

İslâm dini, hayatında olduğu gibi
ölümünde de insana gereken değeri vermiş ve saygıyı
göstermiş, öldüğü andan itibaren ona yapılacak
muameleyi de belirlemiştir.

Toprağa defnedilen insanın en uzun süre
bulunacağı yer kabristandır. Bu sebeple İslâm dini,
kabristanın düzenli ve tertipli yapılmasını, temiz
tutulmasını ve yeşillendirilmesini, hayatta bulunan
insanların ölülere karşı bir vefa borcu olarak görür.
Buna rağmen dinimiz öncelikle ölünün cesedine değil
hatırasına değer verir. Bu konuda Hz. Peygamber "Ölülerinizi
hayırla yâd ediniz" (Tirmizi, Cenâiz, 34) buyurur.

Müslümanlara ait kabristan son derece sade, tabiî ve
mütevâzi olmalı; mezar yapımında da basit ve ucuz malzeme
kullanılmalıdır. Camide Allah'ın huzurunda-kariyer ve
sosyal durumları ne olursa olsun-aynı safi paylaşan müslümanların
mezarlarının da görünüş itibariyle birbirine yakın
olması İslâm'ın ruhuna daha uygundur.

Kabristana cenaze ile birlikte veya daha sonra ölüyü
yâdetmek için çelenk getirerek kabrin üzerine konulması, bid'at
olup, gayri müslimlere benzemek amacıyla
yapıldığı takdirde ilgilileri manevî sorumlulukla karşı
karşıya getireceği açıktır.

Nakl-i kubûr:

Kabirleri başka yere nakletmek, önemli bir sebep
bulunmadıkça caiz görülmemiştir. Bir kabristan ne kadar eski
olursa olsun, artık kendisine ihtiyaç kalmamış olsa bile
yine bunun kabristan olarak korunması asıldır.
Burasının satılarak veya üzerine binalar yapılarak,
ölü kemiklerinin başka bir kabristana nakli, ölülerin hakkını
çiğnemek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü İslâm'da,
ölülerin hakları dirilerin hakları kadar koruma altına
alınmıştır.

Ancak su basması, yol geçmesi veya düşman
tarafında kalması gibi nedenlerle kabristanı başka
yere nakletmek caizdir.

Cenaze, kabre konulup üzerine toprak atıldıktan
sonra, artık cemaatın elinden çıkmış, yüce
Allah'a teslim edilmiş sayılır. Artık zaruret
bulunmadıkça kabrin açılmaması gerekir. Cenazenin
gasbedilmiş yere veya gasbedilmiş bir elbise ile gömülmesi
veya bu yere başkasının sonra şûf'a yoluyla mâlik
olması, zaruret hallerine örnek verilebilir. Bu takdirde, arazi veya
elbise sahibinin isteği üzerine kabir açılır. Elbise
alınınca kabir kapatılır, ya da cenaze bu mülkten başka
yere nakledilir. Bu yapılmadığı takdirde mülk sahibi
toprağı düzelterek ekim yapabilir. Elbise sahibi de isterse
elbisenin kıymetini alabilir.

Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri
de kalmamış olmadıkça kabri açılarak yerine
başkası defnedilemez. Ancak cenazeyi defin için başka bir
yer kalmamışsa bu taktirde kemikleri toplanır, kendisiyle,
yeni gömülecek olan ölü arasına toprak vb. şeyler engel
olarak doldurulur ve kabir kapatılır.

Zaruret bulunmadıkça iki ve daha fazla cenaze bir
kabre gömülmez. Zaruret olursa, aralarına toprak gibi bir engel
konularak toplu mezar kullanımı caiz olur. Nitekim Uhud
şehitleri için uygulama böyle olmuştur. Cabir b. Abdullah'tan
şöyle dediği nakledilmiştir: "Uhud
savaşında şehit düşen babam, başka bir
şehit olan Amr İbnü'l-Cümûh ile birlikte bir kabre gömülmüştü.
Babamı bu şekilde başkası ile bir kabirde
bırakmaya gönlüm razı olmadı. Altı ay sonra kabri açtım.
Babamı, kulağından başka, hemen hemen kabre
koyduğum gündeki gibi taze bir halde buldum; çıkardım ve
başka bir kabre yalnız başına gömdüm ".

İslâm ülkesinde bulunan zimmîlerin (hristiyan
ve yahudiler) kabirleri de, müslüman kabirleri gibi koruma altındadır.
Onlara hayatlarında eziyet edilmesi haram olduğu gibi,
ölümlerinden sonra da kemiklerinin kırılması,
kabirlerinin dümdüz edilmesi yasaklanmıştır. Ancak, müslümanların
yeni ele geçirdikleri bir yerde, ihtiyaç görülürse, düşmana ait
kabirleri açmak, kemiklerini kaldırıp, burasını müslüman
kabristanlığı veya mescid yapmak gibi başka bir amaçla
kullanmak mümkün ve caizdir (İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr,
İstanbul 1984, II 233-246; el-Fetevâ'l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980 I,
165-167; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali,
İstanbul 1985, s. 259-267).

Kabir Ziyareti

Genel olarak kabirleri ziyaret etmek erkekler için
müstehab olup, kadınlar için caizdir. Salih kimselerin, anne, baba
ve yakın akrabanın kabirlerini ziyaret etmek mendup
sayılmıştır. Kadınların kabirleri ziyaret
etmesi, bağırıp çağırma, saçını
başını yolma ve kabirlere aşırı saygı
gibi bir fitne korkusu olmadığı zaman mümkün ve caizdir.
Çünkü Hz. Peygamber, çocuğunun kabri başında
ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu
ziyaretten alıkoymamıştır (Buhârî, Cenâiz, 7,
Ahkâm, ll; Müslim, Cenâiz, 15). Diğer yandan Hz. Âîşe'nin
de kardeşi Abdurrahman b. Ebi Bekr'in kabrini ziyaret ettiği
nakledilir (Tirmizi, Cenâiz, 61).

Hz. Peygamber, henüz kader inancının kökleşmediği
ve cahiliye alışkanlıklarının devam ettiği dönemde
kabir ziyaretini bir ara yasaklamış, ancak bunu daha sonra
serbest bırakmıştır. Hadiste şöyle buyrulur:

"Size kabir ziyaretini yasaklamıştım.
Artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz" (Müslim, Cenâiz, - 106,
Edâhi, 37; Ebû Dâvud, Cenâiz 77, Eşribe, 7; Tirmizi, Cenâiz,
7;Nesaî, Cenâiz, 100; İbn Mâce, Cenâiz, 47; Ahmed b. Hanbel, I,
147, 452, III, 38, 63, 237, 250, V, 35, 355, 357). Hz. Peygamber'in
kabirleri çok ziyaret eden kadınlara lânet ettiğini bildiren
hadisler (Tirmizi, Salât, 21; Cenâiz, 61; Nesaî, Cenâiz, 104; İbn
Mâce, Cenâiz, 49), ziyaret yasağı olan döneme aittir. Tirmizi
bunu açıkça ifade etmiştir (Tirmizi, Cenâiz, 60). Hz. Âîşe
ve İbn Abdilberr bu görüştedir.

Hanefilerin sağlam görüşüne göre, saç baş
yolma, ağlamayı tazeleme gibi aşırılıklar
olmamak şartıyla kadının kabir ziyareti caiz görülmüştür.
Çünkü hadislerde yer alan ruhsat, kadınları da kapsamına
almaktadır (Tirmizi, Cenâiz 60, 61; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtâr,
İstanbul 1984, II, 242).

Kabir ziyaretinin, tarihi akış içinde,
ölülerden yardım istemek, hatta tapılmak için de yapıldığı
görülmektedir.

İslâm'ın başlangıcında Hz.
Peygamberin kabir ziyaretlerini yasaklamasının sebebi bu idi.
Yahudi ve Hristiyanlar, aziz saydıkları kimselerin kabirlerini
ibadet yeri edinmişlerdi. Cahiliyye devrinde kabirlere secde
ediliyor, putlara tapılıyordu. Putperestlik, büyük tanınan
kimselerin heykellerine saygı ve ta'zim ile başlamış,
neticede bu saygı putlara ibadete dönüşmüştü. İslâm
Dininin gayesi tevhid akidesini (Allah'ı yegane hâlık ve müessir
tanıyıp yalnızca ona ibadet etmeyi) kalblere
yerleştirmekti. Önceleri Hz. Peygamber (s.a.s) bu sebeple tehlikeli
gördüğü kabir ziyaretini yasaklamıştı. Fakat tevhid
inancı gönüllere iyice yerleşip müslümanlar tarafından
gayet iyi anlaşıldıktan sonra, kabir ziyaretine izin
verilmiştir.

Çünkü kabir ziyaretinde, hem hayattakiler, hem de
ölüler için faydalar vardır. Resulullah (s.a.s) Mekke seferi
sırasında annesi Amine'nin kabrini ziyaret ederek
ağlamış, etrafındakileri de ağlatmış ve
müslümanların kabirleri ziyaretine de izin verilmişti
(İbn Mâce, Cenâiz 48; Nesâf, Cenâiz; 101;Müslim, Cenâiz, 36;
Ebû Dâvud, Cenâiz, 77). Bu izin hatta ziyareti teşvik konusu
meşhur rivayetlerle sabittir (İbn Mâce, Cenâiz, 47; Tirmizî,
Cenâiz, 60).

Kabir Ziyaretinin Faydaları

a) İnsana ölümü ve ahireti hatırlatır
ve ahireti için ibret almayı sağlar (Müslim, Cenâiz, 108;
Tirmizî, Cenâiz, 59; İbn Mâce, Cenâiz, 47-48; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, I, 145).

b) İnsanı zühd ve takvaya yöneltir. Aşırı
dünya hırsını ve haram işlemeyi engeller. Kişiyi
iyilik yapmaya yöneltir (İbn Mâce, Cenâiz, 47).

c) Salih kişilerin kabirlerini, özellikle Hz.
Peygamber'in kabrini ziyaret, ruhlara ferahlık sağlar ve yüce
duyguların oluşmasına yardım eder. Hz. Peygamber'in ve
Allah'ın veli kullarının kabirlerini ziyaret için yolculuğa
çıkmak menduptur. Bir hadis-i şerifte; "Kim, beni
öldükten sonra ziyaret ederse, sanki hayatımda iken ziyaret
etmiş gibi olur" buyurulmuştur. (Mansur Ali Nasif, et- Tâc,
el-Câmiu'l-Usûl, II, 190).

d) Ziyaret; insanın geçmişi, dinî
kültürü ve tarihi ile bağlarının güçlenmesine yardımcı
olur.

Ziyaretin Ölüye Faydası

a) Özellikle anne, baba diğer akraba ve
dostların kabirleri, ruhları için Allah'a dua ve istiğfar
etmek amacıyla ziyaret edilir. Ölüler adına yapılan
hayır ve hasenâtın sevabının onlara
ulaşacağı sahih hadis ve icmâ delili ile sabittir.
Ölüler ziyaret edilirken, onların ruhları için Allah'a dua
edilir, Kur'an okunur, yapılan iyiliklerin sevabı
bağışlanır. Kabre ağaç dikmek sevabtır.
Dikilen ağaç ve bitkinin ölünün ruhundan azabın
hafifletilmesine sebep olacağına dair hadisler vardır.
Hristiyanların yaptığı gibi kabre çelenk götürmek
mekruhtur.

Dua ve istiğfarın ölülerin ruhları için
faydalı olacağına şu ayet-i kerime de delâlet eder:
"Ey Rabbimiz, bizi ve iman ile bizden önce geçmiş
olanları yarlığa. İman etmiş olanlar için
kalbimizde bir kin bırakma" (el-Haşr, 59/10). Bu konuda
varid olan pek çok hadis vardır (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 509;
VI, 252; İbn Mâce, Edeb,

b) Ölünün dirileri işitmesi. Kabir ziyareti
sırasında konuşulanları kabirdeki kişinin
duyduğu ve verilen selâmı aldığı hadislerle
sabittir.

Abdullah b. Ömer (r.a)'den nakledildiğine göre
Hz. Peygamber Bedir gazvesinden sonra yerde yatan Kureyş büyüklerinin
cesetlerine karşı: "Rabbinizin va'dettiği azabın
doğru olduğunu anladınız mı?" diye
seslenmişti. Hz. Ömer'in: "Ey Allah'ın Resulu! Bu duygusuz
cesetlere mi hitap ediyorsunuz?" demesi üzerine, Resulullah (s.a.s)
şöyle buyurmuştur: "Siz bunlardan daha fazla işitici
değilsiniz. Fakat bunlar cevap veremezler" buyurmuştur
(Ahmed b. Hanbel, II, 121). Bu konuda Hz. Aişe'den, ölülerin işitmesi
yerine, Resulullah'ın; "Gerçeği ölünce şimdi daha
iyi anlarlar. Nitekim Cenâb-ı Hak'da: "Habibim sen, sözünü
ölülere duyuramazsın " hadisi nakledilmiştir. Ancak çoğunluk
İslâm bilginleri bu konuda Hz. Âîşe'ye muhalefet
etmişler, başka rivayetlere uygun düştüğü için
yukarıda zikrettiğimiz Abdullah b. Ömer'in hadisini esas almışlardır
(bk. ez-Zebîdi, Tecrid-i Sarih Terc. Kâmil Miras, Ankara 1985, IV, 580).

Ziyaretin Âdabı

Ziyaretçi mezarlığa varınca yüzünü
mezarlara döndürerek Peygamberimizin dediği gibi şöyle selâm
verir: "Ey müminler ve müslümanlar diyarının ahalisi,
sizlere selâm olsun. İnşaallah, biz de sizlere
katılacağız. Allah'tan bize ve size âf yet dilerim"
(Müslim, Cenâiz, 104; İbn Mâce, Cenâiz, 36).

Hz. Âîşe'nin rivayetinde anlam aynı
olduğu halde ifade biraz farklıdır. Tirmizi'nin İbn
Abbâs'tan rivayetinde Resulullah bir defasında Medine
mezarlığına uğradı ve onlardan tarafa dönerek
şöyle dedi:

"Ey kabirler ahâlisi, size selâm olsun! Allah
bizi ve sizi mağfiret eylesin. Sizler, bizden önce gittiniz, biz de
sizin ardınızdan (geleceğiz)" (Tirmizi, Cenâiz, 58,
59). Kişi, tanıdığı bir kimseye kabrinin
başından geçerken selâm verirse, ölü selâmını
alır ve onu tanır. Tanımadığı bir kimsenin
kabrinin yanından geçerken selam verirse, ölü, selâmını
alır (Gazzâli, İhyau Ulûmi'd-din, IV, Ziyâretü'l-Kubur
bahsi).

Kabir ziyareti sırasında mezarda namaz
kılınmaz. Kabirler asla mescid edinilmez. Kabre karşı
da namaz kılmak mekruhtur. Kabirlere mum dikmek ve yakmak caiz
değildir (Müslim, Cenâiz, 98; Ebû Dâvud, Salât, 24; Tirmizî,
Salât, 236).

Boş yere para harcandığı için, ya
da kabirlere tazim için buralarda mum yakılmasını Hz.
Peygamber yasaklamıştır. Kabrin üzerine oturmak ve
mezarları çiğnemek mekruhtur (Müslim, Cenâiz, 33; Tirmizi,
Cenâiz, 56).

Kabirde ziyaretle bağdaşmayan edep
dışı ve boş söz söylemekten, kibirlenip çalım
satarak yürümekten sakınmak ve mütevâzı bir durumda bulunmak
gerekir (Nesâî, Cenaiz, 100; Tirmizî, Cenaiz, 46). Kabirlere, küçük
ve büyük abdest bozmaktan sakınmak gerekir. (Nesaî, Cenâiz, 100;
ibn Mâce, Cenâiz, 46). Kabristanın yaş ot ve ağaçlarını
kesmek mekruhtur. Kabir yanında kurban kesmek Allah için kesilse
bile mekruhtur. Hele ölünün rızasını kazanmak ve
yardımım elde etmek için kesilmesi kesinlikle haramdır.
Bunun şirk olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü kurban
kesmek ibadettir; ibadet ise yalnız Allah'a mahsustur. Kabirler Kâbe
tavaf edilir gibi dolaşılıp tavaf edilmez. Ölülerden yardım
istemek ve bunun için mezar taslarına bez, mendil ve paçavra bağlamak
kişiye yarar sağlamaz. Bazı kabir ve türbelerin hastalıklara
şifalı geldiğine inanmak ve bunların taş, toprak
ve ağaçlarını kutsal saymak İslam'ın tevhit
inancı ile bağdaşmaz.

Diri veya ölü olsun salih kimseleri Allah'tan bir
şey istemek için aracı kılmaya "tevessül"*
denilir. Kabirde kişinin başkasına bizzat bir fayda vermeye
veya bir zararı gidermeye gücü yetmez. ibn Teymiyye ve taraftarlarına
göre Allah'tan bir şey isterken peygamber bile oka salih
kulları aracı kılmak haram, hatta şirktir. Çoğunluk
İslâm âlimlerine göre ise Allah'tan bir şey isterken salih
zatları aracı ve esile kılmak ve bunun için onların
kabirlerini ziyaret etmek caizdir. Meselâ "Hz Muhammed hakkı için,
onun hürmetine, ya Rabbi onunla sana dua ediyorum, şu isteğimi
yerine getir" demek duaların kabulüne vesile olur. Hanefi ve
Malikilere göre kabir ziyaretini cuma ve bunun iki yanındaki
perşembe ve cumartesi günleri yapmak daha faziletlidir. Şafiîler,
perşembe gününün ikindi vaktinden başlamak üzere cumartesi
sabahına kadar ziyaretin daha uygun olacağını söylemişlerdir.
Hanbeliler, ziyaret için belli bir gün tahsis etmenin doğru
olmadığını belirtmişlerdir. Sonuç olarak cuma
günü ziyaret daha faziletli ise de diğer günlerde ziyaret de
mümkün ve caizdir (Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbea,
I, 540).

Kabirlerden Kalkış

Kur'an, kıyametin kopmasından sonra Sûr'a
ikinci defa üfürülme ile bütün canlı yaratıkların
hesap için tekrar diriltileceklerini ifade eder. O kadar ki, öldükten
sonra dirilmenin anlatılmadığı çok az sûre
bulunabilir. Pek çok surede bu konuyu açıklayan örnekler
getirilerek, akıllara gelebilecek tereddütleri ortadan kaldırır.

Kabirlerden kalkış dediğimiz tekrar
dirilme inancı, kişilerin ve toplumun ıslahında çok
önemli bir ilke olduğu için Kur'an-ı Kerim bu konuya önemle eğilir.
Gerçekten de öldükten sonra tekrar dirilmenin gerçekleşeceğini
bilen insan, hayır ve iyilik yapmaya, işlediği kötülükleri
en aza indirmeye çalışır. Fakat yeniden dirilişe
inanmayan kimse topluma ve kendisine her zaman zarar verebilir.

Öldükten sonra tekrar diriliş hem beden hem de
ruh ile olacaktır Bu konuya açıklık getiren bir ayette:
"Ayetlerimizi inkar ile kâfir olanlar (var ya) onları muhakkak
ki ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı
tadıp durmaları için, onları başka derilerle
yenileyip değiştireceğiz. Şüphesiz ki Allah mutlak
galiptir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir" (en-Nisâ, 4/56),
buyurulur.

Kur'an-ı Kerim, öldükten sonra tekrar dirilmeyi
inkâr eden kimselere karşı, yeniden dirilişin aklen mümkün
olduğunu ve muhakkak meydana geleceğini açıklamak için
bir kaç yol izlemiştir.

Yeniden dirilmeyi, ilk yaratmaya
kıyaslamıştır. Bu konuda bize şöyle buyurur:
"O, kendi yaratılışını unutarak bize bir
misal getirdi. "Bu çürümüş kemiklere kim can
verecekmiş?" dedi. De ki: "Onları ilk defa yaratan
diriltecek. O, her yaratmayı hakkıyla bilendir" (Yâsin,
36/78-79)

Zor bir şeyi yaratmaya gücü yetenin, kolay bir
şeyi yaratması elbette mümkündür. Göklerin ve yerin yaratılması,
insanın yaratılmasından daha zordur. Bunu yapabilen,
insanı da öldükten sonra diriltebilir. Kur'an-ı Kerim'de
şöyle buyurulur: "Bütün varlıkları yoktan var eden
ve sonra da tekrar diriltecek olan O'dur. Bu, O'na pek kolaydır. Göklerde
ve yerde en yüce sıfatlar O'nundur" (er-Rûm, 30/27). "Biz
ilk yaratmadan âciz mi kaldık? Hayır, onlar yeniden
yaratılmaktan şüphe ediyorlar" (Kâf, 50/15)

Kupkuru ve ölü bir durumda olan yeri, bitkilerle
canlandıran, insanı da diriltebilir Ayetlerde şöyle
buyurulur:

"...Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün.
Fakat biz onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman, o harekete gelir,
kabarır; her güzel çiftten nice bitki bitirir. Bunun sebebi
şudur: Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. Şüphesiz hakkıyla
kâdirdir. O şüphesiz her şeye hakkıyla kâdirdir. O saat
elbette gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur. Doğrusu Allah,
kabirlerde olan kimseleri de diriltip kaldıracaktır"
(el-Hacc, 22/5-7)

Bir şeyi zıddına çevirmeğe gücü
yeten, onu benzerine çevirebilir. Allah, ağaçlarda bol miktarda
bulunan suya rağmen, nasıl ondan ateş çıkartıyorsa,
öylece insanları da tekrar yaratabilir. Bu konuyla ilgili ayetlerde
şöyle buyurulur: "O Allah ki, size yeşil ağaçtan bir
ateş yaptı da, simdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri
ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratılmaya gücü yetmez mi? elbette
buna gücü yeter. O herşeyi yaratandır her şeyi
bilendir" (Yâsin, 36/80-81).

Kur'an-ı Kerim'de ikinci defa Sûr'a üfürülme
ile meydana gelecek gelişmeler şöyle açıklanır:

Sûr'a ilk defa üfürüldüğünde kıyamet
kopacaktır. Yani bu ilk üfürülmeyle, dünya hayatı sona
erecek, Allah'ın istisnâ ettiği varlıkların
dışında bütün canlılar ölecektir. Bu konuda ayet-i
kerimede şöyle buyurulur: "Sûr'a üfürülünce, Allah'ın
dilediğinden başka, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi çarpılıp
cansız yere düşer" (ez-Zümer, 39/68).

İsrâfil (a.s)'ın Sûr'a ikinci defa
üfürmesiyle, insanlar kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru
akın akın koşacaklardır. Bu konuyla ilgili olarak iki
ayeti hatırlatmak yeterlidir. "Sur'a üfürülmüştür. Bir
de görürsün ki, onlar kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru
koşup gidiyorlar" (Yasin, 36/51). "Sonra ona (Sûr'a bir
daha üfürülecektir. O anda görürsün ki ölüler dirilip, ayakta bakınıp
duruyorlar" (ez-Zümer, 39/68).

İsrâfil (a.s)'ın Sûr'a iki kez üfürmesi
arasında geçecek süre kesin olarak bilinmemektedir. Çünkü Ebû
Hüreyre (r.a)'den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s)
"Sûr'a iki defa üfürülme olayı arasında kırk
(zaman) vardır" buyurmuşlardır. Orada bulunanlar,
hadisi nakleden Ebû Hureyre'ye "Ey Ebû Hureyre; kırk gün
mü?" diye sormuşlar; "Bilmiyorum" cevabını
alınca, "Kırk ay mı?" demişler; yine:
"Bilmiyorum" karşılığını
alınca, "Kırk yıl mı?" diye sormuşlar.
Bu soruya da Ebû Hureyre "Bilmiyorum" cevabını
vermiştir (Müslim, Fiten, 28; Ebû Dâvud, Sünne, 22).

Kur'an-ı Kerim'de ölülerin diriltilmesi ile
ilgili olarak Cenâb-ı Hak'la ile İbrahim arasında geçen
konuşma ibretlidir.

Rivayete göre Hz. İbrahim (a.s)'ın "Ey
Rabbim ölüleri nasıl diriltiyorsun? Bana göster," sorusunu
sormasının sebebi şu idi: Bir gün Hz. İbrahim (a.s)
deniz kenarında bir insan ölüsü görür. Dalga, ölünün üzerini
açtığı zaman, hemen denizdeki yaratıklar ölüye saldırır,
kopardıkları parçanın bir kısmı denize düşer
ve diğer kısmını yerler. Dalga çekilince kara ve hava
hayvanları saldırır. Kara hayvanları
kopardıklarının bir kısmını yer, bir
kısmını da havada boşluğa
bırakırlardı. Bunu gören Hz. İbrahim (a.s) merak
eder. Bu parçaların nasıl ayrı ayrı yerlerden
toplanıp bir araya getirileceğini görmek ister. İşte
bu konuyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şu ayeti buluyoruz:

"Bir vakit de İbrahim: Rabbim, ölüleri nasıl
diriltirsin? Bana göster, demişti. Allah ona; inanmadın
mı? buyurmuştu. O da; hayır, inandım. Fakat kalbim
yatışsın diye (arzuluyorum) demişti. (Allah) dedi ki:
"Dört kuş tut. Onları kendine alıştır,
sonra parçalayıp her parçasını bu dağın
üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Koşarak
sana geleceklerdir. Bil ki Allah, her şeye üstün ve yegane hikmet
sahibidir" (el-Bakara, 2/260).

Cenâb-ı Hak kabirden kalkış ve
mahşer meydanında toplanıp hesap verme işinin gerçekleşeceğini
şöyle ifade buyurur: "Ey Rabbimiz; şüphesiz sen, geleceğinde
şüphe olmayan bu günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz
ki Allah va'dinden dönmez derler" (el-Bakara, 2/9). Hz. Peygamber,
ölümünden sonra insanın her şeyinin çürüyüp yok olacağını,
ancak acbü'zzeneb denilen "kuyruk sokumu kemiği"nin bundan
müstesna olduğunu bildirmiş, kıyamet koptuktan sonra
ikinci yaratılışın bu çürümeyen kemikten derlenip
toparlanacağını belirtmiştir (Buhârı, Tefsîru
Sure, 39/3, 78/1; Müslim, Fiten, 14 t-143; Ebû Dâvud, Sünne, 22;
Nesâî, Cenâiz, 117; İbn Mâce, Zühd, 32; Mâlik, Muvatta,
Cenâiz, 49; Ahmed b. Hanbel, II, 322, 428, 499, III, 28).

Acbü'z-zeneb'le ilgili hadislerde tasvir edilen ikinci
yaratılış, başka bir deyimle kabirlerden
kalkış, insanın ana rahmindeki oluşumuna
benzemektedir. Nitekim tıp ilminin verilerine göre, sperm ana
rahmine düştüğü zaman, ilk oluşum sırasında
ana rahmi ile insan embriyonu arasında birleştirici bir sap
bulunur. Başlangıçta cenin bu sap üzerinde büyür.
İşte bu sap, insan embriyonunun kuyruk sokumuna tekabül eden
bölgesi ile bağlantılıdır. Sonuç olarak hadis-i
şeriflerde acbü'z-zeneb veya acmü'z-zeneb diye ifade edilen unsurun
ölümsüzlüğünü ve yeniden dirilişin çekirdeğini
teşkil edeceğini düşünmek mümkündür. Allah ve
Resulunun haber verdiği bazı konuların nasıl gerçekleşeceğini
bugün için pozitif, ilimlerin tam olarak açıklayamaması,
sonucu değiştirmez. Çünkü yaratıcı ve O'nun
adına konuşan elçisi bir şeyi söylemişse onun
doğruluğuna inanmak gerekir. Nitekim, yeni bilimsel
araştırmalar İslâm'ın daha önceki asırlarda açıklanamayan
tabiatla ilgili pek çok konularını günümüzde gün
ışığına çıkarmıştır.

Muhiddin BAĞÇECİ

Mefail HIZLI


Konular