Şamil | Kategoriler | Konular

ınzar

İNZÂR

Adakta bulunma, aslında vacip olmayan bir
şeyi, herhangi bir münasebetle kendine vacip kılma
manasına gelen "nezere" kökünden türemiş bir
kavram. Kelime anlamı, bir şeyin sonucundaki tehlikeyi haber
verip sakındırmak, uyarmak, dikkatini çekmektir. Korku verip
uyanık kılmak demektir. Sevinç haberi vererek müjdelemek demek
olan "tebşîr"in zıddıdır (bk. İbn Manzûr,
Lisânü'l-Arab; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, nezere
mad.).

Alacaklının, borçlusuna; ya borcunu ödeyip
gayr-ı menkûl üzerindeki ipoteği kaldırması veya
ipotekli olan mülkü, gereği yapılmak üzere tahliye etmesi
için gönderdiği ihtar mahiyetindeki resmi bildiriye de Arap dilinde
"inzâr" denir (el-Cevheri, es-Sıhâh, nezere mad.).

Ayrıca tıbbî bir terim olarak; hekimin
hastalığın süresi hakkındaki tahminine "inzâr"
denir.

İnzâr işini yapan, yani bir tehlikeyi haber
vererek başkasını uyaran kimse ya da nesneye "nezîr"
veya "münzir" denir. Nitekim, kabile çatışmalarının
yoğun olduğu cahiliyye döneminde, baskına gelen düşmanları
görerek kabilesini bundan haberdar eden kimseye "nezîr" denmiş;
hatta

"Ben çıplak nezîrim" sözü, o zamanda
beri Araplar arasında bir darb-ı mesel haline gelmiştir. Ebû
Tâlib bu sözün söyleniş sebebini açıklarken şöyle
der:

"Kişi, baskıncıların, aniden
kabilesine karşı saldırıya geçtiklerini görüp de
kavmini bundan haberdar etmek istediği zaman elbiselerini soyup
bunlarla işaret vererek baskına
uğradıklarını bildirirdi. Daha sonra bu, darb-ı
mesel haline geldi. Ebû Hanife, avı uyardığı için,
yayın tınlama sesine "nezir" demiştir. Bazı
dilciler ağarmış olan saça da aynı şekilde
"nezîr" tabirini kullanmışlardı (bk. İbn
Manzûr, a.g.e., a. mad.).

Dînî bir kavram olarak "inzâr"; Cenâb-ı
Allah'ın, peygamberleri aracılığıyla
kullarını uyarması onları kötü akibetten sakındırmasıdır.
"İnzâr" görevini ifa etmeleri sebebiyle peygamberlere de
"nezîr-münzir" denir.

"Âlemlerin Rabbi" olması hasebiyle
kullarım en iyi tanıyan ve onlara nasıl hitab edilmesi
gerektiğini en iyi bilen Allah Teâlâ, insanlık tarihi boyunca,
hak yoldan saparak şirk ve inkâr bataklığına saplanan
kavimleri "inzâr" etmeleri için, zaman zaman
"nezîrler" göndermiş ve bunların
uyarılarına kulak asmayanları, kendilerinden sonrakilere
ibret olacak şekilde cezalandırmıştır. Nitekim
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

"Âd kavminin kardeşini an ki, o, Ahkâf'ta
kavmini uyarmıştı. Kendinden önce ve sonra uyarıcılar
gelmiş olan kavmine; Allah'tan başkasına kulluk etmeyin.
Ben sizin, büyük bir günün azabına uğramanızdan
korkuyorum, demişti" (el-Ahkâf, 46/21).

"Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine;
ülkelerde benzeri yaratılmamış olan İrem'e; vadilerde
kayaları yontan Semûd'a; kazıklar sahibi Fir'avn'a! ki, hepsi
ülkelerinde azgınlık ederek fesadı
yaymışlardı. Bunun için Rabbin onların üstüne azap
kamçısı yağdırdı" (el-Fecr 89/6-14).

Resulullah (s.a.s)'in, risalet görevine (İslâm'a
tebliğ) ilk defa "inzâr"la başlamış
olduğunu da Cenâb-ı Hakk'ın: "Ey örtüye bürünen!
Kalk inzâr et" (el-Müddessir, 74/12) buyruğundan öğreniyoruz.
Bundan sonra Peygamber (s.a.s),"inzâr" görevine başlamış
ve "Sen ilk olarak en yakın hısımlarını inzâr
et!" (es-Şuarâ, 26/214) emri uyarınca önce yakın
hısımlarını uyarmıştır.

Rivayete göre "En yakın
hısımlarını uyar" ayeti nazil olunca, Hz.
Peygamber (s.a.s) Safa tepesine çıkıp "Ya sabahâ!"
diye nida etmiş, bunun üzerine insanların kimileri kendileri
gitmiş kimisi de elçisini göndermişti. Halkın
toplandığını gören Allah elçisi;

"Ey Abdülmuttalib oğulları! Ey Fihr
oğulları! Ey Lüeyy oğulları! Şu dağın
eteğinde size saldırmak isteyen bir süvari birliği var,
desem beni tasdik eder misiniz?" diye sorar. Onlar da
"evet" derler. Bunun üzerine; "Ben sizi önümdeki azabla
uyaran bir nezîrim" der. Ebû Leheb: "Bundan böyle hüsranda
olasın!" diye beddua eder (Buhârî, Tefsir Sure, 111/1-2;
İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azîm, VI, 176-181).

Bundan sonra Resulullah (s.a.s) hayatının
sonuna kadar, "inzâr" görevini eksiksiz bir şekilde
yapmıştır. Bir yandan müşrikleri hak yola davet
ederek inanmayanları ahiret âzabıyla "inzâr" etmiş,
diğer yandan kendisine inananları, her türlü günaha karşı
uyarmıştır. Bu tür "inzâr"lar Kur'an'da büyük
bir yer tutar:

"Ey ehl-i kitap! Peygamberlerin arası
kesildiğinde, size açıklayıp duran elçimiz gelmiştir.
Tâ ki; Bize ne müjdeci ne de uyarıcı gelmedi, demeyesiniz.
İşte size hem müjdeci hem de uyarıcı gelmiştir.
Allah her şeye kâdirdir" (el-Mâide 5/19).

"Eğer yüz çevirirlerse de ki;
İşte sizi Âd ve Semûd'u çarpan yıldırım gibi
bir azabla inzâr ettim" (el-Fussilet, 41/13).

"Sizi, yakın gelecekteki azabla uyardık.
O gün kişi, elleriyle sunduğuna bakar. Kâfir de; Keşke
toprak olaydım, der" (en-Nebe', 78/40).

Tüm bunlara rağmen, inkârcılar ve inanmak
istemeyenler yine de inanmaz, karanlığı
aydınlığa tercih edeceklerdir: "Kâfirleri inzâr
etsen de etmesen de birdir. inânmazlar" (el-Bakara, 2/6).

"Göklerde ve yerde bulunanlara bir bakın!
da. Ama inanmayacak bir millete ayetler ve inzârlar fayda vermez"
(Yunus, 10/101).

Allah'a iman edenler ise başka türlü
"inzâr" ediliyor:

"Rablerine toplanacaklarından korkanları
Kur'an'la uyar. Ondan başka ne bir dost ne de bir şefaatçıları
vardır. Umulur ki sakınırlar" (el-En'âm, 6/51).

"Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı
insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun basında iri gövdeli
sert tabiatlı, Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere
karşı gelmeyen ve emredileni yapan melekler vardır"
(et-Tahrîm, 66/6).

"Bir de öyle bir fitneden sakınınız
ki, içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmez. Biliniz ki
Allah'ın azabı şiddetlidir" (el-Enfâl, 8/25).

"Öyle bir günden sakınınız ki, o
günde kimse, kimse için birşey ödeyemez, şefaati kabul
edilmez, fidye alınmaz ve onlara yardım da edilmez"
(el-Bakara, 2/48).

Sonuç olarak denilebilir ki;

Allah'a gerçekten iman edenler için, ayrıca
herhangi bir dünyevî cezaya gerek kalmaksızın, her türlü
suça karşı caydırıcı olarak bu "inzâr
(uyarılar)" yeterlidir. İnanmayanlar ise, bu ilâhî uyarılardan
mahrum kaldıkları için, kanunların koyduğu müeyyidelere
karşı da duyarsız olurlar. Bu duruma göre, İslâm'ın
toplumda suç işleme oranını
azalttığını söyleyebiliriz. Çünkü vahiy ve
sünnette yer alan ön uyarılar ve uhrevî müeyyideler, mümini
belli bir alanda kalmaya zorlar.

Halid ERBOĞA


Konular