Şamil | Kategoriler | Konular

ısçı, ısçılık

İŞÇİ, İŞÇİLİK

Bir işi ücret karşılığında
yapan, ücret karşılığında iş yapmak.
İş işlemek, yapmak, icra etmek, tasarruf etmek ve amel
etmek. Bir isim olarak "amel", iş ve vazife demektir. Çoğulu
"a'mâl" gelir. Âmil ve ecîr de; işçi, bir işi
yapan, işleyen ve çalışan kişi anlamında
kullanılır. Bunların çoğulları, ummâl, amele;
ecîr'in ise ücerâ gelir (İbn Manzur, Lisanü'l-Arab, Beyrut 1955,
amel ve ecr. mad.). Arapça'da genel olarak çalışmak ve iş
yapmak anlamında başka terimler de vardır. "Sa'y",
"fi'l", "cehd" ve "ecr" bunlar arasında
sayılabilir.

Kur'an-ı Kerîm'de kendisinin veya başkalarının
işinde çalışmak yahut ahiret için iyi işler
yapıp hazırlamak anlamlarında olmak üzere 670 kadar ayet
vardır. Yalnız "iş (amel sözcüğü ve türevleri
360 ayette geçer) (bk. M. Fuad Abdulbâki, el-Mu'cemu'l Müfehres Li
Elfâzi'l-Kur'ani'l-Kerîm, Kahire 1378/1958, ilgili sözcüklerin
maddeleri). Hz. Muhammed'in hadislerinde de aynı terimleri ve işçi,
işveren konularında çeşitli hükümleri bulmak
mümkündür:

"...Onun meyvasından ve kendi ellerinin
yaptıklarından yesinler diye... " (Yâsin, 36/35); "İnsan
için ancak çalıştığının
karşılığı vardır" (en-Necm, 53/39);
"İnanıp iyi işler yapanlara, Allah, ücretlerini tam
olarak verecektir" (Âlu İmrân, 3/57);"Biz elbette, iman
edip işini iyi yapanların ücretini zayi etmeyiz" (el-Kehf,
18/30).

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "İşçinin
ücretini teri kurumadan önce veriniz" (İbn Mâce, Rehin, 4);
"işçi çalıştıran kimse, işçisine ne kadar
ücret vereceğini bildirsin " (Nesaî, Eymân ve'n-Nuzûr, 44;
Zeyd b. Alî, Müsned, H. 654).

Bir hukuk terimi olarak işçi; başkasına
ait bir işi veya hizmeti bir ücret karşılığında
yapmayı üstlenen kimse anlamına gelir. Bu, işçinin emeğini
kiralaması demektir. Bu yüzden işçi (âmil, ecir) ve iş
akdi konusu, İslâm hukuku kaynaklarında kira akdi (icâre)
içinde incelenmiştir (Ali Haydar, Dürerü'l-Hukkâm Şerhu
Mecelleti'l-Ahkam, I, 682, Mecelle, Mad. 413; Mevsilî, el-İhtiyâr,
II, 35 vd.). İnsanlar bütün işlerini her zaman kendileri göremez.
Başkalarının yardımına ihtiyaç vardır. Bu
yardımın sürekli olarak meccânen yapılması
beklenemez. Sözleşme ve ücret, emeğin kiralanmasında sürekliliği
sağlar. Bir ücret karşılığında
başkasını çalıştıran kimseye "işveren"
denir. işveren gerçek kişi olabileceği gibi, devlet,
vakıf, şirket gibi tüzel kişi de olabilir. Tarım
işçileri için, çiftçi anlamında "fellâh" sözcüğü
de kullanılmıştır. Bu konuda er-Remlî (ö. 1004/1595)
şöyle der:

'Tarım yapılan bir toprağın yarar
ve zararı, toprak sahibine aittir. Çalışan kimse (fellâh),
sadece işçilik ücretine hak kazanır" (er-Remlî,
Nihâyetü'l Muhtac ilâ Şerhi'l-Minhâc, V, 247). Diğer işçiler
için daha çok "ecîr" kelimesi kullanılmıştır.
Çoğulu "ücerâ" gelir. Ayette; "Ey babacığım,
onu ücretli tut!..." (el-Kasas, 28/26), hadiste; "işçiye
ücretini teri kurumadan önce verini;" buyurulurken, işçi,
"ecîr" sözcüğü ile ifade edilmiştir (İbn Mâce,
Rehin, 4).

İslâm'da, emeğini başkasına
kiralayan tüm çalışanlar aynı statü içinde değerlendirilmiş,
işçi, memur, subay, kamu görevlisi olma veya özel sektörde çalışma
gibi ayırımlar yapılmamıştır. Ancak iş
ve mesleğin durumuna göre emeğin değeri üzerinde durulmuştur.

İslâm'da işçiler özel (hâs) ve ortak (müşterek)
olmak üzere ikiye ayrılır:

a) Özel işçi (el-ecîru'l-hâs): Yalnız,
bir gerçek veya tüzel kişiye ücret karşılığında
çalışan kimsedir. Bugün bir iş akdine dayanarak çalışan
fabrika, inşaat, tarım işçileri ve memur kesimi bu gruba
girer. Yapıları hizmetin özel veya kamu hizmeti niteliğinde
olması sonucu etkilemez. Yalnız bir kişiye ait
koyunları güden çoban, başkasının aracını
kullanan şoför de bu statüye girer. işin kapsamı
sınırlandırıldığı için işverenin
birden fazla olması sonucu değiştirmez. Meselâ, bir köy
halkı öğretmen, imam, müezzin veya köy çobanı tutsa,
bunlar da"özel işçi" sayılır. Çünkü bu sayılanlar
belirli işleri yapmakla yükümlüdür. Cami görevlileri Şafiî,
Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre, İslâm'ın çıkışından,
Hanefîlere göre ise Milâdî XIII. yüzyıldan itibaren emeğini
ücret karşılığında kiralayan sınıf içinde
yer almışlardır (el-Kâsânî, Bedâyîu's Sanâyi', Beyrut
1974, IV, 184; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, Bulak 1892, IV, 448; el-Mâverdî,
el-Ahkâmü's-Sultâniyye, Kahire 1298, s. 210; Ali Haydar, a.g.e., l,
919; Mecelle, Mad., 423, 569, 570).

Özel işçi, sözleşmedeki şartlara veya
örfe göre belli sürede işveren için çalışmak
zorundadır. Bu süre içinde başkası adına çalışamaz.
Çünkü işverenin belli bir süre onun iş gücünden yararlanma
hakkı vardır. İzinsiz olarak başkasının
işinde çalışır ve bu yüzden kendi işverenin
işi eksik kalırsa, bu eksiklik onun ücretinden düşürülebilir.
Özel işçi, işinin başında hazır olmak ve
iş verildiği taktirde yapmak üzere işyerinde
bulunduğu surece ücrete hak kazanır (el-Merginânî, el-Hidâye,
III, 245; Ali Haydar, a.g.e., I, 692 vd).

b) Ortak işçi (el-ecîru'l-müşterek):
Belirli gerçek veya tüzel kişiye değil de herkese iş
yapan boyacı, terzi, marangoz gibi zanaatkârlar; doktor, avukat,
muhasebeci gibi serbest meslek sahipleri bu gruba girer. Bunlar işi
yapmadıkça ücrete hak kazanamaz. Ortak işçi birçok kişiden
iş kabul edebilir ve belli bir kişiye süreyle bağlı
çalışma yapmaz. Meselâ; yalnız bir fabrikanın
muhasebe işlerini yapan kimse özel işçi sayılırken,
bu muhasebeci, başkalarının da muhasebe işlerini kabul
edip ücretle yapabiliyorsa ortak işçi grubuna girer. Sözleşmede,
herkesten iş alabileceği belirtilmişse, piyasadan
başka iş alamamış olsa bile, ortak işçi özelliği
devam eder. Çünkü istediği takdirde iş alması mümkündür
(el-Fetâvâ'l-Hindiyye, IV, 410, 455, 456; Ali Haydar, a.g.e., I, 693,
694).

Bu duruma göre, İslâm'da işçi kapsamı,
beşerî hukuktakinden daha geniştir.

Ücret karşılığı işçi
çalıştırmanın meşrûluğu kitap, Sünnet ve
icmâ delillerine dayanır. İslâm'dan önceki semavî dinlerde
de ücretle işçi çalıştırma uygulaması
vardır. Bunlardan birisi Hz. Musa ile ilgilidir. Hz. Musa, peygamber
olmadan önce Mısır'dan ayrılarak, şuayb peygamberin
bulunduğu Medyen yöresine gider. Kasabanın kenarında,
koyunlarını sulamaya çalışan Şuayb (a.s)'ul iki
kızına yardımcı olur. Olayın devamı
Kur'an'da şöyle anlatılır:

"Derken o iki kadından biri utana utana yürüyerek
Musa'nın yanına geldi ve söyle dedi; Babam (koyunlarımızı)
sulama ücretini vermek üzere seni çağırıyor"

"O iki kızdan biri dedi:
Babacığım onu ücretle çoban tut. Şüphesiz çalıştırdığın
işçilerin en hayırlısı bu güçlü ve güvenilir
adamdır" (el-Kasas, 28/25, 26).

"Şuayb (a.s) dedi: Bu iki kızımdan
birini -sen bana sekiz yıl işçilik yapmak üzere- sana
nikâhlamak istiyorum" (el-Kasas, 28/27). İslâm'dan önceki
ümmetlere ait hükümler, neshedildiği sabit olmadıkça
geçerliliğini korur. Özellikle bunlar tenkit ve kötüleme için
zikredilmemişse, yararlanılması amaçlanmış olur
(Ali Haydar, a.g.e., I, 673).

Diğer bazı ayetlerde de isçilikten söz
edilir: "İnsan için ancak çalıştığının
karşılığı vardır" (en-Necm, 53/39);

"İnsanlara mal ve ücretlerini eksik vermeyin
" (el-A'râf, 7/85); "Eğer
boşadığınız kadınlar, sizden olan çocuklarınızı
emzirirlerse, onlara ücretlerini veriniz" (et-Talâk, 65/6);
"Musa (a.s) ile Hızır, yolculuk yaparken yolları bir köye
uğrar. Hızır (a.s) orada yıkılmak üzere bulunan
bir binayı sağlamlaştırır ve buna
karşılık herhangi bir ücret talep etmez. Yiyecek sıkıntısı
içinde olduklarından, Musa (a.s) ona şöyle der: "'Eğer
sen isteseydin, bu işe karşılık ücret alırdın
" (el-Kehf, 18/77).

Yukarıdaki ayetler, bir insanın, diğer
bir insan tarafından ücret karşılığında
çalıştırılmasının meşrû olduğunu
gösterir. Diğer yandan geçmiş toplumlarda da uygulamanın
böyle olduğuna işaret eder.

Hz. Peygamber'in işçi konusunda çeşitli
hadisleri vardır: "İşçiye ücretini teri kurumadan
veriniz" (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, Kahire 1973, IV, 129; eş-Şevkânî,
Neylü'l-Evtâr, Mısır, tş IV, 292); "Bir işçi
çalıştıran kimse, ona vereceği ücreti bildirsin"
(Nesaî, Eymân ve'n-Nuzûr, 44). Kudsî bir hadiste de şöyle
buyurulur: "Üç kimse, kıyamet gününde beni karşılarında
bulacaktır: Benim adımı verip haksızlık eden; hür
bir insanı satıp parasını yiyen; bir kimseyi çalıştırıp
da, ona ücretini vermeyen" (Buhârî Büyû', 106, İcâre, 12,
15; İbn Mâce, Rehin, 4; Ahmed b. Hanbel, II, 292, 358, III, 143)

Hz. Peygamber, eski toplumlarda işçilerin haklarının
gözetildiğini belirtirken özet olarak şöyle demiştir:
"Geçmiş kavimlerden üç kişi bir yere gitmekte iken,
yolda fırtınaya yakalanarak bir mağaraya
sığınırlar. Fırtınanın getirdiği büyük
bir kaya parçası mağaranın ağzını
kapattığı için, içeride mahsur kalırlar. Kendi
aralarında konuşarak, Allah katında, en değerli
olması muhtemel amellerini öne sürüp, kurtuluş için dua
etmeye karar verirler. İlk ikisinin duasıyla kaya parçası
biraz aralanır. Bir işveren olan üçüncüsü şöyle dua
eder: Ey Rabbim, ben birtakım işçiler çalıştırdım.
Ücretlerini ödedim. Ancak işçilerden birisi ücretini almadan
gitti. Onun hakkını ticaretle işletip arttırdım.
Bir çok malı oldu. Bir süre sonra gelerek ücretini istedi. Ben,
gördüğün şu deve, sığır, koyun ve hizmetçiler
senin ücretinden meydana geldi, dedim. Benimle alay etme, diye cevap
verdi. Seninle alay etmiyorum, dedim. Bunun üzerine bütün malını
alıp gitti, hiç bir şey bırakmadı. Ey Rabbim; bunu
sırf senin rızanı kazanabilmek için yapmışsam,
bizi bu mağaradan kurtar!" Bu duanın arkasından
mağaranın ağzını kapatan taş yuvarlanır
ve oradan kurtulurlar" (Buhârı, İcâre, 12; Kâmil Miras,
Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi,
Ankara 1957-1972, VII, 37-41).

Bir ücret karşılığı işçi
çalıştırmanın caiz olduğu konusunda görüş
birliği (icmâ') vardır. Çok az sayıda bilgin, iş
akdinde yararlanma, akit sırasında elde edilemediği için,
bu akdin caiz olmadığını öne sürmüşse de, bu görüş
zayıf kalmış ve yüzyıllar içinde taraftar bulamamıştır.
İbn Rüşd (ö. 520/1126) bu konuda şöyle der: Yararlanma
her ne kadar akit sırasında mevcut değilse de, süre
geçtikçe elde edilir ve genel olarak meydana gelir. İslâm hukuku,
bu şekilde, çoğunlukla ifası mümkün veya ifa edilme
şansı yarıdan fazla olan yararlanmalar üzerinde icare
akdini kabul etmektedir (ibn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır,
ts., II, 218; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 544 vd.). Diğer yandan
İslâm hukukunda kira ve iş akdi kıyasa aykırı
sayılmıştır. Çünkü bu akitlerde konu yararlanmadır.
Yararlanma ise, akdin yapıldığı tarihte henüz meydana
gelmemiştir. Ma'dûm mevcut olmayan bir şeyin satımı
sayıldığı için, bu akitlerin geçersiz olması
gerekirken, insanların ihtiyacı nedeniyle, yukarıda
zikrettiğimiz ayet ve hadis delilleriyle meşrû kılınmıştır.
Çünkü, zenginin işçiye, yoksulun ise paraya ihtiyacı
sardır. İş akdi, birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir
araya getirir. Akıl da bunun böyle olması gerektiğini
kabul eder (es-Serahsî, el-Mebsût, XV, 74, 75; el-Kâsânı, Bedâyîu's-Sanâyi',
IV, 173, 174; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l Kadir, Bulak 1316/1898, VII,
147).

İslâm'da, emeğinin geliriyle geçimini sağlayan
işçi ve memurlar bir sınıf oluşturmaz. Çünkü bu
gün emeğiyle geçinen kimsenin yarın emek-sermaye (mudarabe*)
ve ziraat ortakçılığı (müzâraa*) gibi ortaklıklar
içinde işveren sıfatını kazanması mümkündür.

İş sözleşmesinin önemli unsurlarından
birisi de ücrettir. İşçi, çalışması
karşılığında ücrete hak kazanır. Böylece
hak ve görev birlikte bulunur. Hatta görev, ücretten de öde gelir. Hz.
Peygamber'in is akdinde, ücretin miktarının belirlenmesini (Nesâî,
Eymân ve'n-Nuzûr, 44)ve bunun işçiye teri kurumadan verilmesini
istemesi (İbn Mâce, Rehin, 4) bu hakkın önemini ortaya
koymaktadır. İşveren genel olarak ekonomik bakımdan
daha güçlü olduğu için, işçiyi korumak amacıyla, çeşitli
toplumlarda düzenleyici bazı hükümler getirilmiştir.

Avrupa ülkelerinde işçilerin haklarını
koruyucu tedbir ve düzenlemeler ancak 18. yüzyıldan itibaren
alınmaya başlanmıştır. Büyük sanayi inkılâbı
ile işçi kitleleri bazı teşkilatlar kurarak
haklarını korumak veya yeni haklar istemek ihtiyacını
duymuşlardır. İşçi hakları konusunda ilk sosyal
politika tedbiri, İngiltere'de 1802 tarihinde, dokuma sanayiinde çalıştırılan
çocukların çalışma şartlarım düzenleyen
kanunla başlar. 1819, 1844 ve 1867'de çıkarılan kanunlar
bunu izledi. Daha sonra kadınlar ve yetişkin işçiler için
koruyucu hükümler getirildi. Aynı tarihlerde, Fransa ve İsviçre'de
de benzer sosyal politika tedbirleri alındı (Central Office of
Infor-mation: Main-D'oeuvre et Conditions de Travail en Crande- Bretagne,
Londres 1965, s. 1'den naklen, Cahit Talaş Sosyal Politika, Ankara
1967, s. 117- 129; Antony Babel, Le'gislation du Travail en Suisse, Geneve
1925, s. 112'den naklen, Cahit Talas a.g.e., s. 113, 136, 137).

İslâm'da, bu konulardaki düzenleyici
hükümlerin VI. yüzyılda getirildiği ne Hulefâ-i râşidin
devrinde ilk onemli uygulamaların yapıldığı düşünülürse,
Batı toplumlarından çok daha önce aynı konulara
çözümler getirildiği anlaşılır.

Aynı şekilde Osmanlı döneminde
görülen aşağıdaki uygulama örneği işçilerin
hak arama ve isteme bakımından Avrupa'dan çok önce teşkilatlandıklarını
göstermektedir. Uygulama şöyledir: XVIII. yüzyılda Kütahya
yöresi çinicilik sanatının merkezi olmuştu. Çini
atölyelerinde çalışan çok sayıda işçi hayat pahalılığı
nedeniyle geçinemez duruma düşmüştü. Atölye sahipleri
ücretleri kendiliğinden yükseltmeyince, işçi temsilcileri
mahkemeye başvurmuş ve Kütahya Eyalet Divanı'nda 13 Temmuz
1766 Miladî tarihinde aşağıdaki "Toplu İş Sözleşmesi"
hüküm altına alınmıştır: l) Kütahya'da 24 iş
yeri (çini ve fincan atölyesi)nden başka atölye açılmayacaktır.
2) Bu is yerlerinde kalfalar 100; has (değerli) fincan işçileri
de 40 akçe alacaktır. 3) Çıraklara, 100 âdi fincan ve 250
normal fincan imal ederlerse, günde 60 akçe verilecektir. 4) Hatıfeler
(yaldızcı) 150 has fincan işlerse kendilerine 60 akçe
ödenecektir. 5) Çıraklar usta oldukları zaman ücretleri orantılı
olarak artacaktır. 6) Fincanın tanesi 4 kuruşa
perdahlanacaktır. 7) Günde azamî 160 fincan işlenecektir. 8)
Bu sözleşmeden işçi ve işveren hoşnuttur. 9) Bu sözleşme
üstat ve zennîler önünde yapılmıştır. 10) Bu sözleşmeye
aykırı hareket edenler şer'iyye Mahkemesi tarafından
cezalandırılacaktır. 11) Taraflar bir zarara uğrarsa
bu ortalama olarak ödenecektir. 12) Bu sözleşme Şer'iyye
Mahkemesi'nin himayesindedir. 13) Kalfa ve ustalar bir hastalığa
yakalanırsa, yardım olunacaktır. 14) Çıraklar,
belirli bir süre sonunda usta olabilirler 15) Bu sözleşme,
Şer'iyye Mahkemesi sicilinin 57. sayfasındadır.

Bu sözleşmenin, işçi ve işveren münasebetlerini
düzenleyici hüküm ve tedbirler getirmekte kaynak sayıları
İngiltere'deki ilk "Toplu İş Sözleşmesi"nden
51 yıl önce yapıldığı ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan belge; şer'iyye sicillerinin, sosyal, hukukî,
malî ve ekonomik alanlarda ne kadar zengin bilgileri kapsadığını
göstermektedir.

İşçi ücretinin miktarı: İşçi
ücretlerini miktar olarak belirleyen bir ayet veya hadis yoktur. Ancak
ayet ve hadislerde adaletli bir ücretin belirlenmesi için bazı
ölçüler verilmiştir. Çünkü işin çeşidi, çalışma
süresi, beldenin ekonomik şartları, işçinin becerisi
ücretin miktarı üzerinde etkili olan unsurlardır.
Alış-verişlerde eşya fiyatlarını uzun sure
sabit tutmak mümkün olmadığı gibi, emeğin
değerini de dondurmak mümkün olmaz. İslâm'da çeşitli
iş ve meslekler için maktu ücret miktarları belirlenmemekle
birlikte, bunun, iş akdi yapılırken tespiti öngörülmüştür.
Aksi halde iş akdi geçersiz olur ve işçi çalıştığı
günler için emsal ücrete hak kazanır.

Emeğiyle çalışan kimsenin, ücret veya
maaş miktarının işçinin kendisinin ve bakmakla
yükümlü olduğu kimselerin yeme, içme, giyim, eğitim,
barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak
ölçüde olması gerekir. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Şüphesiz
Allah adaleti, iyiliği ve yakın hısımlara muhtaç
oldukları şeyleri vermeyi emreder"(en-Nahl, 16/90). "Ölçü
ve tartıyı tam yapın. İnsanlara mal ve ücretlerini
eksik vermeyiniz" (el-A'râf, 7/85).

Hz. Peygamber bir hadiste şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse bizim işimize tayin olunursa, evi yoksa ev edinsin;
bekarsa evlensin; hizmetçisi yoksa hizmetçi ve biniti yoksa, binit
edinsin. Kim, bunlardan fazlasını isterse o, ya emanete hıyânet
eder veya hırsızlığa düşebilir" (Ebû
Dâvud, İmâre, 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 299).

Burada, ücret ve maaşların, işçi,
yahut memur kesimine sağlaması gereken hayat seviyesine
işaret edilir. Buna göre, işçi ücretinden; memur maaşından
yapacağı tasarruflarla makul süre içinde ev edinebilmeli;
bekârsa evlenebilmeli ve arabası yoksa, bir araç satın
alabilmelidir. Ayrıca, bu aracı rahat kullanabileceği
ekonomik bir ortamın meydana gelmesi de amaçlar arasında
sayılabilir. Gerçekte, işçinin ürettiği ekonomik
değerlerin bedelleri içinde, bu sayılanları
karşılayacak ölçüde emek bedeli vardır (Hamdi Döndüren,
Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar,
İstanbul 1988, s. 166-176).

Beşinci Raşid Halife Ömer b. Abdülazîz
(ö. 101/720) işçi kesimine şöyle seslenmiştir:
"Herkesin barınacağı bir evi, hizmetçisi, düşmana
karşı yararlanacağı bir atı ve ev için gerekli eşyası
olmalıdır. Bu imkânlara sahip olmayan kimse borçlu (gârim)
sayılır ve zekât fonundan desteklenir" (Ebû Ubeyd,
el-Emvâl, Nşr. M. Halil Hurras, Kahire 1388/1968, s. 556).

Kısaca, yukarıdaki ölçüler içinde temel
ihtiyaçlara göre, çeşitli san'at ve meslekler için belirlenecek
ücret veya maaş, eşya fiyatlarında meydana gelebilecek
artışlar oranında, ücreti yeniden belirleme hakkı
doğar.

İşçiye, gücünü aşan iş yüklememek
gerekir. Ayette şöyle buyurulur: "Allah hiç bir kimseye
gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez "
(el-Bakara, 2/286). işçiye ağır yük ve yükümlülükler
yükletilirse, ona yardım etmek gereklidir (bk. Buhârî, İmân,
22, ltk, 15; Müslim, Eymân, 40).

İşçi, namaz ve oruç gibi farz ibadetleri ve
sünnet çeşidine giren taatleri yerine getirme hakkına
sahiptir. İşverenin, işin yoğun olması nedeniyle
cemaatle namaz kılmaya izin vermeme hakkı vardır. Ancak tek
başına kılınması caiz olmayan cum'a ve bayram
namazları bundan müstesnadır. Eğer yakında bir mescid
varsa, ibadet süresi için işçinin ücretinden bir kesinti yapılmaz.
Çünkü bu, büyük bir süre kaybına yol açmaz. Ancak cuma namazı
kılınan yer günün dörtte birini alacak kadar uzak olursa,
geçen sure ücretten düşürülebilir (İbn Abidin Reddü'l-Muhtâr,
Beyrut, t.y., V, 59).

İşçiye akitle belirlenen ücret ve maaş
dışında yeme, içme, giyim eşyası gibi sosyal
yardımlar yapmak prensip olarak zorunlu değildir. Ancak bu gibi
yardımlar iş akdinde yer alır veya örfleşmiş
bulunursa, buna uymak gerekir (Ali Haydar, Dürerü'l Hukkâm,
İstanbul 1330/1912, I, 926, Mecelle, Madde, 43, 576; Hamdi Döndüren,
a.g.e., s. 185-187).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular