Şamil | Kategoriler | Konular

Er-razi

er-RÂZÎ

Fahruddîn Muhammed İbn Ziyâuddîn Ömer ibn
el-Hüseyn el-Kureşî er-Râzî, Fahreddin Râzî adıyla
meşhur fıkıh, kelâm, felsefe, tabii bilimler ve tefsir
âlimi. 543/1149 yılında Rey şehrinde dünyaya geldi. Babası
o zamanda Rey'in hatibi olduğu için İbn Hatîbi'r-Rey diye de
bilinir. Kaynaklarda Hz. Ebû Bekr zürriyyetinden geldiği
kaydedilmektedir. Bu sebeple nisbeleri arasında bir de "el-Bekrî
el-Kureşî" nisbesi vardır.

Âlim bir babanın oğlu olarak ilk bilgilerini
babasından almış, daha sonra ilim öğrenmek üzere
muhtelif şehirlere seyahat etmiştir. Gerek tahsili devresinde
gerekse yetiştikten sonra Harezm, Buhara, Serahs, Semerkand, Hocent,
Gazne gibi şehirlerde dolaşmış, sonunda Herat'ta karar
kılarak oraya yerleşmişti.

İlk hocası olan babasından sonraki
hocaları arasında büyük bir hadis âlimi, Muhyi's-Sunne lakabı
ile anılan ve Mesâbîhu's-Sunne adlı eserin müellifi el-Beğavî,
Kemâl es-Sem'ânî ve Mecd el-Cîlî sayılabilir.

Fahreddin Râzî; Tefsir, Fıkıh, Usül, Kelam,
Hikmet, Felsefe, Mantık, Astronomi ve tabii ilimlerde engin bilgi
sahibiydi. Bir çok sahada eserler telif etmesi yanında
sayısız talebe yetiştirmiştir. Zeynuddîn el-Kîşî,
Kutbul-Mısrî, Şihabuddîn en-Neysâbürî ve Mufaddal ibn Ömer
gibi âlimler hep onun yetiştirdiği talebelerdendir.

Başlangıçta fakir iken daha sonraları
Gazne sultanı Gıyâseddin el-Gürî ve Harezm sultanı Alâuddîn
Muhammed ibn Tökeş gibi bazı hükümdarlar katında itibar
gördükten sonra birçok sultan, emîr ve vezir tarafından kendisine
verilen hediyelerle zenginleşmiş ve müreffeh bir hayat geçirmiştir.
Son derece velüd bir âlim olmasının, gördüğü bu
itibarla doğru orantılı olduğu açıktır.
İlim ehlinin ilme ve ilim talebesine faydalı olabilmesinin belki
de birinci şartının temsil ettiği ilme değer
verilmesi ve ona ilim yollarının
kolaylaştırılması olduğu, günümüzde de gözardı
edilmemelidir. Fahreddin Râzî'nin; içinde bulunduğu müsait
şartlarda yetiştirdiği iki oğlu Ziyâuddîn ve
Şemsuddîn de aynen babaları gibi ilimle
uğraşmışlardı. Râzînin, Harzemşahların
vezirlerinden Alâul-Melik el-Alevî ile evlenen bir de kızının
olduğu söylenir. Râzî, orta boylu, biraz kilolu, uzun sakallı,
gür sesli, vakarlı, zahidâne bir hayat geçirmeyi seven, takvâ
sahibi bir âlimdi. Bazı sultanlar ve vezirler onun adına
değişik şehirlerde medreseler kurmuşlardı.
Eserleri henüz o hayatta iken o medreselerde ve başka mahfillerde
okutulurdu. Bulunduğu şehirlerdeki birçok fırka ve mezheb
mensupları ile münazaraları münakaşaları olmuş;
Ehl-i sünnet akidesini müdafaa ettiği için bazı sapık
fırkaların mensupları tarafından hücumlara hedef olmuş,
yıpratılmaya çalışılmış ve birçok düşman
kazanmıştı. Meselâ Buhara'dan, doğum yeri olan Rey'e
dönüşüne oradaki muhaliflerinin halkı aleyhine
kışkırtmaları sebeb olmuştu. Zamanındaki
sapık mezheplerden özellikle Mücessime ve Kerramiyye ile büyük
bir mücadele vermiş ve Kerramiyye taraftarlarınca tekfir
edilmiş, hatta öldüğü zaman cenaze namazı dahi
engellenmeye çalışılmıştı. Bazı rivâyetlerde,
onun Kerrâmiler tarafından zehirlendiği, vefatı üzerine
Kerrâmilerin sevinç gösterileri yaptığı kaydedilir.
Herat'ta 606/1210 yılının Ramazan bayramının
birinci günü vefat etmiştir.

Fahreddin Râzî fıkıhta Şâfiî,
akaidde Eş'arî kelâmını benimsemiş ve müdafaa etmiştir.
İmam Gazzâlî'yi çok sevmesine, tefsirinde ondan birçok nakillerde
bulunmasına rağmen zaman zaman onun bazı fikirlerini tenkid
ettiği de görülür.

Vaazlarının son derece tesirli olduğu;
hem kendisinin ağladığı, hem de cemaati
ağlattığı, cemaati daima zühd ve takvâya davet eden
vaazlar verdiği nakledilir.

Kelam, Hikmet ve Felsefenin revaçta olduğu bir
devrede ve bölgede yaşadığı için bu ilimlere önem
vermiş ve Felsefe ile İslam akidesini te'lif etmeye çalışmıştır.

Geniş bilgi ve kültürünü aksettiren eserleri
Tefsir, Kelam, Usûl, Fıkıh, Nahiv, Edebiyat, Felsefe, Tıp,
Hendese ve Astronomi sahalarındadır. Bu eserlerinden tesbit
edilebilen en meşhurları şunlardır:

1) el-Mahsûl: Usûl-i fıkha dairdir; 2) el-Metâlibul-Âliye:
İlm-i kelâma dairdir; 3) Kitâbul-Beyân vel-Burhân: Sapık
mezheblerin görüşlerini delilleri ile reddeden bir eseridir; 4)
İ'câzul-Kur'an; 5) Menâkıbu'ş-Şafiî; 6) es-Sırrul-Mek'nün;
7) el-Meâlim fi Usüli'd-Din; 8) Nihâyetu'l-Îcâz fî Dirâyetil-İ'câz;
9) Durratu't-Tenzîl ve Gurratu't-Te'vîl;10)Şerhu Uyûnil-Hikme; 11)
Şerhu'l-Vecîz: İmam Gazzâlî'nin Şafii fıkhına
dair el-Vecîz adlı eserinin şerhidir; 12) Şerhul-Mufassal:
Zemahşerî'nin nahve dair el-Mufassal adlı eserinin
şerhidir;13) Şerhul-Esmâi'l-Hüsnâ; 14) et-Tefsîru'l-Kebîr,
diğer adıyla Mefâtîhul-Ğayb: Fahreddin Râzî'nin en meşhur
eseri bu tefsiridir (es-Suyûtî, Tabakâtul-Müfessirîn, Kahire 1976, s.
115-116; Mahmud Besyünî Fûde, Neş'etu't-Tefsîr ve Menâhicuhü, Mısır
1986, s. 185; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara 1988, II,
237-243).

Râzî Tefsiri Fahreddin Râzî'nin, önce müstakil
bir süre tefsiri halinde Fâtiha Suresi tefsiri kaleme aldığı
kaynaklarda kaydedilmektedir. Bazı kaynaklarda meselâ İbn
Kadı Şuhbe ve İbn Hallikân- Râzî'nin, tefsirini
tamamlayamadığı, bunun daha sonra gelen bazı
âlimlerce -İbn Hacer el-Askalânî'ye göre Necmuddin Ahmed ibn
Muhammed ibn Ebil-Hazm el-Mahzümî- (öl. 727/1327); Kâtib Çelebi'ye
göre Necmuddin Ahmed ve Kâdıl-Kudât Şihâbuddîn Halil
el-Hûyî (öl. 639/1241-1242)'nin tamamlamış olduğu (Muhammed
Huseyn ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Mufessirûn, Kahire 1976, I, 291)
söyleniyorsa da Tefsirin tamamı okunduğunda bu gün elimizde
bulunan, et-Tefsîrul-Kebîr ve Mefâtihul-Ğayb adlarıyla
bilinen bu tefsirin tamamının Fahreddin Râzî'ye ait olduğu
açıkça görülür. Kaldı ki, Râzî, birçok surenin sonuna o
surenin tefsirini nerede ve hangi tarihte bitirdiğini de
kaydetmiş bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre tefsirini ne
zaman yazmaya başladığı hakkında fikir yürütmemiz
mümkün olmamakla birlikte, bu eserdeki tarihler 595/1199 ile 603/1207
arasındadır. Buradan da anlaşıldığına göre
Râzî, tefsirini ömrünün sonlarında yazmış ve
muhtemeldir ki vefatından az önce ancak tamamlayabilmiştir. Râzî'nin
bu tefsirini ve ondaki metodunu şöyle özetlemek mümkündür:
et-Tefsîrul-Kebîr genişçe bir mukaddime ile başlar. Bu
mukaddimede istiâze ve besmele inceden inceye açıklanır, her
ikisinin kelimeleri tek tek incelenir. Bunlardaki manâlar nükteler,
hikmetler ve ilimler; kitablar, bablar, bölümler, fasıllar,
meseleler ve nüktelere ayrılarak tanıtılır. Daha
sonra Fâtiha Suresi tefsirine geçilir.

Râzî Tefsirinde her surenin tefsiri başlıbaşına
bir kitap hüviyetindedir. Burada kitaplar bablara, bablar meselelere ayrılır.
Her mesele de mukaddimeler, hüccetler, latifeler, hükümler ve vecihlere
ayrılmıştır. Ayrıca bablar kısımlara,
kısımlar faidelere ve nüktelere ayrılır. Tefsirde aklî-felsefi
ve kelâmî konular, fıkhî meseleler detaylı bir şekilde
incelenir. Zaman zaman bu geniş açıklamalar içinde okuyucu
kendini kaybedebilir. Bu yüzden bazı âlimler; "Râzî
Tefsirinde tefsir dışında her şey vardır"
demek zorunda kalmışlardır. Halbuki Râzî sahip olduğu
aklî ve tabii bilimleri tefsire sokmuş, tefsirde bunlardan istifade
etmiş, dolayısıyla Tefsir uzamış ve sanki
tefsirden uzaklaşılıyor intibaına sebebiyet
vermiştir.

Fahreddin Râzî tefsirin mevzularına girerken ilmî-aklî
metodu kullanması yanında salihlerin hikâyelerine, sûfîlerin
kıssalarına, filozofların mev'iza ve nasihatlarına,
adaletli hükümdarların adaletli davranışlarının
hikâyelerine de yer verir.

O, genellikle bir ayetin tefsirine başlarken o
ayetin tefsirine dair o zamana kadar söylenen bütün fikirleri ortaya
koyar, sonra da delillerini vererek münakaşa ve değerlendirmeye
geçer, bu fikirler arasında tercihler yapar, bu arada kendinden
önceki tefsirlere atıflarda bulunarak o ayetle ilgili olarak onlarda
bulduklarını özet olarak vermeye çalışır.

Râzî, tefsirinde sadece akıl ve felsefeden
değil birçok kaynaktan istifade etmiştir. Bu cümleden olarak
Hz. Peygamber, Sahabe ve Tâbiün tefsirlerinin çoğunu -birçoğunda
isim vermemesine rağmen- Taberî (öl. 310/922)'nin Câmiul-Beyân'ından
nakletmektedir. Lugat ve dil konularında Zeccâc (öl. 311/923)'ın
Maânil-Kur'an'ından, Kaffâl (öl. 365/976)'den; kelamî konularda
Kadı Abdülcebbâr (öl. 415/1024)'den, Zemahşerî (öl.
538/1143)'nin Keşşâf'ından; fikhî konularda Ebû Bekr
el-Cassâs (öl. 370/980)'ın Ahkâmul-Kur'an'ından ve sıkça
tenkid etmekle birlikte bazı Mûtezile ekolü müfessirlerinden
istifade etmiştir.

Râzî tefsirinin o zamana kadar telif edilen
tefsirlerden en önemli farkı kevnî ayetleri tefsire kalkışması
ve zamanında ulaşılmış seviyesi ile astronomi
ilminden istifade ile ayetleri tefsire çalışmasıdır.
Bu yüzden bazı âlimler onun, tefsiri astronomik bilgilerle doldurmuş
olduğunu söyleyerek tenkid etmişlerse de Allah'ın
varlığının en büyük delili olan kâinat ve varlıklar
üzerinde düşünmeye öncelikle davet eden Kur'an-ı Kerim'dir.
Râzî, bu davete icabet eden âlimlerin ilklerindendir. Üzerinde düşünülmeyecek
ve araştırılmayacaksa güneş, ay, felekler,
yıldızlar, bunların yörüngeleri, yeryüzünün yayılıp
serilmesi, gece-gündüz, bunların yaratılışı
gibi konuların Kur'an-ı Kerim'de hem de defalarca
zikredilmesinin bir hikmeti kalmazdı.

Bununla birlikte Râzî'nin bu tefsirde astronomi ve
tabii bilimlerle ilgili verdiği bilgiler o dönemde ilmin ulaştığı
veriler olup, daha sonra başka hipotezler ve keşifler de
olduğuna göre tefsirin bu konudaki bilgileri mutlaka doğru
olarak kabul edilemez. Meselâ A'râf Suresinin; "Şüphesiz ki
Rabbınız gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş
üzerine istiva eden, geceyi durmadan kendisini kovalayan gündüzü
bürüyüp örten, güneşi, ay'ı ve yıldızları
emrine boyun eğmiş (musahhar) olarak yaratan Allah'tır...
meâlindeki 54. ayetinde gece ile gündüzün oluşumunu güneşin
hareketine (dönmesine) bağlamış, dünyanın dönüşünden
hiç bahsetmemiştir.

Râzî'nin bu tefsirde verdiği fıkıhla
ilgili bilgiler okunurken onun, Şafii mezhebine mensup olduğu,
te'vil ve açıklamalarında bu mezhebin prensiplerine
bağlı kaldığı unutulmamalıdır. Bununla
beraber onun, Şâfii mezhebi görüşlerine körü körüne bağlı,
mezheb taassubuna kapılan bir âlim olduğu da zannedilmemelidir.
Çünkü zaman zaman Hanefi mezhebinin görüşlerini tercih
ettiği de vâkidir.

Bütün bu açıklamalardan sonra özet olarak
söylemek gerekirse Râzî'nin Mefâtîhul-Ğayb'ı, aklî ve
felsefî tefsir ekolünün zirvedeki ürünüdür. Birçok yönü taklid
edilmiş ama henüz geçilememiştir.

Son derece engin bir kültüre sahip olduğu
tefsirinden anlaşılan Râzî'nin, bu eseri kendisinden sonra
gelen hemen bütün Ehl-i sünnet müfessirlerine tesir etmiş ve bu müfessirler
ondan büyük ölçüde istifade etmişlerdir. Meselâ Ebu's-Suûd
Efendi'nin tefsirinde ve son devir Türk müfessirlerinden Elmalılı
Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'an Dili adındaki tefsirinde bu
tesir son derece açıktır.

Râzî tefsiri çok hacimli bir eser olduğundan
muhtasarları da yapılmıştır. Bunlardan
Burhaneddin Nesefi (öl. 686/1287)'nin Garâibul-Kur'an ve
Tefsîru't-Tenvîr Muhtasaru't-Tefsîril-Kebîr'i sayılabilir.

Kenarında Ebu's-Suûd tefsiri İrşâdul-Akli's-Selim'in
de bulunduğu baskısı yanında eser, İslâm
âleminin değişik bölgelerinde defalarca basılmıştır.
Son olarak 1938'de Mısır'la 32 cilt halinde
neşredilmiş, ancak şimdiye kadar ilmî ve tahkikli bir neşri
yapılmamıştır. Ayrıca Türkçe'ye de İbrahim
Canan ve arkadaşları tarafından tercüme edilmiştir.

Bedreddin ÇETİNER


Konular