Şamil | Kategoriler | Konular

Emın

EMİN

Allah (c.c.)'ın bir ismi ve resullerin bir
vasfını belirten Kur'an-ı bir terim.

"el-Emin", "E-Mi-Ne" fiilinden
ism-i fâildir. "E-Mi-Ne"; korkusuz ve âsude olmak, "el-Emin"
ise "koruma muhâfızı, bir şeyi koruyan, güvenilen,
itimatlı adam, hâin olmayan" anlamındadır.

"Emin, mümin ve emânet" kelimelerinin
kendinden türediği "EMN", her türlü korku ve şüpheden
uzak olmak, bütünüyle mutmam bulunmak demektir (Râğıb
el-İsfahânı, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'ân, 30).

"El-Emîn", sıka, güvenilir. mutemed
manasına geldiği gibi, bazan da emniyet içerisinde olan,
emniyetli manalarına gelir.

"Emîn" kelimesini açıklamak için
önce aynı kökten gelen "emânet" kelimesini açıklamamız
gerekir. Çünkü "emin" aynı zamanda "emânete
riâyet eden kimse" demektir.

İlim ve özellikle iradeyle birlikte Allah'ın
karşısında insana verilen "benlik-nefs-ene" göklerin,
yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği büyük bir
"emânet"tir. Bu "emânet" öylesine ağırdır
ki, nefsi aşmayı ve şeytanın süslediği yola
dalmadan Allah'a kul olmayı, görmesini O'nun görmesi, eylemini
O'nun eylemi, iradesini Onun iradesi hâline getirmeyi gerektirir.
İşte, dağlar, gökler ve yer böyle bir emâneti
yüklenmekten kaçınmış, Allah'ın iradesine pasif bir
teslimiyeti, irade sahibi olarak kâinata efendilik yapmaya tercih etmişlerdir.

"Muhakkak Allah size emânetleri ehline vermenizi
ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi
emreder ." (en-Nisâ, 4/58).

Bu şekilde emâneti yerine getirene emin kişi
denir. Allah'ın risâleti en önemli bir emânettir ve bu da
bütünüyle emin olan elçiler aracılığıyla, yine bütünüyle
emin olan nebilere tevdî edilir:

"Onu er-Ruh'ul-emin indirdi, kalbine uyarıcılardan
olasın diye" (eş-Suarâ, 26/193).

"Şüphe yok ki O (Kur'ân, Allah 'ın)
çok şerefli bir elçisi'nin (yani Cebrâil'in getirdiği) sözüdür.
(Bu elçi) büyük bir güç sahibidir Arş'ın sahibi (Allah)
indinde yüksek bir mevki sahibidir. (Üstelik) orada (göklerde, melekler
tarafından) kendisine itâat edilendir, (vahiyleri tebliğ için)
oldukça 'emin" dir" (et-Tekvir, 81/19).

Bu ayetlerde vahyi indiren emîn elçi olarak Cebrâil
(a.s.)'dan bahsedilirken, Kur'an-ı Kerîm'de daha çok emîn vasfı
rasûller için geçmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de bize bildirilen ilk azgın
putperest toplum olan ve âkıbeti tûfanda boğulmak olan Nuh
kavmine, Nuh (a.s.)'ın tebliği yine Kur'an-ı Kerim'de
şöyle anlatılır:

"Nuh kavmi de gönderilen resulleri yalanladı
Kardeşleri Nuh onlara: "(Allah 'tan) ittikâ etmez misiniz? demişti:
'Ben size gönderilmiş emîn bir rasûlüm Artık Allah'tan
korkun ve bana itâat edin Ben buna karşı sizden bir ücret
istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine aittir" (eş-şuârâ,
26/105-109).

"Her yol üzerine bir işaret koyan" ve
"ebedî yasayacaklarmış gibi köşkler inşa
eden"Âd kavmiyle Hûd (a.s.) arasındaki mücadele ayetlerde
şöyle açıklanır:

"Âd (kavmi) de gönderilen resulleri yalanladı.
Kardeşleri Hûd onlara '(Allah'tan) ittika etmez misiniz? demişti.
Ben size gönderilmîş emîn bir resulüm. Artık Allah 'tan
korkun ve bana itâat edin. Sizden buna karşı hiçbir ücret
istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbına âittir" (eş-şuarâ,
26/123-127).

Dağlardan ustalıkla evler yontan, bahçelerde,
çeşme baslarında emin (güvenli) bir durumda azgın hayat süren
ve öyle bırakılacağını sanan Semud kavmine de Sâlih
(a.s.) aynı mesajla gönderiliyor:

"Semud (kavmi) de gönderilen resulleri yalanladı.
Kardeşleri Salih, onlara demişti ki: İttika etmez misiniz?
Ben size gönderilmiş emîn bir Resulüm. Allah'tan korkun ve bana
itaat edin. Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim
ücretim yalnız âlemlerin Rabbına âittir" (es-Şuarâ,
26/141-145)

"Kadınları bırakıp, erkeklere
giden" ve böylece Âd ve Semud gibi helâk edilen Lût Kavmi'ne de
emîn bir elçi olan Lût (a.s.) gönderilmişti (eş-Şuarâ,
26/160-162).

Yine Şuayb (a.s.) da emîn bir elçi olarak,
"yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, ölçü ve tartıda
hilekârlık yapan" ve sonunda kendilerini "karanlık günün
azâbı"nın yakaladığı Eyke ahâlisine aynı
mesajla gönderilmişti. Ve aynı mesajı: "Ben size gönderilen
'emin' bir resulüm?" (eş-Şuarâ, 26/178), sözleri eşliğinde
kendi vasfını tanıtarak tebliğ etmişti.

Yine Yûsuf (a.s) bir dizi bâdireleri atlattıktan
sonra ''Hükümdar, Onu (Yûsuf (a.s.)ı) bana getirin, onu kendime
özel (bir dost) edineyim dedi. Kendisiyle konuşunca da şöyle
söyledi: "Sen, artık bugün yanımızda mevkî sahibi,
emîn (bir kimse)sin " (Yûsuf, 12/54) âyetinde olduğu gibi
peygamberlerin emin'lik vasfını toplum da kabul etmek zorunda
kalıyordu.

Musa (a.s.) da emin bir resul olarak Fir'avun'a ve
ileri gelenlerine gönderilmiştir.

"Andolsun ki onlardan evvel Biz Firavn'un kavmini
de imtihan ettik. Ve onlara kerîm bir Resulu gelmişti. (Onlara
demişti ki); ''Allah'ın kullarını bana teslim ediniz.
Şüphesiz ki ben sizin için (gönderilmiş) "emîn"
bir Rasulüm " (ed-Duhan, 44/17-18). Son Nebî ve Rasûl olan Hz.
Muhammed (s.a.s.) de daha risâlet görevine başlamadan önce
"Muhammed'ül-Emîn" olarak tanınmıştı. O da
risâlet görevini kendinden öncekilerden geniş ve özde aynı
emîn bir Resul olarak Mekke şirk toplumunda yerine getirdi.

Kısacası "emîn" vasfı, tüm
Resullerin ortak vasıflarından biridir. Bu vasıfları
ile Allah'ın dinini tebliğ ediyorlar ki insanlar kendilerine
inansın.

Tarihin hangi döneminde olursa olsun, bir kimse
topluma bir dava ile geldiğinde, toplumun ona inanması için o
kimsenin "emîn" vasfına sahip olması lâzımdır.
Günümüz İslâm dâvetçileri de başarılı
olabilmeleri için bu özelliğe sahip olmalı ve peygamberlerin
bu en temel vasıflarına sahip olmaya çalışmalıdırlar.

Bir kimsenin "emîn" sayılabilmesi için
o kimsenin davasında samimi olduğunda güvenilir olması,
davayı yüklenmeye güç yetirebilmede güvenilir olması ve her
türlü zorluğa o uğurda katlanacağı hususunda güvenilir
olması gerekir. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de "bir işi
yapabilme gücüne sahip" manasında da
kullanılmaktadır "emîn" kelimesi.

"(Süleyman (a.s.)) dedi ki: Ey ileri gelenler
onlar (Belkıs ve kavmi) bana müslümanlar olarak gelmeden önce,
onun tahtını hanginiz bana getir(ebil)irsiniz?' Cinlerden bir
ifrit, 'Sen yerinden kalkmadan önce ben onu sana getiririm ve elbette ben
bunun için güçlü ve 'emîn'im' dedi (en-Neml, 21/38-39).

Emin olma; sırf doğru olma, güvenilir olma,
bir işi yapabilme gibi manalarında kullanılmıyor.
Kur'an-ı Kerîm'de emîn kavramının bir de azâbdan,
korkudan kendi kendinden "emîn olma, gibi anlamları da
vardır.

"Allah (bu şirkiniz için) üzerimize bir
delil ve burhan (bir kitap ve hüccet) indirmediği şeyi
(putları) siz O'na ortak koştuğunuz halde korkmuyorsunuz
da, ben sizin ortak koştuğunuz (ilahlarınızdan)
nasıl korkarım? şimdi gerçekten biliyorsanız (söyleyin
bakalım, bu muvahhid ve müşrik) iki kesimden hangisi (korkudan)
emîn olmaya daha lâyıktır?" (el-En'âm, 6/81).

"Korkudan, (azaptan), "emîn" olma (hakkı),
iman eden ve imanlarını bir zulme bulaştırmayanlara
aittir. Ve doğru yolu da bulmuş olanlar onlardır"
(el-En'âm, 6/82).

"Emîn" ile aynı kökten olân
"emîn" ve "emene", selâmet içinde bulunma, rahatlık
içinde ve mutmain olma halleri hakkında kullanılıyor. Bu
durumlarda gerçekten "emîn" olanlar emâneti yüklenip iman
edenler, sâlih amel işleyenlerdir. Allah bunu vadediyor (en-Nur,
24/55, Enfal, 8/11).

"Emîn" vasfı insanlar,
şahıslar ve canlılar için geçerli olduğu gibi
aynı zamanda yer, mekân, makam, belde için de geçerlidir. Allah'ın
emîn kıldığı beldeler vardır. Eğer bir
şehrin halkı emân ise o şehir de emîndir. Ama sürekli
emîn olmayan mekânlar da vardır.

"Hani biz O evi (Kâbe'yi) insanlar için sevab
(kazanma) yeri ve "emîn " (bir mekân) kılmıştık.
Siz de İbrahim'in makamından bir namazgâh edinin. İbrahim
ve İsmâil'e de, 'evimi tavâf edenler. îtikafa girenler (ibâdet
için orada kalanlar) rükû' ve sücud edenler için titizlikle
temizleyin' diye emir vermiştik" (el-Bakara, 2/125-126).

Ama ne yazık ki bugün müstekbirler, Allah'ın
düşmanları, Allah'ın emîn kıldığı
beldeleri emîn olmaktan çıkarmak istiyorlar. Bu emîn beldeler
üzerinde kanlı planlar hazırlıyorlar. O beldelerin gerçek
fonksiyonlarını kaldırmak istiyorlar. Halbuki Allahu Teâlâ
o beldeler üzerine yemin ediyor:

''Andolsun incire ve zeytine, (Kelimullah Hz. Musa'nın
müracaat yeri olan) Sina dağına ve (Hz. Rasûl'ün doğum
yeri olan) şu emîn (Mekke) şehr(in'e ki; şüphesiz biz,
insanı ahsen-i takvim'de (en güzel biçimde) yarattık "
(et- rn, 95/ 1-4) .

Hiç kimsenin elinin uzanamayacağı,
emniyetini bozamayacağı dâr'us-selâm ise Müttakîlere
va'dediliyor. Ancak orada emîn bir şekilde yaşarlar.

"Müttakîler ise muhakkak ki, bir
"emîn" makamdadırlar. Cennetler de ve
pınarlardadırlar. Karşı karşıya
oldukları halde atlastan, parlak ipekten (elbiseler giyineceklerdir.
İşte böyle, onları huruniyn (gözleri iri, rübaları
tertemiz, beyaz tenli cennet kadınlar) ile eş yaptık. Onlar
orada "emîn " bir durumda her meyveden isterler"
(ed-Duhân, 44/51-55).

Muammer ERTAN


Konular