Şamil | Kategoriler | Konular

Cürüm

CÜRÜM

Ceza gerektiren, suç hata günah, kabahat, isyan.
Cerîme de aynı anlamdadır. Cürüm sayılan her hangi bir
işi işleyene "mücrim" denir. Mücrim kelimesi
Kur'ân'da bir çok âyette geçmekte olup (el-En'âm, 6/124, Yunus,
10/17, Tâhâ, 20/77, el-Meâric, 70/11), hemen hepsinde hukukî anlamda
bir suç olmaktan ziyade; inançsızlık, isyan vb. gibi
cezası uhrevî muhtevadaki suç anlamında
kullanılmıştır. Nitekim bir âyette, "Biz, sizden
önce, kendilerine peygamberler açık delillerle geldikleri halde
inançsızlık karanlığında kalan (zâlim) nice
nesilleri helâk ettik. Onlar, zaten inanacak değillerdi. Biz, mücrim
kavmi böyle cezalandırırız" (Yunus, 10/13),
şeklinde; bir diğer âyette de, "Kâfirlere ise (şöyle
denilecektir), âyetlerimiz size okunmuyor muydu? (elbette okunuyordu).
Siz büyüklendiniz ve mücrim bir kavim oldunuz" (el-Câsiye,
45/31), buyurulmuştur.

Bazı hadîslerde ise, cürünî kelimesi, günah,
hata vb. anlamlarda kullanılmıştır. Nitekim bir
hadiste "Müslümanların cürüm bakımından en büyüğü,
hakkında yasak bulunmayan bir şeyin hükmünü sorup da, bu
sorusuyla o şeyin haram kılınmasına sebep olan
kimsedir" (Buhârî, 96, İ'tisam, 3). denilmektedir.

İslâm hukuk terminolojisinde ise, cürüm
kelimesi hukuki anlamdaki suçları ifadede pek
kullanılmamış; bunun yerine daha ziyade "cinayet"
tabiri tercih edilmiştir. Ancak, cinayet terimi de, İslâm
hukukçularının dilinde özellikle, şahsın öldürme
gibi canına; yaralama, dövme vb. gibi vücut bütünlüğüne
yönelen ve onları tehlikeye sokan suçları ifadede
kullanılmış; şahsın mülkiyet dokunulmazlığına
(mal) karşı işlenen suçlar ise gasp, hırsızlık
(serika) gibi özel isimlerle ifade edilmiştir. (Molla Hüsrev,
Muhammed b. Ferâmûz, Düreru'l-Hukkâm Şerhu Gureri'l-Ahkâm,
İstanbul 1317, II, 88). Bunun yanında, ihramlının hac
esnasında, kurban kesmesini veya sadaka vermesini gerektirecek
şer'î bir muhalefette bulunması da genel olarak cürüm ya da
cinayet olarak adlandırılmıştır. Bütün bunlara
rağmen, cürüm kelimesinin, mahiyeti ve cezası ne olursa olsun,
genel anlamda suç terimini ifade edecek tarzda ele alınması mümkündür.
Nitekim, çağdaş hukuk yazarları, suç anlamında çoğunlukla,
"cürüm" kelimesi ile aynı anlamda olan "cerîme"
tabirini kullanmaktadırlar.

Cürüm, en özel anlamını İslâm ceza
hukukunda kazanmıştır. Buna göre cürüm, şâri'nin (kanun
koyucunun), had* veya ta'zir* cezalarıyla müeyyidelendirdiği
yasak (mahzûr) işlerdir. Burada, suçun teşekkül edebilmesi
için gerekli üç unsurdan ikisine işaret edilmektedir. Şöyle
ki; bir fiilin suç olabilmesi için her şeyden önce, onun suç olduğunun
belirtilmesi ve ona bir ceza takdir edilmesi gerekir. Bu, suçun "kanunî
unsur"udur. Buradan hareketle, İslâm ceza hukukunun temel
prensiplerinden biri, "kanunsuz suç ve ceza olmaz"
şeklinde ifade edilebilir. Diğer taraftan, yine bir suçtan
bahsedilebilmesi için, bir şeyi yapma (icra) veya yapmama (ihmal)
şeklinde bir fiilin bulunması gerekir. Bu da suçun "maddî
unsur"udur. Suçun tam anlamıyla teşekkül edebilmesi için
bunlara bir de, failin kusurlu olması eklenir ki; bu da suçun "manevî
unsur"udur.

İslâm hukukunda, bir fiilin suç sayılmasındaki
esas; onun toplum düzenini, toplumun huzur ve istikrarını, inançlarını
sarsması ve ferdin can, mal, namus güvenliğini tehlikeye sokmak
suretiyle onlara zarar vermesidir. Beşerî hukuk sistemlerinin bir
çoğu, ferde ve topluma zarar veren fiillerin tespit ve
vasıflamasında ve suçun belirlenip cezanın takdir
edilmesinde güdülen gayelerde, İslâm hukukundan büyük ölçüde
ayrılırlar. Nitekim, İslâm hukukunda din, akıl, can,
mal ve namusun korunması temel gayeler olarak
değerlendirildiği için; meselâ, dinden çıkma demek olan
irtidad* zina ve içki içme suçuna ağır cezalar
konulmuştur. İslâm hukukunda ağır bir şekilde
cezalandırılan bu suçların bir kısmı, diğer
bazı hukuk sistemlerinde suç sayılmayabilmektedir. Bazı
fiillere suç vasfı kazandırılması konusunda İslâm
hukuku ile diğer hukuk sistemleri arasındaki farklılık,
genelde, kaynaklarının ve değer ölçülerinin farklı
oluşu ile izah edilebilir.

İslâm hukukunda suç, değişik yönlerden
kısımlara ayrılabilir. Ancak, cezanın mahiyetine ve
ağırlığına göre yapılan suç taksimi, daha
yaygındır. Buna göre suçlar üç kısma ayrılır:
1) Had gerektiren suçlar, 2) Kısas* veya diyet* gerektiren suçlar,
3) Ta'zîr* gerektiren suçlar.

Had gerektiren suçlar: Bunlar zina*, kazf*, şarap
içme, hırsızlık* (serika), dinden dönme (irtidat),
silâhlı gasp*, soygun, eşkiyalık (hırâbe), ve
isyan-ihtilal (bağy)*den ibarettir. Bu suçlara had cezası
uygulanır. Hadler (hudûd), Allah hakkı (kamu yararı) için
takdir edilmiş cezalardır. Had cezasına tabi olan suçlar
ve bunlara uygulanacak cezaların ölçüleri kesin olarak bellidir.
Bu cezalar, kamu yararı ve toplum düzeni mülâhazalarıyla
konulmuş olduğu için, fert veya toplumun affetmesi veya
vazgeçmesiyle düşmez.

Kısas veya diyet gerektiren suçlar: Bu suçlar,
şahsın canına veya vücut bütünlüğüne karşı
işlenen suçlardır. Bu suçlar, kasden adam öldürme, kasıt
benzeri ile adam öldürme, hata ile öldürme ve yaralama-sakatlama
fiilleridir. Bunların cezaları, kısas veya diyettir. Bu
cezalar, özellikle ferdin haklarını koruma amacıyla
konulduğu için; kendisine karşı suç işlenen
şahsın suçluyu affetmesi mümkün görülmüştür. Ancak,
bu affetme ile cezanın düşeceği genelde kabul edilmekle
beraber, karşı görüşte olan âlimler de vardır.

Ta'zir gerektiren suçlar: Bu suçlara İslâm
hukukunda belli bir ceza takdir edilmemiş, bunun yerine hâkime,
suçun ve suçlunun durumuna uygun bir cezayı belirleme yetkisi
verilmiştir. Ancak bu belirleme yetkisi mutlak olmayıp, İslâm'ın
genel prensipleriyle mevcut nasslara aykırı olmama ve genel
yararın gerektirdiği şekilde davranma gibi ölçülerle sınırlandırılmıştır.
Bununla birlikte, siyaset gereği verilecek cezalar hariç, ta'zir
suç ve cezalarının kanun koyucu tarafından önceden
belirlenmesi gerekmektedir.

Had ve kısası gerektiren suçlar ile taziri
gerektiren suçlar arasında en belirgin fark şudur: Had suçlarının
suç olmaktan çıkarılması veya değiştirilmesi ve
cezalarının değiştirilmesi mümkün görülmezken, diğer
suçların bir çoğunda, gözetilmek istenen maslahata göre,
zamanla değişiklikler yapmak mümkün görülmüştür.

H. Yunus APAYDIN


Konular