Şamil | Kategoriler | Konular
çek
ÇEK
Kontrol işareti, kontrol, karşılaştırma, tutma, emanet makbuzu. Bir terim olarak; mevcut ve emre hazır bir karşılık üzerine çekilmiş bir nevi ödeme emridir. Bunun İslâm hukukundaki karşılığı "süftece"dir. Uygulamada şöyle olur: Bir kimse ödeme işleri yapan bir banka veya kuruluşa ödünç olarak nakit para yatırır. Bu parayı, banka veya kuruluşun şubesi olan başka yerlerden bizzat kendisi veya çek belgesi verdiği başka birisi çekebilir. Süftece, taklit ve çalınmaya karşı daha güvenli olan poliçeyi de kapsamına alır.
Çek, ilk çağlardan beri bilinen bir ödeme vasıtasıdır. J.Dobretsberger, Mısır'da M. Ö.1600 yıllarında banknot tedavül ettiğinin belirlendiğini söyler. Bunlar, çek niteliğinde emanet makbuzlarıdır. Çünkü bu ülkede, devlet hazine ve depolarının emanet kabul etmesi usuldendi. Fertler altın, mücevherat ve zahireyi saklanmak üzere buralara tevdî eder ve kendilerine emanet bıraktıkları şeyin değerini belirten birer makbuz verilirdi. Elinde böyle bir makbuz olan kimse, belge üzerinde yazılı cins ve miktardaki malı dilediği zaman çekebilirdi. Ticaretle uğraşanlar bu makbuzları mal ve para yerine kabul ediyordu. Hatta bu belgeler Fenike ve Mezopotamya'da da tedavül ediyordu. (Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 66-67; Feridun Ergin, İktisat İstanbul 1964, s. 569, 624-625).
Çek niteliğinde mühürlü belgelerin İslâm'ın ilk yıllarından itibaren kullanıldığı söylenebilir. Hz. Peygamber, kendisinden yardım isteyen Uyeyne b. Hıns ile Akrâ b. Habis'e, istedikleri şeyin verilmesi emrini kapsayan bir belgeyi düzenlemesi için Muâviye'ye emir verdi. Bunlar, Hz. Peygamber'in mührü ile mühürlenmiş ve bu iki kişiye kendi bölgelerinden belli miktar zekât alma yetkisini veren belgelerdi. Hz. Ebû Bekir devrinde de buna benzer belgeler düzenlendi (Ebû Dâvud, Zekât, 23; M. Hamidullah, el-Vesağiku's-Siyâsiyye, 213; Ebû Ubeyd, Emvâl, 274, 276)
Halife Ömer zamanında mühürlü çek uygulamasının yaygınlaştığı ve böyle çekler olmadan hiç kimsenin hazineden para çekemediği anlaşılıyor. Nitekim Hz. Ömer Ma'n b. Zaide isimli birisi, halîfelik mührünü taklit ederek Kûfe haraç dairesinden para çekmesi üzerine, onu hapis cezasına çarptırmıştır. (Belâzurî, Futûhu'l-Buldân nşr. Rıdvân Muhammed Rıdvân, Mısır 1932, s. 448; Kudâme b. Ca'fer, Kitabü'l-Harâc, Arapça Yazma Köprülü Ktb. No:1076, vr. 180). Bu olay, Hz. Ömer devrinde hazineden ancak çeklerle para çekilebildiğini gösterir. Yine Hz. Ömer kıtlık yıllarında Zeyd b. Sâbit'e çek karneleri hazırlatmış, bunlar, altları mühürlenerek ihtiyaç sahiplerine verilmiştir. Mısır ve Suriye'den kıtlık bölgesine gönderilen yiyecek maddeleri, bu karnelerle halka dağıtılmıştır. Halk, karnede yazılı miktardaki yardımı çek karnesini ibraz etmekle teslim alıyordu. Yine Hz. Ömer (r.a.) zamanında bir takım erzak tahsisleri ve zaman zaman maaşların, çeklerle ödendiği bir gerçektir. (Celal Yeniçeri, İslâm'da Devlet Bütçesi, İstanbul 1984, s. 128-129)
Resmi belge düzenleme ve mühürlü Fek kullanma usulü Muâviye (r.a.) devrinde bir teşkilâta kavuşturulmuş ve "Divanü'l-Hatem" adıyla bir daire oluşturulmuştur. Muâviye'yi buna zorlayan sebep şudur: O, Amr b. Zübeyr adında birisine 100.000 dirhem ödenmesi için Irak vâlisine bir yazı yazar. Amr, resmî evrakta tahrifat yaparak bunu 200.000 dirhem hâline getirir. Vâli Ziyad b. Ebîh Muâviye'ye sunduğu hesabında Amr'a ödenen parayı 200.000 olarak gösterince, durum anlaşılır ve Muâviye yukarıda sözü edilen divanı kurdurur. (Ya'kubî, Tarih, Necef 1358/1939, II, s. 207; İbnü'l-Esîr, Tarih el-Kâmil, Mısır 1303/1886, IV, s. 4; İbn Haldun, Mukaddime, Terc. Zakir Kadiri Uğan, İstanbul 1968, II, s. 24). Hâtem dîvanı Halîfe Yezîd b. Velîd (ö. 126/744), devrinde, büyük hâtem ve küçük hâtem dîvanı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Hazineden yapılacak ödemeler için iki nüsha ödeme emri düzenlenir, bunlardan birisi hâtem dîvanında dosyalanırdı (İbn Abdilhakem, Siretu Ömer b. Abdülaziz, Beyrut 1387/1967, 958)
Resmî evraka ve bu arada hazineden para çekmeye yarayan belgelere tarih koyma işi Hz. Peygamber devrine kadar gider. Allah Rasûlü, Necrân Hristiyanları ile yaptığı andlaşmaya "Hicretin 5. yılı" şeklinde bir tarih koymuş, Kur'ân-ı Kerîm de Tevbe sûresi 108. âyette Hicret sırasında yapılan Kubâ mescidinden bahsederken "ilk gün" ifadesini kullanmıştır. Yaygın kanaate göre ise Hicret'i tarih başlangıcı yapan ve resmî evraka tarih koyan Hz. Ömer'dir. (İbn Sa'd, et-Tabakatü'l-Kübrâ, Leiden 1905/1928, III, 1/202; el-Kettânî, et-Terâtibü'l-İdâriyye Rabat 1346/1927, l, 181-182)
Abbasîler devrinde cehbez adı verilen sarraflar, çek niteliğinde belge düzenleyerek bir yerden başka yere para gönderiyorlardı. Cehbez veya cıhbiz Farsça bir kelime olup; para işlerini iyi bilen kimse, banker, sarraf, muhâsebeci, vergi memuru haznedar, vergi kabz ve sarf memuru gibi anlamlara gelir. Abbasîler devrinde serbest piyasada çalışan yahudi, hristiyan ve bazı müslüman cehbezler bankerlik yapıyorlardı. Sarraflık yanında, emanet bırakılan mevduatı kullanıyor, ancak faizli iş yapamıyorlardı. Basra, Kûfe ve Bağdatlı tacirler devamlı olarak Mağrib'e mal sevkediyorlar, orada şahit önünde düzenlenen çeklerle muâmele yapıyorlardı. İbn Havkal, o devirde yerli tacirlerden Muhammed b. Sa'dûn isminde birisinin borcu için kırk iki bin dînarlık (altın para) bir çek yazıldığından söz eder. (İbn Havkal, Sûretü'l-Arz, (t.s.) Beyrut, s. 65). Cehbezler para havalesi yanında takas işlerinde de aracılık yapıyor ve bu iş için "süftece" tanıim ediyorlardı. Elinde böyle bir çek olan kimse bir şehirde teslim ettiği malın mislini başka bir şehirde teslim alıyordu (es-Sâbî, el-Vüzerâ, nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferec, Kahire 1958, s. 451-452). Bu muamele çoğu zaman yol rizikosunu kaldırmak amaciyle yapıldığından, bunun ödünç (karz) karşılığında yarar sağlama ve faiz olup olmadığı müctehidlerce tartışılmıştır.
Hanefilere göre, süftece muâmelesi, yol tehlikesini bertaraf etmek amaciyle akit sırasında şart koşulmuş veya örfleşmiş bulunursa tahrîmen mekrûhtur. Çünkü Allah Rasûlü menfaat celbeden karz (ödünç)'ı yasaklamıştır (Buharî, Büyü', 73; Tirmizî, Büyû', 19; Beyhakî, Sünen, V, s. 349-350; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, s. 319; el-Merginânî, Hidâye, (Fethu'l-Kadîr ile birlikte) V,s. 452)
Şâfiîler, yol tehlikesini kaldırmayı bir menfaat sayarak süfteceyi caiz görmezler (eş-Şîrazî, el-Mühezzeb, I, 304) Mâlikîlere göre malı korumak için zarûret varsa süftece yapılabilir. Hanbelilere göre ise, karşılıksız olmak şartıyla süftece muâmelesi caizdir. İbn Teymiyye, İbnü'l-Kayyim ve İbn Kudâme, mutlak cevaz görüşünü tercih etmişlerdir. Çünkü burada yararlanma tek yanlı olmayıp, iki tarafında süftece (çek-poliçe) işleminde yararı vardır. (İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, s. 321; İbnü'l-Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkı'ın, I, s. 491; Vehbe ez-Zühaylî, Dimaşk 1405/1985, IV, s. 728)
İslâm âleminde bu şekilde ortaya çıkan ödeme emri ve çek niteliğindeki belgelerin tedavülü Avrupa ülkelerinde özellikle de ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere'de gelişmiştir. Banknot çıkarma yetkisine sahip olmayan bankalar mevduat sahiplerine, paralarını istedikleri zaman çekmede kullanılmak üzere, ödenecek miktarın kayıt yeri boş bırakılmış kuponlar vermişlerdir. Bu senetler doldurularak mevduat sahibi tarafından imzalandıktan sonra, bir ödeme emri gibi kullanılmıştır. İşte banka kendisine gelen böyle bir senedi imza ve mevduat hesabı bakımından kontrol ettiği için İngiltere'de "doğruluğunu kontrol" anlamına gelen çek (check) kelimesi, bu senetleri ifade eden bir terim olarak hemen bütün dillere girmiştir. 1762 de ilk basılı çekler tedavüle çıkarılmış, 1781'de de çek karneleri kullanılmaya başlanmıştır. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren, Anglo-Sakson memleketlerinde ticarî muâmelelerin ağırlık merkezi çek tedâvülü olmuştur. İngiltere'de hâli vakti yerinde olan kimselerden çoğu bankalarda hesap açtırarak halk alış-verişlerini, kirasını, vergi ve masraflarını çek ile ödemeye alışmıştır.
Uzun tecrübelerden sonra, günümüzde bir ödeme emrinin çek niteliğinde olması için, şu özellikleri taşıması gerekli görülmüştür:
1) Senedin metninde çek kelimesinin bulunması,
2) Kayıtsız şartsız muayyen bir meblağın ödenmesi gerektiğine dair bir vekâlet vermesi
3) Ödeyecek kimsenin adını ihtiva etmesi,
4) Ödemenin yapılacağı yer adının belirtilmesi,
5) Çekin yazıldığı yer ile yazılma tarihinin beyanını kapsaması,
6) Çeki tedâvüle koyanın imzasını taşıması gereklidir. (Feridun Ergin, İktisat, s. 624-625; Reha Poroy, Kıymetli Evrak Esasları, İstanbul 1971, s. 91-92)
İslâm hukuku bakımından günümüzdeki çek, ileri bir tarihteki borcumuzu tespit eden ve belirtilen tarihte ödeme yapılacağını belirleyen yazılı bir belgedir. Alacaklı, çeki ciro etmek suretiyle, alacağını başkalarına havâle etmektedir. Hâmiline yazılı böyle bir çek en son kimin elinde bulunursa, tahsili o yapmaktadır. Faiz, çek işlemine doğrudan girmediği gibi; ödeme günü yatırılacak parayı, çoğu zaman banka veya finans kuruluşunun kullanma yani ondan yararlanma imkânı da bulunmaz. Günümüzde çek sistemi yol tehlikesini kaldırmaktan çok, ticaret işlemlerine sürat kazandırmak, uzak yerlerdeki alacakları, kısa sürede elde etmek amacıyle kullanılmaktadır.
Hamdi DÖNDÜREN