Şamil | Kategoriler | Konular

Dırayet

DİRÂYET

"Bilmek, tanımak" akıl, zekâ,
kabiliyet.

Tefsir ilminde dirayet deyince, tefsir çeşitlerinden
biri olan "dirâyet tefsirleri" akla gelir. Tefsirler genelde
ikiye ayrılırlar: Rivâyet tefsirleri ve dirâyet tefsirleri.
Rivâyet tefsirleri, selef âlimlerinden nakledilen eserlere, Sahabe hatta
Tâbiîn'in sözlerine ve Kur'ân'ın bizzat Kur'ân ile ve Hz.
Peygamber'in hadisleri ile açıklanmasına ve yorumlanmasına
dayanır.

Buna karşılık dirayet tefsirleri, rivâyet
tefsirlerinde saydığının hususlarla birlikte dil,
edebiyat, dinin genel prensipleri ve diğer genel bilgilere
dayanılarak yapılan tefsirlerin genel adıdır. Bu
tefsirlere "rey" veya "makûl" tefsirleri de denir.
Fakat burada sözünü ettiğimiz rey'den kasıt ictihattan
başka bir manaya alınmamalıdır.

Bu tefsir çeşidi bir zorunluluk
karşısında ortaya çıkmıştır. Çünkü
İslâm'ın ilk devirlerinde Araplar, Arap
Yarımadası'nda iken, dillerinin bozulmamış saf haline
sahiptiler. Zamanla İslâm topraklarının
sınırları genişleyip yabancı milletler ve
yabancı kültürler ile karşılaşınca, daha önce
dillerinde bulunan melekeleri zayıfladı. Bundan dolayı da
Arap dilini korumak için kaidelere ihtiyaç duyuldu. Hele Arap olmayanların
bu lisanı öğrenmesi, Arapça'nın gramerine bağlı
bir işti. Kur'ân da Arap dili ile nazil olduğundan, onun
anlaşılması bazı ilimlere ihtiyaç göstermekte idi.
Bu ve bunun gibi diğer âmiller dirâyet tefsirinin doğmasında
baş rolü oynadı. (İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü,
Ankara 1979, 230).

Rey tefsirinin caiz olup olmaması konusunda da
İslâm âlimleri başlangıçta fikir ayrılığına
düşmüşlerdir. Bazıları Hz. Peygamber'in "Kur'ân-ı
kendi reyiyle tefsir eden kişi, isabet bile etse, hata etmiştir"
hadîsini (es-Suyuti, el-Câmiu's-Sağîr, II, 543; Ebû Dâvud,
Sünen, II, 287; Tirmizî, Sünen, V, 200) delil getirerek rey ile tefsire
karşı çıkmışlardır. Bazıları da
bu görüşe cevaben, hadiste; hadis ve eserleri hiç dikkate almadan,
hevâ ve hevesine, hatta kişinin kendi arzusuna göre tefsir
etmesinin kasdedildiğini söyleyerek kendilerine Kur'ân'daki düşünceye
davet eden âyetleri de delil getirerek rey ile tefsirden anladıklarını
ortaya koymuşlardır. Bu şekilde yapılan tefsîrin
"memduh tefsir" olduğunu söylemiş ve böyle
tefsirlerin caiz olduğunu savunmuşlardır. Böylece dirâyet
tefsirleri yazarak, zamanımızda bize bile Kur'ân'la ilgili bir
çok hakikatin anlaşılmasında yardımcı
olmuşlardır.

Bu çeşit tefsiri benimseyenler, Kur'ân-ı
Kerim'i yorumlamak için, önce Kur'ân'a, sonra hadîslere, âyetlerin
"nüzul sebeplerine" ve Sahâbe'nin görüşlerine
başvurmuşlardır. Şayet bunlarda aranılan bir
meseleye çözüm bulunamazsa, kelimenin sözlük ıstılah ve
sarf (çekim) ile ilgili yönlerini dikkate alarak; i'râb, belâgat,
hakikat ve mecaz gibi Arap dilinin sanat ve diğer yönleri ile
âyetlere açıklama ve yorumlar getirmeye çalışmışlardır.
Yine bu tefsirlerde tarihî, ilmî ve sosyal birtakım gerçeklere de
yer vererek âyetleri en iyi şekilde açıklamaya çalışma
gayesini gütmüş olan dirâyet tefsircileri, usûl olarak konulan bu
kaideleri genellikle ihmal etmişlerdir. (Cerrahoğlu, a.g.e. 231;
Ayrıca bkz. ez-Zehebî, et-Tefsir ve'l-Müfessirun, Kahire,
1381/1961, I, 255 vd; ez-Zürkânî, Menâhilü'l-İrfah,
Mısır, 1372, l. 517 vd.).

Dirayet tefsiri, ictihada dayanır. Bu sebeple rey
tefsirine karşı olanlar dirayet tefsiri hakkında şu
eleştirileri yöneltmişlerdir: Rey ile tefsir Allah'a
karşı bilmeden söz söylemektir. Zanna dayanarak cahilce
sözlerle tefsir yasaktır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'den başka
birinin Kur'ân'ın manasını beyan ve izaha yetkisi olamaz.
Kur'an hakkında kendi reyi ile söz söyleyen, Cehennem'deki yerine
hazırlansın.

Bunlara karşı rey tefsirini câiz gürenler
de şöyle demişlerdir: Zann da ilim çeşitlerindendir.
İctihad edip de isabet edene iki, etmeyene bir ecir vardır. Hz.
Peygamber (s.a.s.) Muâz bin. Cebel'in Yemen'e gönderilirken verdiği
cevapta Kur'ân, Sünnet ve reyimle hükmederim deyişinden memnun
olmuş ve ona dua etmişti. Hz. Peygamber'in beyan ve izah
etmediği hususlarda ilim sahipleri ellerinden geldiğince Kur'ân'ı
anlamaya çalışacaktır. Gerçeği bildiği halde
sadece nefis ve arzusuna kapılarak Kur'ân'ı tevil eden ve kendi
görüş ve mezhebini takviye için çarpık görüşlerle
Kur'ân'ı tefsir edenler elbette Cehennem'e hazırlansın;
ama bir delil ve burhana dayanarak tefsir eden iyi niyetli âlimler için
bu söylenemez. Ayrıca Ebu Davud ve Tirmizî'nin Hz. Cündeb (r.a.)'
ten rivâyet ettikleri "Kur'ân hakkında kendi reyi ile söz
söyleyen kimse isabet etmiş olsa bile hatadadır."
şeklindeki hadis sıhhatli değildir. Selef, reyden
bahsederken onu bilgisizce, cahilce tefsir anlamında
kullanmıştır. Kur'ân'da "...tanımazlar mı...
bilmezler mi...düşünmezler mi..." denilerek ilim erbabının
aklı kullanarak âyetleri tefsir edebileceğine cevaz vardır.
Eğer rey ile tefsir caiz olmasaydı ictihad da caiz olmazdı.
Kaldı ki Hz. Peygamber (s.a.s.) Kur'an'ın bütününü açıklamış
değildir veya bize her âyetin açıklaması
ulaşmış değildir. Ayrıca Hz. Peygamber İbn
Abbas için niçin "Allah'ın, onu dinde fakih kıl ve ona
tevili öğret. " buyurmuştur?

Yani hoş görülmeyen ve yasaklanmış
olan rey tefsiri, sırf hevâ ve kötü niyete dayanan, hatta
Kur'ân'a sırt çevirdiği halde başkalarını
tefsiriyle kitaba davet edenler içindir. Selef uleması, bilgiye
dayanan tefsir hususunda hiçbir mahzur görmemişlerdir. Bildikleri
veya bilgilerine dayanarak açıklama yaptıklarını açıkça
söyleyen selef, bilmedikleri için susmuştur. Bildiğini
saklamamış, bilmediği konuda da uluorta tefsir
yapmamıştır.

Rey tefsiri denilince sadece, akla dayanma
anlaşılırsa, bu çok yanlış bir anlama olur. Oysa
reye gelinceye kadar bir dirayet müfessiri şu konuları çok iyi
öğrenir: Lugat, nahv, sarf, iştikak, meani, beyan, bedî'
ilimleri, kırâat, fıkıh usulü, kelâm, nüzul sebepleri,
kıssalar, nasih ve mensuh, hadîs, mevhibe ilimleri. Ayrıca bu
şer'i ilimler yanında, rey tefsirinden önce hukuk, iktisad,
siyasal, beşerî ve sosyal ilimlerin öğrenilmesi
gerektiğini belirtenler de bulunmaktadır. Bazı müfessirlerin
yaptığı gibi Kur'ân'ı tamamen çağdaş ilim
ve teknolojik bilgilere dayanarak açıklamaya çalışan salt
rasyonalist ve pozitivist bir tefsir caiz olmadığı gibi bu
tefsir usulü, selefi tefsir geleneğiyle de
bağdaşmamaktadır. Bu nedenle Mevdûdî, Seyyid Kutub, Said
Havva... gibi ilim adamları da rivâyet ağırlıklı
dirayet tefsiri yazmışlardır. Zaten rivâyet tefsiri olmaksızın
sadece rey ile tefsirin de bir anlamı olmaz. Geçmişten günümüze
meşhur rivâyet müfessirleri arasında Taberî, Semerkandî,
Salebî, Beğavî, Endülüsî, İbn Kesir, Seâlibi, Süyûtî
sayılabilir. Dirayet tefsirinde de, Fahreddin Razi, Beydâvî, Nesefi,
Hazin; Ebu Hayyan, Neysabûrî, İmâdi, İsfehânî, Zemahşerî'nin
eserleri zikredilebilir.

Hiç bir kimse Kur'ân'ı mutlak manasıyla
tefsir edemez. Demek ki, hangi müfessir Kur'ân'ı ister rivâyet
ister dirayet yoluyla tefsir etse, mutlaka birçok eksiği
kalacaktır. Zaten dirayet tefsirleri, genellikle müfessirin en fazla
geliştiği ilim kolunda ağırlık kazanmaktadır.
Meselâ filolog ez-Zeccac (ö. 311/923)'ın tefsiri nahv
ağırlıklıdır. el-Cessas'ın tefsiri
fıkıh ağırlıklıdır. Mutezilîlerin
tefsirleri kendi görüşlerini yansıtmaktadır.
Mutasavvıflarınki de tasavvufu yansıtmaktadır. Yani
tefsirlerde genel olarak mezhep, fıkhi ihtilaflar, doktriner
eğilimler ağır basabilmektedir.

Meselâ Ebu İshak ez-Zeccâc (ö. 311), Ebu'l
Hasan el-Vâhidî (ö. 468) Ebu Hayyan el-Endelusî (ö. 745) gibi dil
âlimleri nahiv ilmindeki ehliyetlerini Ma'ani'l Kur'ân, el-Basit,
el-Bahru'l-Muhit adlı tefsirlerinde bariz bir şekilde ortaya
koymuşlardır. Fahruddin er-Râzî (ö. 606) de, fıkıh,
usuli fıkıh, kelam, edebiyat, felsefe, matematik, kimya,
tıp, astronomi, Şâfiî fıkhı gibi çok geniş
alanlarda sözü geçen bir âlimdi ve Mefatihu'l Gayb adlı
tefsirinde bütün bu ilmî çalışmalarının, hatta
tasavvufun etkileri görülür. Ebu Bekr el-Cessâs (ö. 370) da, bir
Hanefî müctehidiydi. Ahkâmu'l-Kur'ân'ında Hanefi mezhebi yönünden
ahkâm âyetlerini tefsir etmiş, Hanefiliği müdafaa etmiştir.
Bazı Mutezilî fikirlerine de bu tefsirde rastlamak kabildir. Malikî
âlimi Ebu İshak es-Salebî (ö. 427) ve el-Hazin el-Bağdâdî
(ö. 741) el-Keşf ve'l-Beyan, Lubabu't-Te'vil fi Ma'ani't-Tenzil
isimli tefsirlerinde İsrâiliyattan nakledilen kıssalara çokça
yer vererek tarih ilmine ağırlık vermişlerdir.
Tasavvufî tefsirlerde, Ebu Abdurrahman es-Sûlemî (ö. 412) ve Ebu'l-Kasım
el-Kuşeyrî (ö. 465), Hakâyiku't-Tefsîr ile Latâifu'l-Şârât'ta
İşârat tefsir yoluna gitmişlerdir.

Dirayet tefsirinin öncülüğünü Irak
müfessirleri yapmıştır. Aslında, tefsir
geleneğinde, Hz. Peygamber'den gelen tefsire, Ashabdan, Tabiundan,
Etbau't-tâbiin'den gelen tefsirlere itibar etmeksizin, bugüne kadar yazılmış
tefsirleri gözden geçirmeksizin tefsir yapılması caiz
değildir. Tarihte, aklî tefsirlerin çıkış
ortamına bakıldığında, siyasî, ameli, itikadi
mezheplerin vücut bulduğu felsefe ve kelam
tartışmalarının yoğunlaştığı,
tasavvuf akımının belirdiği bir çağ görülür
ki, yapılan tefsirlerde müfessirlerin bu hareketlerin etkisi altında
kaldıkları ve bunu tefsirlerine yansıttıkları bir
gerçektir. Bu tefsirlerdeki ilmi terimlere, tanımlara,
kavramların kullanılışına
bakıldığında bu dilin neyi ifade etmek istediği
anlaşılabilir. Muhakkak ki tefsir kitapları da çağının
kültürünün bir parçasıdır. Oysa Kur'ân ezelîdir ve çağlar
boyunca nice tefsirleri yapılacaktır.

İslâm dini var olduğundan beri ona
karşı sinsi, yıkıcı, suret-i haktan görünerek
onu içten yıkmaya çalışan hareketler de var
olmuştur. Bunlar çok defa İslâm'ın temelleri olan iman,
ibadet ve ahlâk esaslarından müslümanları
uzaklaştırmak istemişlerdir. Gayeleri için, Kur'ân'ı
sapıkça, kendi kafalarına göre, günün çıkar
hesaplarına göre tefsir etmekten geri durmamışlardır.

Şamil İA


Konular