Şamil | Kategoriler | Konular

Dıyet

DİYET

İnsan veya insan uzvunun telef edilmesi
karşılığı olarak verilmesi gereken tazminat, kan
bedeli. Kur'ân-ı Kerim'de: "Bir müminin diğer bir mümini,
yanlışlık eseri olmayarak (kasden) öldürmesi, yakışmaz.
Kim, bir mümini yanlışlıkla (hatâen) öldürürse, mümin
bir köleyi azad etmesi ve (ölenin) ailesine teslim edilecek bir diyet
vermesi lâzımdır. Meğer ki, onlar (o diyeti), sadaka
olarak bağışlamış olsunlar. Eğer (öldürülen),
mümin olmakla beraber, size düşman bir kavimden (Dârü'l-Harb
ahâlisinden) ise, o zaman öldürenin, mü'min bir köleyi azad etmesi
lâzımdır. Şâyet kendileriyle aranızda anlaşma
olan bir kavimden (Dârü'l-Ahd ahalisinden) ise, o vakit mirasçılarına
bir diyet vermek ve bir mü'min köleyi azad etmek gerekir. Kim bunları
bulamazsa Allah'tan tövbesinin kabulü için, birbiri ardınca iki ay
oruç tutması icab eder. Allah her Şeyi bilendir, gerçek
hüküm ve hikınet sahibidir. " (en-Nisa, 4/92) hükmü beyan
buyurulmuştur.

Diyetin meşrûiyeti, Kitap, Sünnet ve Sahâbe-i
Kiram'ın İcmâı ile sabittir. Bilindiği gibi kasden
öldürme hadisesinde "kısas" gündeme girer. Kısas
cezasında, hem Allah'ü Teâlâ'nın hukuku, hem kul hukuku bir
aradadır. Kısasın icra edilebilmesi için, öldürülen
kimsenin velisinin cezasının tatbikini istemesi esastır.
(İmam Kâsânî el-Bedâiu's-Sanâyi fi Tertibi'ş-şerayi.
Beyrut 1974, VII, 182) Zira Kur'ân-ı Kerim'de: "Kim, mazlum
olarak öldürülürse, biz onun (öldürülenin) velisine bir salâhiyet
vermişizdir. O da (öldürülenin velisi), öldürmekte aşırı
gitmesin. Çünkü o, zaten yardıma mazhar olmuştur. " (el-İsrâ,
17/33) hükmü beyan buyurulmuştur. Öldürülen kimsenin velîsi, kısası
talep etmek veya diyete razı olmak noktasında serbesttir. Hz.
Enes b. Mâlik (r.a.)'den rivâyet edildiğine göre, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'e
"kısas"la ilgili herhangi bir mesele arzolunduğu zaman,
maktulün velîlerine, affetmelerini tavsiye buyurmuştur. (İmam
Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 213, 252; Sünen-i İbn Mace, Diyet,
35). Dolayısıyla, müminlerin emîri, öldürülenin velîlerine
affetmelerini veya sulh yapmalarını tavsiye eder. Ancak katiyyen
bu konuda selâhiyet sahibi değildir. Kısasın tatbîki,
affetme veya sulh yapma noktasında tek yetkili, maktulün velîsidir.
Esasen, zarara uğrayanların başında da, maktulün
velileri gelir.

İnsan veya insanın bir uzvunun telef edilmesi,
kasden veya hatâen olabilir. Mümin bir erkek, hatâen bir kardeşini
öldürürse, maktulün velîsine diyet vermek mecburiyetindedir. Bu husus
kat'i nassla sabittir. Diyetin miktarı, öldürülen kimsenin erkek
veya kadın olması halinde farklılaşır.
Ayrıca hür olan bir kimsenin diyeti ile kölenin diyeti aynı
değildir. Dolayısıyla diyetin miktarına, hürriyet ve
cinsiyet durumu etki eder. Öldürülen mümin bir erkeğin diyetinin
bin dinar altın olduğu Sünnet'le sabittir. (İbn Hümam,
Fethu'l-Kadir, Beyrut 1318, VIII, 308) İmam Azam Ebu Hanife (rh.a)
diyetin yüz deve (Tirmizî, Diyet,1) veya bin dinar altın veya onbin
dirhem gümüş olarak verilmesinin esas olduğunu söylemiştir.
(Ebu Davud, Diyet, 16; Nesâî, Kasâme, 33) İmameyn'in bu husustaki
tesbiti ise şu şekildedir: "Bu üç ana ölçünün dışında,
ikiyüz sığır veya ikibin koyun olarak da vermek mümkündür."
(Şeyh Nizamüddin ve Heyet, el-Fetevây-ı Hindiyye, Beyrut 1400,
VI, 24; İbn Hümam, a.g.e., VIII, 302-303). Rasûlullah (s.a.s.)'ın
döneminde bir koyunun bedeli, beş dirhem gümüştür. (İmam
Serahsî, el-Mebsût, Beyrut (t.y.) II,150; Şerhu Damad, II,197)
İkibin koyun, beş dirhem gümüşle çarpılırsa,
karşımıza onbin dirhem gümüş çıkar.
Dolayısıyla bütün bu ölçüler, mâlî değer olarak
birbirine eşittir.

Öldürülen kimsenin müslüman olup olmamasının
diyetin miktarına etki edip etmemesi hususunda iki ayrı görüş
vardır. Hanefî fukahası, Rasûlullah'ın: "Her ahid
sahibinin diyeti bin dinar altındır. " (Ebu Davud, Diyet,
16) hadisini esas alarak, Darü'l-İslâm tebaasından olan gayrimüslimin
(zimmînin) diyeti, tıpkı müslümanın diyeti gibidir, hükmünde
ittifak etmiştir. (İmam Merginânî, el-Hidâye Şerhu Bidâyeti'l-Mübtedi,
Kahire 1965, IV,168; Şeyh Abdulgani el-Meydânî, el-Lübab, Beyrut
1400, III, 154; İbn Hümam, a.g.e., VIII, 308; İmâm Kâsânî,
a.g.e., VII, 255).

Hz. Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'dan da, müslüman ile
zimmet sahibinin diyetinin eşit olduğuna dair bir rivâyet vardır.
Ayrıca Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer (r.a.) dönemindeki uygulama da
aynı şekilde olmuştur. İkinci görüş gelince,
İmam Şafiî (rh.a) Amr b. Şuâyb (r.a.)'dan rivâyet edilen:
"Zimnînin (gayrimüslimin) diyeti; müslümanların diyetinin
yarısıdır. " (Ebu Davud, Diyet, 16-21). hadisini esas
alarak, eşitlik sözkonusu olmayacağını beyan
etmiştir. (el-Cezîri, Kitâbu'l Fıkh ale'l-Mezahibi'l-Erbaa,
Beyrut 1392, V, 370; Ebu İshak eş-Şirâzî, el-Mühezzeb,
II, 211; İmam Merginani, a.g.e., IV, 168).

Kadının diyeti, nefse kıymak (yani
öldürmek) veya uzvu telef etmek noktasında erkeğin diyetinin
yarısıdır. (Geniş bilgi için bk. Müslim, Kasame, 36,
37) Bu hüküm mevkûf olarak Hz. Ali (r.a.)'den merfu olarak
Rasûlullah'dan rivâyet edilmiştir. (İmam Kasani, a.g.e., VII,
254; İbn Hümam, a.g.e., VIII, 307).

Hür bir müminin diyeti ile kölenin diyeti de
birbirine eşit değildir. Dolayısıyla diyetin
miktarına, Hanefî fukahasına göre hürriyet ve cinsiyet tesir
etmektedir. İmam Şâfiî (rh.a.)'ya göre ise, İslâm,
hürriyet ve cinsiyeti diyetin miktarının belirlenmesinde esas
alır.

İnsan uzvunun koparılması veya ta'tili (iş
göremez hale getirilmesi) veya yaralanmasında, mağdura
ödenmesi vacip olan mala "erş" denilir. (Molla Hüsrev,
Dürerü'l-Hükkâm fî Şerhi'l Gureri'l Ahkâm, İstanbul 1307,
II,103). Tabiî ki, erşin vacip olması için misli sözkonusu
olmadığından kısas tatbik edilemez olmalıdır.
Zira kasden uzvun koparılmasında da, misli sözkonusu olduğu
süre içerisinde kısas esastır. (İmam Serahsi, a.g.e., 27,
74; İmâm Kâsânî, a.g.e., VII, 297) Hem kısas imkânı
olmaz, hem katî nasslarla beyan edilmiş erş* miktarı
bilinemezse, ehl-i hibre tayini gündeme girmektedir. Ehl-i hibrenin (bilirkişi
heyetinin) mağdura ödenmesini esas aldığı mala da
"hükümet-i adl" ismi verilir. Dolayısıyla insana
veya insan uzvuna karşı, hataen işlenen her cürümde
mutlaka mağdura veya velisine mal ödenir.

Hataen veya hata yerine sayılan öldürme çeşitlerinde,
diyetle birlikte keffâret de gündeme gelir. Keffâret, mümin bir
köleyi azad etmek veya buna imkân bulunamazsa, iki ay fasılasız
(devamlı) oruç tutmaktır (en-Nisa, 4/92; İmam Merginânî,
a.g.e., IV, 169; İmam Kâsânî, a.g.e., VII, 297; V, 95; İbn Hümam,
VIII, 253). Ayrıca, keffaretlerde illet katî olarak tespit
edilemeyeceği için, ictihad gündeme giremez. Bu sebeple hataen veya
hata yerine sayılan öldürmelerde yoksul ve miskinleri doyurmak,
keffâret yerine geçmez. Çünkü, "mümin bir köleyi azad etmek
veya iki ay fasılasız oruç tutmak" hususunda katî nass
mevcuttur.

İslâm uleması, "diyetin kim
tarafından ve nasıl ödeneceğini" izah ederken, "âkıle"
üzerinde durmuştur. Bilindiği gibi, akıl kelimesi, men
etmek, tutmak ve korumak gibi mânâlara gelmektedir (Molla Hüsrev, a.g.e.,
II,124). Hataen bir cürüm işleyen kimseden diyet borcunu
kaldırmak ve onun suç işlemesini önlemek, baba tarafından
en yakın akrabaların görevidir. Rasûlullah (s.a.s.)'ın,
Huzeyl kabilesinden iki kadının kavgası sonucu ortaya çıkan
cenin cinayetini hükme bağlarken, hamile kadının
karnına vuranın akılesine hitaben: "Kalkınız
ceninin diyetini (gurreyi) veriniz." (Müslim, Kasame, 11; Ebu Davud,
Diyet, 21; Tirmizî, Diyet,18; İbn Mâce, Diyet, 17; Molla Hüsrev,
a.g.e., II,125) emri, bu hususta katî bir delildir. Kasden işlenen
cinayetlerde akıle herhangi bir ödemede bulunmaz.

Hanefi fukahası: "Beşyüz dirheme kadar
olan cezalarda, akıle, hiçbir şey ödemekle mükellef değildir.
Bunu cinayeti işleyen kimse bizzat kendisi öder. Beşyüz dirhem
gümüşü (yaklaşık 100 koyun fiyatını)
aştığı zaman, suçlunun âkılesine dahil olan (kadın
ve çocukların dışındaki her ferd) üç veya dört
dirhem ödemek durumundadır. Hz. Ömer (r.a.), Rasûlullah'tan bu
ödemenin üç yıl içerisinde olacağını rivâyet etmiştir."
(İmam Serahsî, a.g.e., 27, 127; İmam Kâsâni, a.g.e., VII,
256; Molla Hüsrev, II, 125) hükmünü esas almıştır.

Hataen bir cinayet işleyen kimsenin, yakın
veya uzak hiçbir akrabası veya bağlı bulunduğu bir
divan yoksa, Beytü't-Mâl, âkıle görevini üstlenir ve İslâm
devleti diyeti öder.

Yusuf KERİMOĞLU


Konular