Şamil | Kategoriler | Konular

Ayet

AYET

Alâmet, nişan, eser, ibret, yüksek bina.

Ayet, Arapça bir kelimedir. Çoğulu "Âyât"tır.
Açık alâmeti manasındadır. Türkçe'de "bellik",
Farsça'da "nişâne" kelimeleriyle ifade edilir. Alâmet;
zahir ve açık demek olunca, ayet onun daha zahiri demek olur. Meselâ;
dağ alâmet ise, zirvesi onun ayeti olur. Güneş, bir gündüz
ayeti: ay, bir gece ayetidir. Cami bir alâmet ise, minare onun ayetidir.
Ayet kelimesinin lügavî birkaç manası vardır:

a) Ayet, mucize "Sor İsrâiloğulları'na,
onlara nice açık mucizeler verdik... " (el-Bakara, 2/ 211).

b) Alâmet, nişan "...Gerçek, onun
hükümdarlığının açık alâmeti size o tabût'un
gelmesi olacaktır ki, içinde Rabb'ımızdan bir sükunet...
vardır..." (el-Bakara, 2/248).

c) İbret "... Elbette bunda size kat'î bir
ibret vardır. (el-Bakara, 2/248; Âli İmrân, 3/46).

d) Acayip iş: Meryem'in oğlu İsa'yı
da, anasını da (kudretimize delâlet eden) bir ayet (acîb bir iş)
kıldık... ' (el-Mü'minûn, 23/50).

e) Cemaat: Bu mana ile ayet kelimesini Araplar, "Kavm,
cemaatiyle birlikte çıktı "Haraca'l-kavmü bi ayetihim"
şeklinde kullanırlar.

f) Bürhan, delil: "Allah'ın gökleri ve yeri
yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da
O'nun (varlığı ve kudretinin) delil ve bürhanlarındandır.
(er-Rûm, 30/20).

Ayet'in ıstılah mânâsı; Kur'an
sureleri içinde yer almış olan, başı ve sonu belli cümlelerdir.
Ayet için yukarıda sayılan lüğat manalarının
hepsi bu ıstılahî mana içinde mevcuttur. Kur'an'ın her
bir ayeti mucizedir. Her ayet onları tebliğ eden peygamberlerin
doğruluğuna birer delil, düşünen ve kafasını
yoranlar için birer ibret; mucize oluşları ve değerleri
itibariyle de birer "emr-i acîb"dir. Ayet; harf, kelime ve
cümlelerden teşekkül ettiği için cemaat manası
taşır ve nihayet herbiri ilim ve hidâyet kaynağı
olduklarından dolayı da Allah'ın kudretine, ilmine ve
hikmetine, Allah elçisinin de sıdk ve doğruluğuna birer
delil ve bürhandırlar. Ayetlerin ekserisi bir veya birkaç cümleden
meydana gelmiş müstakil bir kelâmdırlar. Bununla beraber içlerinde
bir cümle teşkil etmeyen, ayn bir sıfat olanları
vardır. "Er-Rahmanü'r-Rahîm" Müstakil bir cümle değil,
iki sıfattır ve bir ayettir. Er-Rahmân suresinde geçen "Müdhâmmetân"
da bir tek kelime ve aynı zamanda tam bir ayettir. Müddessir
suresinde "Sümme nazara" iki kelime, bir cümledir.

"Sümme abese ve basara" dört kelime iki
cümledir. Bu suretle ayetlerin kısası, ortası, uzunu ve
herbirinin çeşitli mertebeleri vardır. Kur'an'da en uzun ayet
ise Müdayene= (Borçlanma) Ayeti diye bilinen Bakara suresinin 282.
ayetidir. Kur'an'ın ilâhî hükümlerinden birini ifade eden her kısmına
da ayet denilebilir. Meselâ; "Kadınların örtünmesi ile
ilgili ayet vardır." denilince kastedilen mana bir ayete
değil, o konuda bulunan tüm ayetlere şâmildir.

"Elif lâm mîm sâd" bir ayettir fakat,
"Elif lâm mîm râ" bir ayet değildir;

"Yâsîn" bir ayettir fakat, "Tâ-sîn"
bir ayet değildir;

"Hâ mîm ayn sîn kâf" iki ayet olduğu
hâlde, "Kâf hâ yâ ayn sâd" bir ayet kabul edilmiştir.

Ayetlerin, Kur'an'da görüldüğü şekildeki
tertibi "tevkîfi"dir. Yani Peygamber (s.a.s.) görüşü
ile değil, vahye dayalı olarak sıralanmıştır.
Bu konuda ictihada, re'ye, kıyasa ihtiyaç yoktur.

Ayetin son kelimesine fâsıla (çoğulu: fevâsıl)
denir. Ayetin en son kelimesi, sonraki ayeti bir evvelkinden
ayırdığı için bu adı almıştır. Fâsılanın
son harfine de "harfü'l-fâsıla=fâsıla harfi" denir.
Meselâ: El-Kevser suresinin ayetlerinin sonlarında bulunan (El-Kevser,
Ve'nhar, El-Ebter) kelimeleri fâsıladır. Bu kelimelerin sonunda
bulunan "râ" harfleri de fâsıla harfleridir. Kur'an'da
mevcut olan bu fâsıla harfleri alfabetik sıraya göre dizilmiş
değildir. Meselâ: Fâtiha suresinin fâsıla harfleri "mim,nûn";
el-Bakara suresininkiler mim, nûn, dal, be, râ, kaf, lem"; İhlâs
suresininkiler "dal" harfleridir.

Kur'an'ı Kerîm'deki ayetlerin sayısı;
Basra, Kûfe, Mekke ve Medine bilginlerine göre farklıdır:

Medineliler'e göre: Kıraat imamlarından
İmam Nâfi'ye göre: altıbinikiyüzonyedi: Şeybe İbn
Nisah'a göre: altıbinikiyüzondört; Ebu Ca'fer'e göre altıbinikiyüzon'dur.

Mekkeliler'e göre: altıbinikiyüzyirmi;
Kûfeliler'e göre; altıbinikiyüzotuzaltı; Basralılar'a göre
de altıbinikiyüzbeş'tir. Zemahşerî'ye göre ise altıbinaltıyüzaltmışaltı
ayettir. Bu farklılıkların sebebi şudur: Peygamber (s.a.s.)
öğretme gayesiyle sahabeye Kur'an okurken ayet başlarında,
buranın durak olduğunu hissettirecek kadar duruyor, fakat mana
tamam olmadığı için peşinden diğer ayete geçiyordu.
Bu okumayı işitenlerden bir kısmı, Peygamber'in
okuyuşunda ara verdiği kısmı bir ayet olarak
benimsiyor; diğerleri ise, mana tamam olana kadar devam eden lâfızları
bir ayet sayıyordu. Ayrıca Kûfeli âlimler, bazı surelerin
başında bulunan harfleri ayet olarak kabul ettikleri hâlde diğerleri
kabul etmiyorlardı. Sure başlarındaki yüzonüç "besmele"nin
ayet olup olmaması hakkında mezheb imamları arasında
ihtilaf vardır. İmam Şafiî ve İmam Hanefi, bu "besmele"lerin
ayet olduğunu söylerken; İmam Mâlik, bunların ayet
olmadığı kanaatindedir. Neml suresinde geçen "besmele"
ise, kesinlikle Kur'an'dan bir ayettir. Cebrail (a.s.) Hz. Peygamber'e (s.a.s.)
vahyi getirdiğinde, o anda inmiş olan ayetlerin hangi sureye ait
olduğunu ve hangi ayetten sonra yazılacağını da söylüyordu.
Hz. Peygamber de (s.a.s.) ayetleri, geldiği şekliyle vahiy kâtiplerine
yazdırıyordu.

Resullerin Allah'u Teâlâ tarafından gönderildiğini
işaret eden ve ancak gerektiğinde Resuller tarafından
inanmayanları imana davet için gösterilen mucizelere de âyât
denilmektedir.

Bazı insanlar Allah'a iman etmek ve resulleri
tasdik etmek için mutlaka bir mucizenin kendilerine gösterilmesini
isterler. Oysa bu gibiler, Allah'ın kendilerine verdiği
aklını kullanamayan, akıl ayetini kabul etmeyen düşünce
ve bilgi gücü zayıf kimselerdir. Allah'u Teâlâ ne zaman
resullerini gönderse, bu akledemeyen kimseler mutlaka onlardan akılların
alamıyacağı olağan dışı mucizeler
beklemiş yahut istemişlerdir. Böylece gerçek ayetleri görmek
yerine, akıllarını olağanüstü şeylerin emrine
vererek şaşkın bir imana bürünmüşlerdir. Belki de
sonunda inanmamış ve Allah resullerinin amansız düşmanları
olmuşlardır.

Akleden ve görebilen bir insan için kâinat kitabı
ve bunda olan her şey, Allah'ın en büyük bir ayetidir.

Allah'dan Cebrâil vasıtasıyla resullere
vahyedilen ve belli fasılalarla biri birinden ayrılan, Allah
katındaki Meknûn bir kitapta aslı bulunan Kur'an-ı Kerîm'deki
ve öteki kitaplardaki kelâma da ayet denilmektedir. Din tarihçileri ve
arkeolog ve filologlar tarafından yapılmış bulunan
incelemelerden de anlaşılmış bulunduğu gibi bugün
Tevrat ve İncil'de Allah'ın kelâmı olarak sağlam
kalmış bir ayet gösterilemez. Bu kitaplardaki ayetler tamamen
tahrif edilmiştir. Tevrat'ın filân ayetinde, yahut
İncil'in filân ayetinde gibi ifadeleri, bu gün bu kitaplar hakkında
söyleyemeyiz, zaten onları kabul edenler tarafından da söylenmemektedir.
Öyle ise ayet tabirini yalnız Kur'an'da mevcut ve fasılalarla
biribirinden ayrılan ibareler için kullanmak mümkündür.

Kur'an-ı Kerîm'deki ayetler, iki kısma
ayrılmaktadır. Bunlar:

1. Muhkem* ayetler: Kitabın anası hükmündeki
ayetlerdir.

2. Müteşabih* ayetler. Anlamını ve te'vîlini
yalnız Allah'u Teâlâ'nın bildiği ayetlerdir.

Kur'an-ı Kerîm'deki ayetler, esaslı olarak,
Mekkî Ayetler*, Medeni Ayetler* olmak üzere iki şekilde incelenir.

Cengiz YAĞCI


Konular