Şamil | Kategoriler | Konular

Velayet-i fakih

VELÂYET-İ FAKÎH

İmamiye Şîasında, masum imamlardan
sonra âdil fakîhlerin yönetim ve yargı yetkilerini el-lerinde
tutması.

İmamiye Şîasına özgü olan velâyet-i
fakîh anlayışı, bu mezhebin imamet konusundaki
inancıyla bağlantılıdır. İmamiye'ye göre
peygamberlerin iki temel görevi vardır. Birincisi, Allah'tan gelen
vahyi tebliğ etmek; ikincisi, ümmeti gelen vahiy doğrultusunda
örgütleyip yönetmek. İlk görev nübüvvetin risalet yönünü,
ikinci görev ise imamet yönünü oluşturur. Peygamber vefat edince,
vahiy kesilir, risalet görevi sona erer. Buna karşılık
dinin emir ve yasakları doğrultusunda ümmeti yönetme görevi
sona ermez. Bu görev bakidir ve peygamberin temsilcisi, vasisi
durumundaki imama aittir.

Peygamber nasıl toplum tarafından ya da
bazı kişilerin seçimiyle tayin edilmezse, onun
şeriatını tam olarak, ilahî hükümlerden, emirlerden kıl
kadar ayrılmamak üzere uygulama ve ümmeti yönetme görevini
üstlenecek olan imam da toplum tarafından ya da belirli
kişilerin seçimi ve onayıyla belirlenemez, atanamaz. Çünkü
imamet, nübüvvetin yönetim cephesini oluşturur.

Hz. Peygamber'in vefatıyla risalet görevi bitmiştir.
Fakat Allah'ın dini İslâm, onun tebliğ ettiği Kur'ân'ın
hükümleri, İslâm şeriatı kıyamete kadar sürecektir.
İslâm'ın hükümlerini yürütme, ümmeti ilâhî hükümlere
göre tam bir adaletle yönetme, İslâm'ı koruma ve yayma, yeni
sorunlara çözümler getirme görevi imama kalmıştır.
İmamet görevini üstlenecek kişi hiç yanılmamalı,
hata yapmamalı, haksızlık etmemeli ve bilgi, erdem, ahlâk,
soy-boy, İslâm'a hizmet bakımından ümmetin en üstün kişisi
olmalıdır. Ama insanların yanılmamaları, hata
yapmamaları mümkün değildir. İmam nefsine uyar,
haksızlık yapar, sorunları çözümlemede yetersiz kalırsa,
varlığı anlamını yitirir. Öyleyse, görevinin
gerektirdiği üstün niteliklere sahip olabilmesi, imamın ancak
Allah tarafından korunmasına, masum olmasına
bağlıdır. İsmet ise ilâhî bir lütuftur. Bu nedenle
peygamberin yerine geçecek, onun dininde hüküm sahibi olacak kişinin,
yani imamın Allah tarafından tayini, peygamber tarafından
da ümmete tebliği gerekir. Çünkü imamet, peygamberden hilâfet
yoluyla din ve dünya işlerinde genel ve ilâhî bir önderliktir.
Nitekim Hz. Peygamber, Allah'ın buyruğu üzerine, Hz. Ali'nin
kendisinden sonra ümmetin imamı olduğunu tebliğ
etmiştir. Hz. Ali de kendisinden sonraki imamın oğlu Hasan,
o da kardeşi Hüseyin olduğunu açıklamış ve bu
onikinci imama kadar sürmüştür.

İmamiye'ye göre, Onikinci İmam'ın
yeniden geleceği güne kadar toplumdan uzaklaşarak kendini
gizlediği gaybubet-i kübra döneminde (büyük gizlenme dönemi)
yönetim yetkisi imamların naibi, temsilcisi durumundaki âdil
fakîhlere bırakılmıştır. Fakîhleri bu yetkiye
ehliyetli kılan temel nitelikler bilgi ve adalet, yani dinî ve
ahlâkî kurallara tam uygunluktur. İmamiye bilginleri bu hükmü,
"(Halifelerim), benden sonra gelen, hadis ve sünnetimi nakledenler
ve benden sonra halka öğretenlerdir" (Şeyh Saduk), "Mü'min
fakihler İslâm'ın kaleleridir ve İslâm için bir beldenin
surları gibidirler" (İmam Musa), "Fukaha, resullerin
eminleridirler" (Kâfı), "Bu vakitte fakîhin makamı,
Benî İsrail nebilerinin makamı gibidir" (Fıkh-ı
Rezevi), "Karşılaştığınız
olaylarda, hadislerimizi rivayet edenlere başvurunuz, çünkü onlar
sizlere benim hüccetimdir ve ben Allah'ın hüccetiyim" (Onikinci
İmam), " Kıyamet döneminde ümmetimin âlimleri ile
iftihar ederim. Ümmetimin âlimleri benden önceki nebiler gibidir"
(Câmiu'l-Ahbâr), "Âlimler insanlar üzerinde hakimlerdir" (Müstedrek)
gibi hadis ve rivayetlere dayandırırlar.

Büyük gizlenme döneminde âdil fakîhler, masum
imamların yönetim alanındaki tüm yetkilerine aynıyla
sahiptirler. Bütün ümmetin onlara itaat etmeleri farzdır. Fakîhler
içinde de yönetimi üstlenme görevi farzdır. Eğer yönetim başkalarının
elindeyse, fakîhler topluca ya da tek başlarına yönetimi ele
geçirme yükümü altındadırlar. Bu konuda gerekiyorsa yönetime
karşı savaş açarlar. Mü'minlerin böyle bir ortamda
yönetimi tanımaları, bir haklarını elde etmek için
de olsa, yönetimin kurumlarına başvurmaları haramdır.
Yönetimi elinde tutmasa da, bütün sorunlar âdil fakîhe götürülmeli,
haklar ondan istenmelidir.

Fakîhlerin yönetim yetkisi, ancak fısk
işlemeleri halinde ortadan kalkar. Fısk işlemesi halinde
adalet niteliği ortadan kalkacağından fakîhin yönetim
yetkisi düşer.

Velâyet-i fakîh anlayışı, Şîa
içinde tüm tarihi boyunca etkili olmuştur. Ancak bu
anlayış, en güçlü ifadesine yüzyılımızda
Âyetullah Humeynî'nin yorumlarında kavuşmuş ve İran
İslâm Devrimi'nin gerçekleşmesinde etkin bir rol
oynamıştır.

İmamiye'nin velâyet-i fakîh anlayışı
ile Ehl-i Sünnet'in velâyet ve imamet anlayışı
arasında derin bir ayrılık vardır. Sünnî anlayışta
ister fakîh, ister müctehid olsun, hiç kimse, nitelikleri nedeniyle
kamu velâyetini temsil yetkisine sahip değildir. Bu yetki ancak
ümmet tarafından verilebilir. Ümmetin bîat etmediği kimsenin
velâyet hakkı olamaz.

Ahmet ÖZALP


Konular