Şamil | Kategoriler | Konular

Köle, kölelık

KÖLE, KÖLELİK

Hukukî, iktisadî ve sosyal bakımlardan hür
insanlardan farklı ve aşağı statüde kabul edilen
kimse. Bu statüde bulunan erkeğe "köle", kadına ise
"câriye" denir. Kul, bende, halayık ve esir, kölenin eş
anlamlısıdır. Kadın köleye ise Türkçe'de câriye ve
odalık denir. Arapça'da; abd, rakık, memlûk, kınn, rakabe,
vasif ve mülkül-yemîn; kadın köleler için memlûke, vasîfe,
câriye, eme ve gurre kelimeleri kullanılır. Farsça'da bende ve
gulâm köle; kenîz ise câriye anlamındadır.

Köle, hukukî muâmele ve tasarruflara konu olabildiği
için bir yönüyle "mal" sayılırken, iman, ibadet, muâmelât
ve ceza hukuku alanındaki sorumluluk ve yükümlülükleri dikkate alındığında
"edâ" ve "vücûb" ehliyeti kısıtlanmış
kendine özgü bir insan statüsündedir. Velâyet, şahitlik ve kaza
görevinden âciz olması ve mülk edinememesi köleliğin ehliyet
arızası yönünü güçlendirir.

Köleliğin tarihi çok eskilere uzanır. Eski
Mısır ve Yakın Doğu'da savaş esiri kölelerle,
komşu kabile veya kavimlerden kaçırılan insanlar,
babaları veya başka yakınları tarafından köle
diye satılan çocuklar ve borçlarına veya işledikleri
bazı suçlarına karşılık köle statüsüne
geçirilen insanlar büyük bir sayıya ulaşmaktadır.

Tevrat'ta kölelikle ilgili bazı hükümler yer
almıştır. Kişinin borcuna karşılık
kendisini köle olarak satması (Levililer, 35:39),
alacaklıların, mal bırakmadan ölen borçlunun çocuklarını
köle edinebilmesi (II. Krallar, 4:1-7), bir kimsenin kendi öz kızını
satabilmesi bunlar arasında sayılabilir. Tevrat'ta, köle azadı
ile ilgili bir hüküm yer almamıştır. Ancak efendisi
tarafından gözü kör edilen veya dişi kırılan yahudi
olmayan kölenin hürriyetine kavuşacağından söz edilir (Çıkış,
21:26). İncil'de de köle âzâdından söz edilmez. Kiliseler,
köleliği tarihi bir olay olarak kabul etmişlerdir.

Roma hukukunda, İus Gentlum'a göre kölelerin
hiçbir değeri yoktu. Başlangıçta âzâd edilmeleri de
yasaklanmıştı. Sonraları köle azadına imkân sağlanmıştır.
Eski Yunan ve Roma'da köleliğin başlıca
kaynaklarını savaş esirleri ile korsanlık vb. yollarla
kaçırılan veya yabancı (barbar) ülkelerden getirtilen
insanlar ve kölelerden doğmuş olan çocuklar oluşturuyordu.
Önceleri, borçlunun borcuna karşılık
alacaklısına köle olma kuralı ve terkedilmiş
çocukları büyütüp yetiştirenlerin elinde köle sayılması
uygulaması söz konusu iken, bu tali kaynak sonradan yasaklanmıştır.
Bu dönemde kölelerin yaşam şartlarının son derece
elverişsiz olduğu ve bu durumun zaman zaman büyük sosyal
patlamalara neden olduğu bilinmektedir. Roma hukukunda belirli bir dönemde
kölelerin evlenme hakkı yoktu. Ancak köle ve câriyelerin kendi
aralarında cinsel hayat yaşamalarına ses çıkarılmıyordu.

İslâm'ın çıkışı
sırasında Arap Yarımadası'nda ve Hicaz yöresinde
kölelik uygulamasının varlığı bilinmektedir.
Bunların büyük çoğunluğunu Afrikalı siyahîler teşkil
etmekte idi. Nitekim Hz. Peygamber'in müezzini Bilâl-ı Habeşî
de bunlardan biriydi. Bu kölelerin kaynağı tam olarak
bilinmemekle birlikte, eski Yunan ve Roma'daki köle kaynağına
benzemektedir. Bunlar ya ele geçirilenler tarafından
satılmış ve el değiştire değiştire
Mekke'ye kadar getirilmiş esirler veya kıtlıklar yüzünden
aileleri tarafından satılmış çocuklardı. Arap
Yarımadası'na başka beldelerden getirilen köleler de vardı.
Meselâ; İkrime b. Ebî Cehl'in kölesi ile Ezrak b. Ukbe es-Sekafi
ve Suheyb-i Rûmî Rum menşeli kölelerdi. Ancak Suheyb, kendisinin
aslen arap olduğunu ve bir savaş sonucu Rumlara esir düştüğünü
söylemiştir. Selmân-ı Fârisî İranlı idi. Kaçırılarak
Yahudilere satılmış, müslüman olmak için Medine'ye kadar
gelmişti. Hz. Peygamber hürriyetine kavuşması için
Selmân'a (r.a) para yardımında bulunmuştur. Hz.
Peygamber'in sonraları âzâd edip, evlatlık edindiği Zeyd
b. Hârise (r.a) ise arap kölelerden idi (İbn Hişam, es-Sîre,
Mısır 1375, I, 214-222; Taberî, Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülük,
Kahire, 1939, I, 227; Belazürı, Ensabu'l Eşrâf, Nşr.
Muhammed Hamidullah, Kahire 1959, I, 357-367).

İslâm yedinci Miladî yüzyıl
başlarında köleliği topluma yerleşmiş ve çağdaşı
güçlü devletlerde tabii kabul edilmiş bir halde buldu. Köleliği
tek yanlı ve kesin bir kararla kaldırma yoluna gitmedi. Ancak köleliğin
kaynağını yalnız savaş hâline bağladı.
Savaş sonrasında esirler için uygulana gelen bazı
alternatifler vardır. Birincisi ve çokça başvurulan yol,
esirlerin öldürülmesidir. Bu, vicdanları rahatsız ettiği
gibi, galip tarafın intikam duygularını kamçılamaktan
başka bir yarar sağlamaz. İkinci yol, savaş
esirlerinin kurtuluş akçesi (fidye-i necât) veya esir değişimi
yoluyla serbest bırakılmasıdır. Fakat, yenilen
tarafın kurtuluş akçesi verememesi veya değişim için
elinde esir bulunmaması yahut düşman tarafını yeniden
güçlendirmemek için galib ülkenin yukarıdaki alternatifi kabul
etmemesi hâlinde bir tıkanıklık doğmaktadır.
Esirlerin karşılıksız af ilan ederek
salıverilmesi ise, onları ele geçirmek için canını
ortaya koyan İslâm savaşçılarının hakkına
tecavüz sayıldığından pek az başvurulan bir
alternatif olmuştur. Esirleri tasfiye etmenin üçüncü yolu ise;
onları köle statüsüne sokmaktır. Bu duruma göre, savaş
esirlerinin karşılıklı veya
karşılıksız serbest bırakılması mümkün
olmayan durumlarda geriye iki yoldan birisi kalır. Öldürülmek veya
köle olarak yaşamını sürdürmek. Bu duruma göre,
kölelik, öldürülmenin alternatifi olarak ortaya çıkmaktadır.
Savaşçıların genellikle genç yaşta bulundukları
dikkate alınırsa, yenilgi yüzünden hürriyetini kaybeden
kimsenin önünde uzun bir ömrü vardır ve hürriyetini elde etmesi
ümidi sürekli olarak vardır. Ölüm hâlinde ise artık
diğer bütün alternatifler ortadan kalkmış olur.
İşte köleliğin yasaklandığı günümüzde,
bir savaş sonrası uygulamada, esirlerin serbest
bırakılmadığı durumlarda, onların tek tek
veya toplama kamplarında topluca öldürülmeleri olayı ile
karşılaşılmaktadır. İşte bu nedenle
İslâm, köleliği tam olarak kaldırmamış ve
gerektiğinde başvurulmak üzere kapıyı aralık
tutmuştur. Ancak bununla birlikte savaş esirlerinin mutlaka köle
edinilmesi diye genel bir kural yoktur.

Diğer yandan köleliğin tek yanlı bir
kararla kaldırılması İslâm toplumlarının
aleyhine bir sonuç da verebilir. Çünkü gayri müslim toplumlar, savaş
sonrası müslüman esirleri sürekli olarak köleleştirirken,
İslâm toplumlarına bu imkânın verilmemesi ve esirleri
serbest bırakması onun zayıflaması sonucunu
doğurur.

İşte İslâm yukarıda birkaçına
temas edilen sebeplerle köleliği kaldırmamış, fakat
getirmiş olduğu çeşitli tedbirlerle
kaynağını yalnız savaş esirlerine münhasır
kılmış diğer kaynaklara izin vermemiştir.

İslâm hukukuna göre köle ve câriye
statüsünü şu şekilde belirleyebiliriz: Gayri müslimlerle bir
savaş sonucunda müslümanlar galip gelmiş ve esir
almışlarsa, İslâm Devleti'nin elinde esirler için
izleyeceği yol alternatiflidir.

1- Öldürme. Savaş esirlerine öldürme
hükmünün uygulanabileceği konusunda İslâm hukukçuları
arasında görüş birliği vardır. Çünkü Hz.
Peygamber'in bazı savaş esirlerinin öldürülmesini emrettiği
tevatür yoluyla nakledilmiştir (el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'ân, III,
391). Bazı bilginler esirleri öldürmenin savaş devam ederken mümkün
olduğunu, savaş bittikten sonra bunun mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Delilleri; "Onlar sizinle savaşırlarsa onları
öldürünüz" (el-Bakara, 2/191) âyetidir. Savaş
bittiğine göre artık öldürmeye gerek kalmamıştır.
Esir olmazdan önce müslüman olan kimse, ne öldürülür ve ne de köle
edinilebilir. Belki tedbir olarak bir süre tutuklu bulundurulur. Esirken
İslâm'a giren de öldürülmez (İbn Hazm, el-Muhallâ, (Neşr.
A.M. Şakir) VII, 309)

2. Köle edinme. Savaş esirlerinin köle
edinilmesi veya zimmî statüsünde İslâm Devleti'nin tebaası hâline
getirilmesi de mümkün ve câizdir. Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik'in
görüşü budur. Bazı Hanefî hukukçularına göre ise
esirleri köle olarak kullanma hükmü neshedilmiştir (Muhammed,
47/4; el-Enfâl, 8/67; el-Cassas, a.g.e., V, 268-272).

3. Kurtuluş fidyesi
karşılığında salıvermek. Âyette;
"Esirleri meccânen veya bir fidye karşılığı
salıverme vardır" (Muhammed, 47/4) buyurulur. Bu bedel;
mal, para, savaş malzemesi vb. şeyler olabilir. Nitekim Bedir
Gazvesi esirlerinin bir bölümü para karşılığında,
para temin edemeyenler ise on çocuğa okuyup-yazma öğretme
karşılığında serbest
bırakılmıştır (es-Sâbûnî, Tefsîru
Ayâti'l-Ahkâm, II, 451-452). Ancak Hanefî hukukçulara göre, mal karşılığı
serbest bırakma hükmü neshedilmiştir. Çünkü bu, düşmanın
yeniden güçlenmesine yol açar. Bu görüşe göre, fidyeden söz
eden âyet (Muhammed, 47/4), daha sonra inen ve müşriklerin
öldürülmesini bildiren âyetlerin (et-Tevbe, 9/5, 29) hükmü ile
neshedilmiştir. Çoğunluk İslâm hukukçuları ise,
fidye karşılığı salıverme hükmünün,
ihtiyaca göre başvurulmak üzere devam ettiği görüşündedir.

4. Esir mübadelesi. Hanefîlerin çoğunluğuna
göre esir değişimi yoluyla salıverme mümkündür.
Çünkü bazı durumlarda, İslâm Devleti düşmanın
eline geçen müslüman esirleri kurtarmak için buna mecbur kalabilir.
Fidye âyetindeki "fidâ" terimi mutlak olarak zikredildiği
için, bunun esir değişimini de kapsamına alması
muhtemeldir.

5. Meccânen salıvermek (menn). İslâm
hukukçularının çoğunluğuna göre, düşman
esirlerinin meccanen salıverilmesi caiz değildir. Çünkü bu,
düşmanın güçlenmesine yol açacağı gibi,
hayatını ortaya koyarak bunları esir eden mücahidlerin
haklarına da bir çeşit tecavüz sayılır. İmam
Şâfii ise, meccânen salıvermeyi caiz görür. O, Hz.
Peygamber'in, Yemame halkının büyüğü Sümâme b. Üsal'i
meccânen salıvermesini delil getirir (Ömer Nasuhi Bilmen,
Istilâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, III, 402).

Savaşta esir alınan kadınlarla,
çocukları öldürmek ittifakla caiz görülmemiştir. Bunlar
hakkında diğer alternatifler söz konusu olur. Esir alınan
karı-koca birlikte İslâm ülkesine getirilmişlerse nikâh
bağı devam eder. Yalnız kadın gelmişse bu
bağ ortadan kalkar (Bilmen, a.g.e., III, 402).

Bir savaş sonrası köle statüsü ortaya çıkınca,
ikinci kaynak olan doğumla kölelik statüsü de bunun tabii sonucu
olarak ortaya çıkmış olur. İslâm hukukuna göre,
kural olarak köle, annenin statüsüne tabidir. Bunun istisnası, hür
bir baba ile onun cariyesinden doğan çocuk hür sayılır. Köle
baba ile hür anneden doğan çocuk, genel kurala göre hürdür.
İslâm hukukunda, köleliğin bu iki kaynak
dışında başka bir kaynağı yoktur.

Kölenin hukuka statüsü:

İslâm hukukunda köle, satışa konu
olması bakımından "eşya" gibi kabul
edilmekle birlikte diğer inanç, ibadet ve muameleler bakımından
ehliyeti kısıtlı bir insan statüsündedir. İslâmî
emir ve yasaklara muhatap olması bakımından bir kölenin
hak ve sorumluluklarını şöylece özetlemek mümkündür

1. İnanç ve ibadet hürriyeti bakımından:

Bir müslümanın yanında ve mülkiyetinde
bulunan köle veya câriyenin inanç özgürlüğü vardır. Gayri
müslim olarak kalabileceği gibi, İslâm'a girmesi ve İslâmî
akideye sahip olması da hakkıdır. Ancak efendisi onu, buna
zorlayamaz. Çünkü iman kalb işi olduğu için, zor karşısında
inanmış görünmek kişiyi "münafık"
durumuna düşürür. Bu durum çoğu zaman, karşı taraf
için, kişinin gerçek yüzüyle görünmesinden daha zararlı
olabilir. Müslüman köle, ibadet ve dini yükümlülükler bakımından
temelde hür insanlar gibidir. Ancak ehliyeti kısıtlı
olduğu için, bu yükümlülükler onun gücü ile sınırlıdır.
"Allah hiçbir kimseyi gücünün yeteceğinden başkası
ile yükümlü tutmaz" (el-Bakara, 2/286).

Bu yüzden köle ve câriye namaz ve oruçla yükümlü
olmakla birlikte, mülk sahibi olamadığı için zekât ve
hac'tan muaftır. Fıtır sadakası efendisi
tarafından verilir. Cihadla yükümlü değildir. Câriyelerin
örtünme konusundaki sorumlulukları, hür kadınlara göre sınırlıdır.

2. Muâmelât ve Ukûbât bakımından:

Köle, mülkiyete ve tasarruflara konu olması
bakımından eşya gibidir. Alınıp satılabilir,
hibe edilebilir, kiralanabilir, ortak mülkiyete konu olabilir. Eksik
vücûb ehliyeti vardır. Mülk edinemediği için, kazandıkları
efendisine ait olur. Bu yüzden ona karşı yapılacak
haksız fiilden elde edilecek diyet ve erş gibi tazminatları
efendisi alır. Başkasına karşı
işleyeceği haksız fiillerde ise köle kendi mülkiyetiyle
sorumludur. Efendisi bu zararı ödemezse, zarar görene kölenin
mülkiyetini devretmek zorunda kalır.

Efendisi köleye hukukî tasarruflarda bulunma izni
verebilir. Böyle bir köleye "me'zûn" denir. Me'zûn,
borçlardan şahsen sorumlu sayılır. Efendisi bunları
ödemezse, köle satılarak bunlar ödenir. Kazandığı
efendisine ait olur. Ancak efendi köle ile "mükâteb" anlaşması
yapmışsa köle vücûb ve edâ ehliyetine de sahip olur.
Çünkü bu durumda belli bir bedeli kazanarak efendisine ödeyince
hürriyetine kavuşabilecektir. Bu da onun mülk edinmesini
gerektirir. Efendi, verdiği tasarruf izninden her zaman dönebilirken
"mükâteb" sözleşmesi dönülemeyen bir tasarruftur.

Köle ve câriyelerin evlenmesi efendilerinin iznine bağlıdır.
Erkek köle mehri ve evliliğin getireceği bazı mali yükümlülükleri
bizzat karşılamak zorunda kalacağı için, onun
evlenmesi efendisini de ilgilendirmektedir. Bu yüzden kölenin
evlenmesinde efendisinin rızası aranmaktadır. Efendi köleyi
evlenmeye zorladığı takdirde, köle hürriyetine kavuşunca
muhayyerlik hakkına (hıyâru'l-ıtk) sahiptir.

Kölelerin evlenmesinde şu durumlar söz konusu
olabilir.

a. Hür bir erkek kendi cariyesi ile nikâh söz konusu
olmaksızın cinsel hayat yaşayabileceği gibi, onu nikâh
akdi ile eş edinmesi de mümkündür. Ancak hür olan eşle câriye
bir nikâh altında toplanamaz. Diğer yandan hür bir erkek, başkasının
câriyesi ile, onun efendisinin izniyle ve mehir de vererek evlenebilir
(bk. el-Bakara, 2/221).

b. Hür bir kadın kendi rızasıyle,
başkasının mülkü olan bir köle ile evlenebilir
(el-Bakara, 2/221). Ancak, kadının velisi, böyle bir evliliğe
kefâet* (denklik) bakımından itiraz ederek evliliği
feshettirme hakkına sahiptir. Velisi bu yetkiyi kullanmazsa akit
kesinleşir. Doğacak çocuklar anneye tabi olarak hür sayılır.
Koca, satın alınma, hibe, miras, vasiyet ve benzeri yollarla
karısının mülkiyetine geçerse nikâh akdi münfesih olur.
Çünkü nikâh akdi mülkiyet kadın bakımından aynı
kişide toplanamaz. Böyle bir kadın evliliği sürdürmek
isterse, kölesi statüsünde olan kocasını azad eder. Erkek
serbest kaldıktan sonra yeni bir akitle evlenmeleri mümkündür.
Ancak serbest kalan kölenin bu ikinci evliliği kabul etmeme imkânı
da vardır.

c. Köle ve câriyenin efendilerinin izniyle evlenmesi
mümkündür. Bunların aynı efendinin veya ayrı ayrı
efendilerin kölesi olması sonucu değiştirmez. Doğan
çocuklar annenin efendisine aittir. Çoğunluğa göre, köle
ister hür olsun ister câriye yalnız iki kadınla, İmam Mâlik'e
göre ise dört kadınla evlenebilir. Erkek kölenin, çocukları
üzerinde velâyet *, kadın kölenin de hadâne* köle, boşama
konusunda efendisinden izin almak zorunda değildir. O, bu konuda tam
ehliyetli sayılır. Ancak cariyenin iki defa boşanması
mümkündür. Bununla beynûneti kübrâ meydana gelir. Kocası olan
veya boşanan câriyeler, hür kadınların yarısı
kadar iddet * beklerler. Doğum hâlinde iddet doğumla sona erer.
Köle ve câriye miras veya vasiyet yoluyla mülk edinemez. Aksi halde ona
intikal edebilecek mal, efendisinin sayılacağı için servet
dolaylı yoldan ilgisi olmayana geçmiş sayılır.

Köle, had cezası gerektiren suçların
cezasını hürlere göre, yan olarak çeker. Meselâ; zinada
bekâr köleye, hür kimselere verilen cezanın (en-Nûr, 24/2) yarısı
verilir (en-Nisa, 4/2). Köle ve câriye evli de olsa muhsan sayılmaz
ve onlara zinada recm * cezası uygulanmaz. Zina iftirası (kazf)
suçunda hürlere verilen cezanın yarısı (en-Nadr, 24/4),
hırsızlık (el-Mâide, 5/38) ve irtidâd suçlarında
cezanın yarıya indirilmesi mümkün olmadığı için
tam ceza uygulanır.

Kısası gerektiren suçlarda köle, hür veya
köle karşılığında kısas olarak
öldürülür. Bir köleyi öldüren hür kimse de kısas yoluyla
öldürülür. Hanefiler dışındaki mezheplere göre ise, bu
durumda, aralarında eşitlik olmadığı için kısas
uygulanmaz. Yaralamalarda da kısas yoluna gidilmez. Diyet * gereken
durumlarda kölenin sahibi dilerse, hak sahiplerine diyeti öder, dilerse
diyet yerine karşı tarafa kölenin mülkiyetini devreder.
Hanefilere göre, kölenin diyeti, hür kimselerin diyetini aşamaz.
Şâfiîlere göre ise, böyle bir sınırlama söz konusu değildir.

Ta'zir cezaları İslâm Devleti'nin toplum
düzenini sağlamak için serbestçe koyacağı cezalar
olduğu için, Devlet köle ve cariyelerin had ve kısas
cezaları dışında kalan suçları için, hürlere eşit
veya farklı biçimlerde ceza koyma hakkına sahiptir.

Kölelerin hak ve görevleri: Ehliyeti, hak ve
yetkileri çeşitli bakımlardan kısıtlanmakla birlikte,
köle bir insandır ve Allah'ın bir kuludur. Bu yüzden âyet ve
hadislerde köle ve câriyelere insanca muamele yapılması
tavsiye edilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de; "Sahip
olduğunuz kölelere iyilikte bulunun" (en-Nisâ, 4/36)
buyurulması, çeşitli hadis-i şeriflerde; "Onlara
"kölem " demeyiniz "oğlum, kızım "
diye hitap ediniz", "Köleler, Allah'ın sizin
yanınızda bulundurduğu kardeşlerinizdir. Allah sizi de
onların hizmetine tabi kılabilirdi. O halde onlara iyi
davranın" buyurulması bu tavsiyelere örnek olabilir.
(Köle ile ilgili hadisler için bk. Wensinck, Meftâh, "Abîd"
ve "ltk" mad.). Ayrıca bk. Azad, Mühatebe mad.

Hamdi YUSUFOĞLU


Konular