Şamil | Kategoriler | Konular

Hısım, hısımlık

HISIM, HISIMLIK



Kişinin kan ve sıhriyet yoluyla bağlı bulunduğu yakınları. Başta anne ve baba olmak üzere, çocuklar, halalar, teyzeler, amcalar, dayılar.... vs hepsi hısımdır.

İslâm'da akraba hakkı çok büyük önem taşır. Akrabayı görüp gözetmek, imkan ölçülerinde ziyarette bulunmak, onlarla her ne olursa olsun ilişkiyi kesmemek bir müslümanın başta gelen görevleri arasındadır. Nitekim bazı islam alimleri toptan akraba ziyaretinin vacib, buna mukabil, bu ziyaretin yapılmamasının ve akrabalarla ilişkiyi kesmenin büyük günah olduğu konusunda bütün âlimlerin ortak görüşe sahib olduklarını söylemişlerdir.

Akraba ziyaretinin dereceleri vardır. Bunların en aşağısı veya diğer bir ifade ile en kötüsü ziyareti kesmektir (kat'ı sıla-ı rahm). Bir söz veya selâmla da olsa akraba ile bağlar koparılmamış olur. Bu şekilde davranmakla bir nevi "sıla-ı rahm" yapılabilir. Bu ziyaretler ve akrabayı görüp gözetme, yapabilme imkanı ve ihtiyaca göre farklı hükümler arzederler. Bazı ziyaretler vacib, bazıları ise müstehabdır. Tam istenildiği gibi olmasa da, her hangi bir şekil veya yolla akrabalarla ilişki kurulsa, bu görev yapılmış demektir. Böyle bir kimse için, akraba ziyaretini (sıla-ı rahm'i) tamamen kesti denilemez.

Ziyareti vacib olan akrabaların yakınlık dereceleri konusunda da âlimler arasında görüş ayrılığı vardı. Bazı âlimler bu yakınlık derecesini, "zi rahimi mahrem" denilen akrabalarla sınırlamışlardır. Bu akrabalık derecesi de şudur: Akrabalardan birisi erkek, diğeri kadın olduğunda, hu ikisinin evlenmesi akrabalıktan dolayı haram ise, bu akrabalık derecesine "zi rahimi mahrem" denilir. Dolayısıyla buna göre, amca ve hala oğulları bu akrabalık derecesine girmediğinden, ziyareti vacib olan akrabadan sayılmamış olurlar. Anne, baba, çocuklar, amcalar, kardeşler, kardeş çocukları ve torunlar bu gruba girerler ve ziyaretleri de gereklidir.

Buna karşılık bazı âlimler de, ziyareti farz olan akrabalar, bütün akrabalardır, yani kişi öldüğünde kendisine mirasçı olabilen ve "zevi'l erhâm" denilen akrabadır demişlerdir. Kâdî Iyaz da bu son görüşün doğru ve isabetli olduğunu söylemiştir.

Konu ile ilgili bir çok hadis vardır: Bunlardan bir kaçını burada nakledelim: "Bir adam Hz. Peygamber'e gelerek, "Ey Allah'ın Rasûlü, yaptığımda benim cennet'e girmeme sebeb olacak bir işi (ameli) öğret" dedi. Orada bulunanlar halk, "bu adama da ne oluyor? Ne var, ne oluyor? "dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.) adamın zekasına hayret ettikten sonra, şöyle buyurdu: "Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadan ibadet edersin, namazı kılarsın, zekatını verirsin, akrabayı ziyaret eder, görür gözetirsin...."

Şu hadis de akraba ile ilişkiyi kesenin "sıla-ı rahm" yapmayanın günahını haber vermektedir: "Cübeyr b. Mut'im (r.a.)'ın Hz. Peygamber (s.a.s)'ın "Akraba ziyaretini kesen, onları görüp gözetmeyen cennete giremez" buyurduğunu işittim dediği rivayet olunmuştur.

Buharî şârihlerinden Kirmani (ö. 786/1384), bu hadisi şöyle yorumlanmıştır: Günahı nedeniyle bir mü'min kâfirlikle itham edilemez. Dolayısıyla mü'min cezasını çektikten sonra da olsa, mutlaka cennete girecektir. Buradan hareketle bu hadisi şu şekilde anlamak gerekir: Allah'ın ziyaretle ve ilişki kurmakla emrettiği bütün şeylerle, kısaca İslâm'la alakayı kesen kişi kâfir olur. Veya akraba ile alakayı kesmeyi helal sayan kişi cennete giremez veya ilk girenlerle beraber cennete giremez.

Yine diğer bir hadiste de Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: "Rızkının genişlemesi ve ömrünün uzaması kimi sevindirirse, akrabayı ziyarete (devam etsin)"(el-Aynî, "Umdetu'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, X, 330-1).

Akrabaya iyilik yapmayı Allah Tealâ da emretmektedir. Konu ile ilgili Kur'ân-ı Kerim'de bir çok ayet-i kerime vardır. Bunlardan bir tanesini burada nakledelim: "Allah'â ibadet edin. O'nu hiç bir şeyi ortak koşmayın; ana, babaya, akrabaya, öksüzlere, yoksullara, (neseb yahut evce) yakın komşuya, uzak komşuya, yanında bulunan arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah kibirle böbürlenenleri sevmez" (en-Nisa, 4/36). Ayrıca bkz. el-Bakara 2/177; en-Nahl, 16/90; İsrâ, 17/26).

Talat SAKALLI


Konular