Şamil | Kategoriler | Konular

Hucurat suresı

HUCURÂT SÛRESİ

Kur'ân-ı Kerîm'in kırkdokuzcu sûresi,
Medine'de nazil olmuştur. sekiz âyet, üçyüzkırk kelime, bindörtyüz
yetmişaltı harftir. Fasılası Mim ve Nun'dur. Dördüncü
âyetinde geçen "hucurât" (odalar) kelimesinin sûreye ad
olarak verilmesi şu olaydan kaynaklanır:

Hz. Peygamberimiz (s.a.s)'in Medine'de eşlerine
ait dokuz oda vardı ve bunlar mescide bitişikti. Hicrî 9. yılda,
henüz müslüman olmamış Temîmoğulları kabilesinden
bir grup mescide gelerek, Hz. Peygamber'in eşlerinin bulunduğu
odaların arkasından bağıra bağıra "Muhammed!
Muhammed" diye Hz. Peygamber'i çağırdılar ve
şiir okumak istediler. Araplar da bazı sorunlar şiirle
çözümlenir, kim daha güzel şiir okursa onun tezi kabul edilirdi.
Temîm kabilesinin şiirlerine karşılık Hassan b. Sâbit
şiir okudu ve bu kabilenin ileri gelenlerinden Akra b. Hâbis
müslüman oldu. İşte dördüncü âyette "odaların
arkasından sana seslenenlerin çoğunun akılları ermez"
buyruğu bu olayla ilgilidir.

Hucurât sûresi, mü'minler arasında ve Hz.
Peygamber'e karşı davranış kurallarını,
âdâb ilkelerini belirtmektedir.

Mü'minler, Allah ve Rasûlü'nden önce bir hüküm
beyan etmeye kalkışmamalıdırlar. Hz. Peygamber ile
konuşurken son derece nazik olmalıdırlar.
Fasıkların çıkardığı haberlere hemen
inanılmamalı ve doğruluğu
araştırılmalıdır. Mü'min iki grup savaşırsa
araları düzeltilmelidir. Eğer bir grup sulh teşebbüsüne
yanaşmayıp saldırıya devam ediyorsa yola gelinceye
kadar o grupla savaşılmalı, sonunda da adaletle
davranılmalıdır.

Mü'minler kardeştir ve bozuşan
kardeşlerin arası düzeltilmelidir. Mü'minler birbiriyle alay
etmemeli, birbirini kötü lakapla çağırmamalı ve kusur
aramamalıdır. Birbirlerini çekiştirmemeli, zandan ve gizli
şeylerin araştırılmasından uzak
durmalıdırlar. Herkes Allah katında eşittir,
üstünlük ancak takva iledir. Mü'min, Allah'a ve Rasûlü'ne kesinlikle
inanan ve malıyla canıyla cihad eden kimsedir. En büyük nimet
imandır. Kimin gerçekten iman ettiğini gayba ve herşeye
vakıf olan Allah bilir. Sûrenin ana mesajları şöyledir:

Allah ve Rasûlü'nün Hükmünün Üstünlüğü
Meselesi:

Sûrenin ilk ayetinde "Allah ve Rasûlü'nün
önüne geçilmemesi" öğüdü, Ahzâb sûresindeki şu
ayetle açıklığa kavuşmaktadır: ''Allah ve Rasûlü'nün
hüküm koyduğu konularda hiçbir müslümana muhayyerlik (hür düşünce,
kendi kendine karar verme yetkisi) verilmemiştir'' (el-Ahzâb,
33/36). Meşhur Muaz hadisi de bu hususta açık bir huccettir:
Hz. Muaz (r.a), Yemen'e vali olarak giderken, Hz. Peygamber ona "ey
Muaz, ne ile hüküm vereceksin?" diye sormuş, o da "Allah'ın
Kitabı, Rasûlullah'ın sünneti ve bunlarda bulamazsa ictihadı
ile hüküm vereceğini" söylemiştir. Rasûlullah da onun
cevabı üzerine: "Rasûlü'nün elçisini peygamberinin razı
olduğu şekilde muvaffak kılan Allah'a hamd olsun"
buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230; Şâfiî, el Umm,
VII, 273; Tirmizî, Ahkâm, 3; Ebû Dâvûd, II, 75-76 vd.).

Öte yandan altıncı âyette: "Ey iman
edenler, bir fâsık size haber getirirse onun doğru olup
olmadığını araştırıp açığa
çıkarın, yoksa bilmeden bir kavme
sataşırsınız da yaptığınıza
pişman olursunuz" buyruğu, Nisâ suresinin 93. âyetindeki
"Onlar kendilerine gelen haberi Rasûle ve aralarındaki emir
sahiplerine yöneticiler, âlimler) götürselerdi, içlerinden işin
içyüzünü araştırıp çıkaranlar onun ne
olduğunu bilirlerdi" âyetiyle ve ''Ey inananlar! Allah'a itaat
edin, Rasule ve sizden olan emir sahibine (Ulu'l-Emre) itaat edin.
Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz
Allah'a ve Rasûlü'ne gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve
Rasûlü'ne götürün (Kur'ân ve Sünnet'le hüküm verin). Bu, daha
iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir'' (en-Nisa, 4/59)
ve "Yeryüzünde bozgunculuk yapan aşırıların
emrine uymayın" (eş-Şuarâ, 26/52) âyetiyle bu konu
açıklığa kavuşmaktadır. İslâm âlimleri,
Ulu'l-emr'in ulema ve umera olduğunu söylemiştir. Hz.
Peygamber'in ilk uygulamalarında da emanet ehline verilmiş; yöneticiler,
toplumun ileri gelenleri, aynı zamanda âlim ve takva sahibi
müslümanlardan meydana gelmiştir. İtaat edilmesi sözkonusu
olanlar, bu tür kişilerdir. Aynı zamanda "sizden olan"
ibaresi de itaatin ancak müslüman olana olması gerektiğini
ifade etmektedir. Rasûlullah bu konuda: "Allah'a isyan hususunda
âmire itaat olmaz" buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, 426). Ve yine
O; "İtaat ancak iyi şeylerde olur", "Günah işlemesi
emredilirse o emir dinlenmez ve itaat edilmez"; ''Emrime itaat eden
bana itaat etmiştir, bana itaat eden Allah'a itaat etmiştir"
buyurmaktadır (Buhârî, Ahkâm, 14; Ebu Dâvûd, Cihad, 87).

İslâm toplumunda temel kanun Kur'ân ve
Sünnet'tir. Hayat bu temelllerde yükselir. İhtilaflar, Kur'ân,
Sünnet, icma, kıyas, ulu'l-emr'in şûrası ve
İmamın kararı ile çözümlenir. Bunun dışında
Kitap ve Sünnet'in dışına çıkmak, "Allah'a ve
Rasûlü'ne gelin" dendiğinde yüz çevirmek münâfıkların,
kâfirlerin bâtıla sapanların, tâğuta (azgınlığa
çağıran, yoldan çıkaran her şey)
başvuranların yoludur ve onlar için "Allah elçisinin
emrine aykırı davrananlar kendilerine bir belânın çarpmasından
yahut onlara acı bir azabın uğramasından
sakınsınlar" âyeti inmiştir (en-Nûr, 24/63).

Hz. Peygamber'e Karşı Edebli Olmak:

"Ey inananlar. Peygamberin yanında
seslerinizi onun sesinden daha çok yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız
gibi onunla bağırarak konuşmayın ki, siz farkında
olmadan amelleriniz boşa gider. Rasûlullah'ın yanında
seslerini kısanlar öyle kimselerdir ki Allah onların kalblerini
takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük
bir mükâfat vardır. Odaların ardından seni çağıranların
çoğu aklı ermeyenlerdir..."(2-4).

Hz. Peygamber herkes gibi bir insandır (Müslim,
III, 1337), ancak o peygamber olması ile diğer insanlardan
farklı bir konumdadır. Ona karşı düşünce ve
davranışlarda dikkatli olmalıdır. Onunla
konuşurken hiç kimse sesini yükseltmemeli, bağıra çağıra
konuşmamalıdır. Ona hitap ederken adıyla hitap
edilmemelidir. Onun adı anıldığında salâtü
selâm getirilmesi müslüman olduğunu iddia edenlerin üzerinde
vâcip olan bir ilkedir. Ne yazık ki her devirde ve günümüzde bazı
insanların özellikle ondan söz ederken salâtü selam getirmesi bir
yana, ona karşı edepli bir üslup kullanmadıkları görülür.

Ayrıca âyetlerdeki ifadeler sadece özel konuda
değil, bütün insanlar arasında da adab, nezaket, görgü,
incelik ilkeleri vazetmektedir. Yeryüzünde müslümanlar kadar latif,
nazik, terbiyeli insanlar bulunmaz. Tıpkı câhiliyye Arapları
gibi yirminci yüzyılda da insanların çoğu
bağıra çağıra konuşmayı, bir üstünlük
sanırlar. Oysa bu kabalıktır. İşte âyet bu ince
ölçüyü vazetmektedir. Bu ses yükseltme olayı, bir başka
buyrukta Rasûlullah tarafından "Siz uzakta birine değil,
çok yakınınızda olana hitap ediyorsunuz"
şeklinde ifade edilmiştir. Araplar, ibadete ve konuşmalarda
seslerini kısmayı ondan öğrendiler. Yine yukarıdaki
buyruklar, bir kimsenin evinden bağırarak çağırılmaması
adabını da getirmektedir. Bu buyruk da şu âyetle birlikte
değerlendirilmelidir: ''Sesini kıs'' (Lokmân, 31/18).

Fasıkların Haberi:

"Ey inananlar! Bir fasık size haber getirirse
onun doğru olup olmadığını
araştırıp açığa çıkarın yoksa
bilmeden bir kavme sataşırsınız da
yaptığınıza pişman olursunuz. İyice bilin ki
aranızda Allah'ın Rasûlü vardır. Pek çok işlerde o
size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah
size imanı sevdirdi ve onu kalblerinizde süsledi.
İmansızlığı, fâsıklığı
isyanı size çirkin gösterdi. İşte onlar kemâle
erenlerdir" (6-7) .

Müfessirler altıncı âyetin nüzûl sebebini
Velid b. Ukbe'nin Rasûlullah tarafından Mustalikoğulları
kabilesine zekât toplamaya gönderilmesi ve onun korkarak geri dönüp
Peygambere bu kabilenin zekât vermeyi reddettiği ve kendisini
öldürmeye kalkıştıkları yalanını
uydurmasından sonra indiğini belirtmişlerdir. Hatta Rasûlullah
ona inanarak hemen bir ordu hazırlamış.
Mustalikoğulları üzerine gitmeye kalkışmıştır.
Ancak bu kabilenin başı Haris b. Dırar Hz. Peygamber'e
gelerek zekât vermeye hazır olduklarını, Velid'i hiç
görmediklerini söyleyince bu âyet nazil olmuştur. Âyetten çıkarılan
hükümlerle İslâm hukuku da fasıkların
şahitliği kabul edilmemektedir. Hadis usûlünde de yalan
haberlerin önlenmesi bakımından İslâm âlimleri Kur'ân'ın
cerh ve belirlediği prensibe dayanarak Ta'dil ilmini
geliştirmişlerdir.

Ayetin devamında, Rasûlullah aralarında
bulunduğu halde kendi görüşlerini ısrarla savunan ve
hemen Mustalikoğullarına karşı savaş açılmasını
söyleyenlere hitap edilmiştir: "O size uysaydı,
sıkıntıya düşerdiniz"

Sûrede ele alınan diğer bir konu da "Mü'min
grupların savaşıdır"

''Mü'minlerden iki grup savaşırsa hemen
aralarını bulup düzeltin (barıştırın).
Eğer onlardan biri diğerine tecavüz etmeye devam ediyorsa
Allah'ın emrine dönünceye kadar siz de onunla savaşın.
Sonunda Allah'ın emrine dönerse artık aralarını bulup
adaletle düzeltin ve daima adaletli hareket edin, çünkü Allah adaletli
hareket edenleri sever" (9).

Bu âyetin hemen arkasından gelen âyette "mü'minler
ancak kardeştirler" buyruğu vardır. İslâmî
grupların birbiriyle savaşması bu âyetlerle yasaklanmıştır.
Her şeye rağmen iki grup birbiriyle savaşırsa,
onların arasını düzeltmek; eğer iki taraftan biri
durur diğeri hâlâ savaşa devam ederse duran tarafın
yanında savaşa girmek de İslâm ümmetinin üzerine farzdır.
Çünkü ısrarla savaş istemekle onlar Allah'a karşı
gelmiş olmaktadırlar. Rasûlullah, "bize silah çeken
bizden değildir'' buyurur. Bu âyetler İslâm'ın adaletini
ortaya koyan, mü'minler'in barışık olmasını
temel bir ilke olarak belirleyen buyruklardır. Bir kısım
âlimler bu emrin cihâddan daha faziletli olduğunu, Hz. Ali'nin
âsîlere karşı hareketini örnek göstererek, bütün
müslümanların, devlete karşı ayaklanan âsî, şakî,
eşkıya ve bağîlere karşı durmaları
hususunda ittifak etmiştir. Fâsık bir devlete, zalim bir devlet
başkanına karşı ayaklananlara karşı çıkmak
veya yardım etmek konusunda ise görüş birliği yoktur. Bu
konu, ulu'l-emre ve maslahata göre değerlendirilir. Meselâ işgal
altındaki topraklarda zulme karşı cihad hareketi
esnasında mü'minler arasında da savaş çıkması
durumunda her müslüman mazlum olan tarafta yer almıştır.

Sûrenin devamında Mü'minlerin ahlakî tavırları
ele alınmaktadır:

Allah, mü'minlere şöyle yol gösteriyor: "Ey
inananlar! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin; (alay
edilenler) onlardan daha iyi ve hayırlı olabilirler.
Kadınlar da kadınlarla eğlenmesin; (eğleşilenler)
onlardan daha hayırlı ve iyi olabilirler. Kendi kendinizi kötülemeyin;
birbirinize kötü lakap takmayın. İmandan sonra fâsıklık
adı ne kötüdür. Bundan tövbe edip vazgeçmeyenler zalimlerin ta
kendileridir" (11). Âyetin hitap tarzından İslâm
toplumunun kadınlı-erkekli topluluklara izin vermediği de
anlaşılmaktadır. Âyet, insanlarla kesinlikle alay
edilmemesini, kötü lakaplar takılmamasını bildirmektedir.
Âyetin, bir adamın hoşlanmadığı bir lakabla çağrılmasından
veya mü'minlerin annesi Safiyye'ye mü'min kadınların; "yahudî
kızı" demesi üzerine nazîl olduğu söylenmiştir.

''Zannın çoğundan kaçının,
çünkü bazı zanlar günahtır. Birbirinizin
ayıplarını araştırmayın, birbirinizi
gıybet etmeyin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yer mi?
Bundan tiksindirici değil mi? Allah'tan korkun! Şüphesiz Allah
çok bağışlayan çok acıyandır" (12). Bu
âyeti tefsir eden âyet: "Diliyle çekiştirip yüzüne de alay
edenin vay haline" (el-Hümeze, 104/1) müslümanlar birbirlerinin
gizli hallerini araştırmazlar. Birbirlerini teşhir ve
tekfir etmezler. Kusurların üzeri örtülür. Kimse hakkında
hoşlanmayacağı şeyleri arkasından konuşmak,
taşımak müslümana yakışmaz. Kişiye,
duyduğu her şeyi nakletmesi günah ve azab olarak yeterlidir.
Hayattayken de öldükten sonra da müslüman hakkında hep
hayırla söz edilir. Ölüler ardından hayır
konuşulur. Zan ile söylenen söz; sözlerin en yalanıdır.
Hiç bir müslümanın haysiyet ve şerefine, kişiliğine
alayla, gıybetle, iftirayla yaklaşılmaz. Üstü kapalı,
işaretle, ima yoluyla kaş-göz hareketiyle konuşmak
İslâm dışıdır. Ancak kötülük yapan, zalim kişilerin
şikâyet edilmesi veya mahkemede bir olayın
anlatılmasında, hadis ravilerinin incelenmesinde istisnalar
vardır. Bunların dışında, kişilerin arkadan
çekiştirilmesinde, konuşulanlar doğru ise gıybet,
yanlış olsa iftira olur. İftira da sahibine döner. Buna bağlı
olarak, müslüman, yanında bir başkasının
gıybeti yapılırken ya konuşanı susturmak, yahut
gıybet edilen kişiyi müdafaa eder ya da o meclisten gider.
Zira, iki melek her sözü yazmaktadır; (Kâf, 50/17,18). Ve Hz.
İbrahim'in duasının bilincine varır:
"Sonrakilerin, beni güzel bir şekilde anmalarını
sağla (eş-Şuara, 26/84). Bu hususta İslâm ahlâkı
şu formülü benimsemiştir: Eline, beline diline sahip ol:
"Bilmediğin şeylerin ardına düşme"
(el-İsrâ, 17/36) ve "Ya hayır konuş yahut sus"
(Buharî, Edeb 85; Müslim, İman, 74; Davûd, Edeb, 123; Tirmizi,
Birr, 43)

Sûrenin önemli mesajlarından de Allah
katında üstünlüğün takva ile olduğunu ifade
buyurmasıdır:

Hucurât sûresinin on üçüncü ayetinde insanların
Adem ile Havva'dan yaratıldığı, sonra
tanışmaları için bile ve soylara ayrıldıkları,
Allah katında üstünlüğün takvaca en ileri olmakla gerçekleşeceği
buyurulmaktadır. Hz. Peygamber, veda hutbesinde; "Rabbiniz
birdir. Arabın Arap olmayana, siyahın beyaza, beyazın
siyaha üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva iledir'' buyurmuştur.
O, Allah'ın insanların şekillerine ve mallarına
değil, kalplerine ve amellerine baktığını, en
değerli insanın Allah'tan en çok sakınan olduğunu
bildirmiştir (Camiu's-Sağir, I, 61).

Bir kısım insanlar Hucurât sûresinin
ondördüncü âyetinde geçtiği şekilde ''İman etmediniz
ama yine de itaat ettik deyin, henüz kalplerinize iman girip yerleşmemiştir.
Eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz O sizi amellerinizden en
küçük bir miktar dahi eksiltmez... İmanlarında sadık
olanlar o mü'minlerdir ki Allah'a ve Peygamberine iman ettikten sonra
şüphe etmeksizin Allah yolunda can ve mallarıyla
savaşırlar. Ey peygamber, iman ettiklerini iddia eden o
bedevilere de ki; Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz?..
Onlar İslâm'a girişlerini senin başına
kakıyorlar... Allah yaptığınız her şeyi görmektedir''
(14-18).

Âyette İslâm'ın zaferinden sonra müslümanlığı
dille kabul eden ama hayatlarına geçirmeyenlerden bahsedilmektedir.
Savaşmadan müslüman olan bir kısım bedevinin
Peygamber'den mal, mülk istemesine karşı, onların bu
tutumu, İslâm'ı başa kakmak diye nitelendirilmiştir
ki, imanı zayıf olanların bu tavrı her zaman bu tutum
süregelmiştir. Her zaman ve devirde bir kısım insanlar
İslâm'a girişlerini başa kakar gibi, birtakım
bedeller almak düşüncesi gütmektedirler.

Şâmil İA


Konular