Şamil | Kategoriler | Konular

Zünnar

ZÜNNÂR

Rumca'da kuşak. Vaktiyle hristiyan papazların
çıplak tenleri üzerine kuşandıkları kıldan kaba,
kalın ve sert kumaş. Bir başka lügat açıklamasına
göre, papazların bellerine bağladıkları, uçları
sarkık, ipten örme kuşak. Mintaka'dan farklı olan Zünnâr,
Süryanice'de Ephraem, Arapça'da Zünnâre şeklinde yazılmakla
beraber, kelimenin Grekçe Zone kökünden çıktığı
kabul edilmektedir. Klasik Arap dilinde zünnâr, herhangi bir kemer ise
de, özellikle hristiyan, yahudi, mecusi ve zımmîlerin bellerine
taktıkları kemerdir. Modern Arapça'da bu kelime yahudilerin, alınlarının
iki yanlarına uzattıkları saç buketlerini ifade için
kullanılır (Tevrat, Levililer, XIX, 27). Farsça'da Zünnâr,
Brahmanların mukaddes iplerini, sûfi şiirlerinde ise dinin zâhiri
davranışlarını anlatmak için kullanılır.

Genellikle kalın kumaş veya ipten
yapılan Zünnâr, aslında bir kemer olduğu ve elbise
üzerine kuşanıldığı halde Giyâr kelimesi de
Zünnâr ile ayni manada kullanılmıştır. Hristiyan
kaynaklarına göre Patrik Maramma (ö. 647) hristiyan din adamlarının
Zünnar kuşanmalarını emretmiştir. Bu mecburiyet
Halife Hz. Ömer'e kadar götürülürse de bu husus genellikle ilk
kaynaklarda zikredilmemiştir. Büyük bir ihtimalle Zünnâr ilk
devirlerde takılmamıştır. İslâm ülkelerinde yaşayan
gayr-i müslimler, kendilerine has kıyafetleriyle temayüz etmek
için zaman zaman belli şekilde giyinmek durumunda
kalmışlardır (H. G. Yurdaydın, İslâm Devletinde
Müslüman Olmayanların Durumu, İlah. Fak. Derg. Ankara 1985,
XXVII, 97).

Halife Mütevekkil zamanında zimmîler kuşak
ve kalensövenin üzerine de iki düğme ile taylesan denilen
sarı bir atkı kullanırlardı ve kalansövenin rengi
müslümanlarınkinden farklı idi. Zimmîlerin kıyafetlerinin
müslüman idarecilerce kayıt altına
alındığı yolunda Ebu'l-Ferec vb. hristiyan
kaynaklarındaki ifadelerin bütününe katılmak mümkün değildir.
Ancak bazı idarecilerin bu konuda mahalli tasarrufları sözkonusu
olabilir. Bu da müslümanlarla hristiyanların dış görünüş
itibariyle kolayca farkedilmelerini sağlamak içindir. Ömer b.
Abdülaziz'in hristiyanların sarık sarmalarını
yasaklayışı, bu uygulamanın tipik bir örneğidir.
Halife Hârun Reşid'in de Bağdat zimmîleri için buna benzer
bir uygulamada bulunduğu bilinmektedir. Bazı hallerde zimmîlerin
İran ceketi denilen kubâ, sarık veya ipek manto giymelerine
izin verilmemiştir. İslâm ülkelerinde yaşayan hemen bütün
hristiyanlar hiçbir mecburiyet olmadığı halde bal renkli
elbiseler giymişlerdir. Bu, kendilerinin yine kendilerince kısa
yoldan tanınmasını sağlamak içindir. Halife
Mütevekkil zamanında zimmîler kuşak üzerine iki düğme
ile taylesan denilen sarı bir atkı
kullanmışlardır. Onların köleleri ise giydikleri
elbiselerin üzerine iki kumaş parçası takmak zorunda idiler.
Bu kumaşların bir parçası sırtta, diğer parçası
öndedir (A.S. Tritten., İA XIII, 655).

Müslümanlarla hıristiyanların uzaktan bile
olsa kolayca ayırd edilmeleri için daha başka uygulamalar da
bilinmektedir. Nitekim Hâkim bu maksat için Mısır'daki
hristiyanların boyunlarında bir karış uzunluğunda
bir haç, yahudilerin ise siyah sarıkla boyunlarında bir tahta
parçası taşımalarını istemiştir. Onun bu
makul isteği her iki gayr-i müslim toplumca yerinde görülmüş
ve itiraza uğramamıştır. Ancak hemen belirtelim ki,
hristiyan kaynaklarından bazıları bu makul ve basit
tedbirleri zoraki bir uygulama olarak nitelendirmişlerdir. Nitekim
zimmîlerden, alınları üzerindeki saçları kısa
kesmelerini istemek de zoraki bir uygulamak olarak
yorumlanmıştır.

Zimmîlerin elbise, binek hayvanı ve kıyafet
konularında baştan beri müslümanlara benzememeleri keyfiyeti
genel bir prensip olarak kabul edilince, bu husus müslüman idarecilerce
zor kullanılmadan uygulanmıştır. Nitekim onlar, müslümanların
bellerine taktıkları kuşak yerine, kalın ipten
yapılmış kemerleri yine bellerine
bağlamışlar, başlarına da çizgili kalensöve
giymişlerdir. Ayrıca zimmîlere, atlarının
eserlerindeki tümseği tahtadan yapmaları, papuç bağlarını
ikili olması, elbise ve kıyafetlerinde müslümanları
taklit etmemeleri tavsiye edilmiştir.

Gayr-i müslimlerin islâm şehirlerinde
oturmalarına ve ticaretle meşgul olmalarına
Hz.Peygamber'den beri izin verilmiş ancak, domuz ve şarap
alım-satımı yapmaları yasaklanmıştır.
Bilindiği gibi bu yasak öncelikle müslümanlara uygulanmıştır.
Hz. Ömer'in valilere gönderdiği tamimlerde zimmîlerin belli kıyafetle
dolaşmalarını istemesi, müslümanlarla gayr-i müslimlerin
birbirinden kolayca ayırdedilebilmelerini sağlamak içindir
(Ebû Ysuf, Kitabu'l-Harac, 207).

Kolay ve kısa yoldan tanınmalarını
sağlamak için gayr-i müslimlere uygulanan bu kıyafet
mecburiyeti, onların dinî vazifelerini vicdan huzuru içinde yerine
getirmelerine hiçbir zaman engel teşkil etmemiştir. Zimmîler
her türlü müdahaleden uzak olarak mabetlerini diledikleri şekilde
yapmışlar, ibadet ve âyinlerini serbestçe yerine getirmişlerdir.
Mâbetlerin korunması ise müslüman idarecilerin en başta gelen
görevleri olmuştur. Nitekim Ömer b. Abdülaziz, şikâyet
üzerine bir kilisenin mescide ilâve edilen arazisini hemen tekrar
hristiyanlara iade etmiştir (el-Belazûrî Fütuhu'l-Büldân, çev.
Mustafa Fayda, Ankara, 1987, 179).

Osman CİLACI


Konular