Şamil | Kategoriler | Konular

Sehvet

ŞEHVET

Arzu, istek, temayül, aşırı sevgi;
nefsin değer verdiği istekler; cinsel arzu ve istekler. Kelime
olarak çok geniş bir anlam alanını kapsayan şehvet,
insan nefsinin arzuladığı, elde etmek istediği her
şeyi içine almasına rağmen, konuşma dilinde daha çok
cinsel arzular anlamında kullanılmaktadır.

Kur'an'da, "Kadınlara, oğullara, kantar
kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlara, develere ve
ekinlere karşı aşırı sevgi (hubbü'ş-şehavat)
insanlar için süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçici
metaıdır. Asıl varılacak güzel ver, Allah'ın
yanındadır. Deki: Bunlardan daha iyisini size söyleyeyim mi,
Allah'tan korkanlar için Rableri katında altlarından
ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz
eşler ve Allah'ın rızası vardır" (Âlî
İmrân, 3/14, 15) âyeti şehvetin sadece cinsel bir arzu, bir dürtü
değil, dünya nimetlerine karşı insanın şiddetle
arzuladığı elde etme hırsı olduğunu göstermektedir.
Kur'an'ın birçok yerinde dünyaya aşırı düşkünlük
gösteren insanlar eleştirilmiş (Tâhâ, 20/31), âhireti
gözardı ederek sadece dünyevî zevklere dalanların âhiretteki
nimetlerden yoksun kalacağı bildirilmiştir (Âlî
İmran, 3/145, 180). Ama bunun yanında aşırıya kaçmamak,
âhireti unutmamak, bencil davranmamak ve helal sınırlar içinde,
sözü edilen dünya nimetlerinden yararlanmanın insânî bir
özellik olduğu vurgulanarak Allah'ın helal
kıldığı şeyleri "nefsi terbiye etmek"
adına kimsenin haram kılamayacağı da en açık
ifadelerle haber verilmiştir (el-A'râf, 7/32). Çamurdan yaratılan
insan bedeni bu "çamur"luk özelliği dolayısıyla
dünya hayatının devamını sağlayabilmek için
birtakım dürtülerle donatılmıştır (Âlî
İmran, 3/14). İnsan bu yönüyle hayvanlardan farklı
değildir. Hatta, insan, hayvanlardan ayrı olarak
aşırı bir şekilde mal edinme, diğer insanlardan
üstün olma, beğenilme, hırs, bencillik, cimrilik gibi nefsânî
özellikler taşıyan bir canlıdır. Ama bütün bu
hayvânî-nefsânî özelliklerinin yanında, insana bu istekleri
kontrol altına alacak ruh, akıl, iyiyi kötüden ayırma,
merhamet, sevgi, cömertlik gibi melekî sıfatlar da verilmiş;
bunun tek başına hayvanî isteklere engel olamayacağını
bilen Yüce Allah onun bu melekî yönünü desteklemek için yol
gösterici peygamberler eşliğinde kitaplar göndererek, insanın
hayvanlık seviyesine düşmesini engellemek istemiştir.

İnsanın madde ve ruhtan
yaratıldığını bildiren İslâm (es-Secde,
32/7-9), dünya nimetlerinden yararlanmayı kötü görmediği
gibi israfa kaçmamak şartıyla bunu teşvik de eder
(el-A'raf, 7/31). İnsanın cinsel arzularını doğal
karşılayan İslâm, bu duygunun nikâh bağıyla
birbirine helâl olan erkek-kadın ikilisinin meydana getireceği
evlilik müessesesi içinde değerlendirilmesini ister (eş-Şûra,
42/11), ama onu yasaklamaz, tamamen serbest ve başı boş da
bırakmaz. Yine İslâm, insanın mal - mülk edinmesini,
zengin olmasını doğal karşılar, ama kazancın
helâl yollardan elde edilmesini şart koşarken, helâl malın
da özel mülkiyet adına kontrolsüzce harcanmasını, israf
edilmesini kabul etmez. Ayrıca, servetin kişilerin değil,
toplumun malı olduğunu bildiren İslâm, onun sadece varlıklı
sınıfların elinde dolaşan bir mülk olmasına
engel olur (el-Haşr, 59/7), toplumun üzerinde kontrol mekanizması
olan yöneticiler, zayıfları, fakirleri, yetimleri,
dulları, kısaca desteğe muhtaç kişileri koruma
altına alarak (el-Enfâl, 8/41), gerektiğinde varlıklı
sınıfın servetinden alıp, yoksul sınıfla
arasındaki dengeyi sağlar (et-Tevbe, 9/103). Yüce Allah, insanın
servete karşı aşırı düşkünlüğünü
iyi bildiği için, servete karşı şehvet derecesine
ulaşan sevgisini önlemek için, infak etmeyi teşvik etmiş,
bunu yapanların karşılıklarını Cennette
alacaklarını müjdelemiştir (el-Bakara, 2/276 - 277). Bunun
karşısında, altını - gümüşü yani serveti
biriktirip, Allah yolunda gerekli yerlere harcamayanlar, şiddetli
azabla korkutulmuştur (et-Tevbe, 9/34, 35).

Yine evlat sevgisi, karı - koca, arkadaş,
anne - baba sevgisi gibi sevgiler İslâm'ın, Allah'ın,
Peygamber'in önüne geçmedikçe hoş karşılanan, hatta
gerekli olan insanî duygulardır (et- Tevbe, 9/24). Ancak, bu sevgi
bağları, insanı Allah'a kulluktan alıkoyuyorsa,
insanı âhirette yalnız bırakacaksa, hiçbir anlamı
yoktur; çünkü mal ve evlatlar birer imtihandır, geçici dünya
nimetleridir. inanç bağıyla desteklenmedikçe, Müslüman, en
yakınlarına dahi sevgi besleyemez. Özet olarak, İslâm,
insanın fıtrî olan bazı duygularını, ölçülü
ve helâl sınırlar içerisinde kalmak şartıyla
doğal karşılar, ama bunların kişiyi Allah'ı
zikretmekten, O'nun yolunda harcamaktan alıkoyacak derecede
kuşatmasına izin vermez.

Aralarında nikâh olmayan erkek ve kadın,
birbirine akraba da olsa, yabancı da olsa, şehvet hissiyle
bakamaz, dokunamaz. Şehvet hissi olmaksızın, bir erkek,
kendisine ebediyyen evlenmenin haram olduğu kendi yakını
olan kadınlarla aynı yerde oturabilir, bakabilir,
tokalaşabilir. Bunların kimler olduğu Nisa sûresinin 23.
âyetinde bildirilmiştir. Buna göre; bir Müslüman erkeğe,
anası, kızı, kız kardeşi, halası, teyzesi,
erkek kardeşinin kızları, kız kardeşinin
kızları, sütannesi, süt kız kardeşi,
kayınvalidesi, hanımından dünyaya gelen üvey kızları,
öz oğullarının hanımları ile evlenmek ebediyyen
haramdır. Bundan dolayı, yabancı kadınlar ile olan
ilişkilere nazaran yukarıda sayılan kadınlarla olan
ilişkilerde erkek biraz daha serbesttir.

Yine bütün erkekler birbiri ile mahrem yerlerini
göstermemeleri şartıyla bir arada bulunabilir, birbirine
dokunabilirler. Ancak, bu genel bir hukuk kuralıdır. İslâm,
her şeyde olduğu gibi bu konuda da kalplerdeki niyetleri ölçü
kabul eder. Genel hukuk açısından helâl olan bir durum,
kalpteki kötülük duygusu neticesinde harama dönüşebilir.
İslâm insanların sapkınlığa meyilli
duygularını ortadan kaldırmak için kötülüğe götüren
yolları da kapatmıştır. Bu açıdan normal
şartlarda helâl olduğu halde genç, güzel, parlak yüzlü
erkek çocuklarla, delikanlılarla olan münasebetlerinde erkekleri
daha dikkatli olmaya çağıran İslâm, bugün batı dünyasında
yaygın olan sapık ilişkilerin müslümanlar arasında
da oluşmasının önüne geçmeyi hedeflemiştir.

Nikâh yoluyla kendisine helâl olmayan birisine
şehvetle bakmak veya dokunmak da bir tür zinadır. Nitekim Hz.
Peygamber, "Gözlerin zinası bakışmak, ellerinki ise
dokunmaktır. Ayaklar bakanın duygularını kamçılayacak
şekilde yürümekle; dil, söylediği sözlerle zina eder.
Gönül ise istemekle... Neticede cinsiyet organları, bunları ya
kabul veya reddeder? buyurmuştur .

Fedakar KIZMAZ


Konular