Şamil | Kategoriler | Konular
Kıyamet suresi
KIYÂMET SÛRESİ
Kur'ân-ı Kerim'in yetmişbeşinci sûresi. Sûre, adını ilk âyetinde geçen "Kıyâmet" kelimesinden almıştır. Bununla beraber surede Kıyâmet konusu işlendiğinden dolayı da bu ismi almış olabilir. Mekke'de nâzil olmuştur. Kırk âyet, yüzdoksandokuz kelime ve üçyüzelliiki harften ibarettir. Âyet sonlarına âhenk veren fâsılaları; elif, yâ ve ha harfleridir.
Sûrenin ilk iki ayet-i kelimesi, kıyâmeti ve insanı ele alarak başlamaktadır. Allah kıyâmet gününe yemin etmekte, bu olayın mutlaka gerçekleşeceğini hatırlatmaktadır. Bu kâinat sisteminin, ezeli ve ebedî olmadığına işaret edilmektedir. Ayrıca "levvâme" diye adlandırılan; uyanık, korkan ve yaptıklarından pişmanlık duyan, kendisini hesaba çeken bir nefis üzerine yemin edilmektedir.
"Kıyâmet gününe yemin ederim. Ve nedamet (pişmanlık) çeken nefse de yemin ederim " (1-2). Daha sonra, sûrenin sonuna kadar kıyâmet ve insan nefsine ait hususlara yer verilmektedir.
Sûrenin ikinci kısmında kıyâmet gününe inanmayan müşriklerin bazı iddialarına cevaplar vardır. İslâm nizâmının esaslarını kabul etmeyen, kendi hevâ ve heveslerini ilah edinen, atalarını körü körüne takip eden ve Allah'ın razı olmadığı bir şirk düzeni içinde yaşayan insanlar; bazı kimselerin kafalarını karıştırmak için kıyâmet gününün ihtimal dışı olduğunu, hayatın sadece bu dünyada olduğunu ortaya atıyorlar, bunları insanlara anlatırken de bazı örnekler veriyorlardı. Müşrikler sürekli olarak; çürümüş toprağa karışmış, kimisi yakılmış, kimisi hayvanlar tarafından yenilmiş, parçalanmış, yok olup kaybolmuş insanları yeniden parçalarını bir araya getirmek mümkün mü? diye soruyorlardı. Allahü Teâla şöyle buyurmuştur:
"Evet, bizim, onun parmak uçlarını bile düzeltmeğe gücümüz yeter. Fakat insan kötü amel işlemeye devam etmek ister" (4-5). Bu âyetler müşriklerin kötü niyetlerini ortaya koymaktır.
Sûrede öldükten sonra dirilmeyi ve kıyâmet gününün meydana geleceğini inkar eden ve "kıyâmet günü de ne zaman" diyen müşriklere cevap verildikten sonra insanın kalbini kendisine yönelten sahnelerden biri olan kıyâmet günü ve bu günde meydana gelecek kâinat değişikliklerinin bir kısmı gözler önüne serilmektedir. Meydana gelecek büyük olaylar karşısında insanların ruhî durumlarını, ayrıca şüphe ve tereddütler içinde yaşamış, işi hafife alan bir ruh haleti içinde kıyâmet gününü soranlara da ani bir cevap verilmektedir.
"Göz kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: "Kaçacak yer nerede?" der. Hayır, hayır, hiçbir sığınak yoktur. Ey insan! O gün sen, Rabbinin huzuruna varıp durursun. O gün, insanoğluna önce ve sonra yaptığı ne varsa bildirilir. Özürlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendisine karşı bir şahittir" (7-15).
Sûrenin üçüncü kısmı, bizzat Rasûlüllah (s.a.s)'ı muhatap almaktadır. Rasûlüllah, vahyi Cebrail (a.s)'dan aldığı esnada âyetleri eksiksiz bir şekilde ve tam manasıyla ezberlemek maksadıyla dilini oynatarak tekrar etmekteydi. Hz. Peygamber, gelen âyetleri unutmaktan korktuğu için Allah, ümmetin peygamberine bir talimat vermektedir. Kur'ân'ın muhafazasının, toplanmasının ve açıklanmasının kendisine ait olduğunu bilmesini istemektedir. Allah: "Ey Habîbim! Cebrail sana Kur'ân okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber okuma, yalnız dinle. Doğrusu o vahyolunanı kalbinde toplamak ve onu sana okutturmak bize aittir. Biz onu (Cebrail'e) okuttuğumuz zaman onun okumasını dinle! Sonra onu sana açıklamak bize aittir" (16-19).
Dördüncü kısımda âhiret âleminde iki grup insanın durumunu açıklamaktadır. Birinci grup, Rabblerine karşı her bakımından teslimiyet gösteren, dünya hayatında Allah'ın istediği şekilde yaşamlarını düzenleyen, Allah'ın dini uğruna canını, malını feda edenlere büyük bir mükafat sunulmaktadır. Bu kimseler, mutlu, huzurlu ve yüzleri parlayacak insanlardır. Bahsedilen diğer grup ise, Allah'la olan tüm bağlarını koparmış, Allah'tan ümidini kesmiş, isyanları, küfürleri ve yalanlamaları nedeniyle başlarına gelecek kötü âkibeti bekleyen asık suratlı insanlardır. Sûrede bu iki sınıf insanın vaziyetleri şöyle tasvir edilmektedir:
"Hayır, hayır ey insanlar! sizler çabucak geçen dünya nimetlerini seversiniz. Âhireti bırakırsınız. O gün bazı yüzler Rabbine bakıp parlayacaktır. O gün bazı yüzler de asıktır. Kendisinin belkemiğinin kırılacağını anlar" (20-25).
Sûrenin beşinci bölümü, ölüm anındaki kâfirlerin perişan hallerinden sözeder. Ölüm; insanın kalbini saran ve ondan kurtulmanın imkansız olduğu büyük bir olaydır. Sûrenin üzerinde durduğu, sürekli insana hatırlatılan korkunç ölüm hakikatidir. Bu büyük olayın her an tekrarlanmakta olduğu anlatılmaktadır. Hiç kimsenin ölümden kurtulamayacağını, etrafta bulunanların da üfürecek, vesile olacak, şefâat edecek ve karşı koyacak veya geriye bırakacak güçte olmadığı şöyle beyân edilmektedir:
"Dikkat edin, can boğaza gelip köprücük kemiğine dayandığı zaman tedavi edecek yok mudur? denir. Artık ayrılık vaktinin geldiğini anlar. Bacaklar birbirine dolaşır. O gün Rabblerinin huzuruna doğru sevk edilirler" (26-30).
Sûrenin altıncı bölümünde kendisine Allah'ın âyetleri geldikten sonra küfrü tercih eden, peygamberi yalanlayan, Allah'a ibâdet etmeyen kibirlenen insanların bazı özellikleri belirtilmektedir:
"O ne peygamberi tasdik etmiş, ne de namaz kılmıştır. Fakat onu (peygamberi) yalanlayıp yüz çevirmiştir. Sonra da salına salına kendinden yana olanların yanına gitmiştir" (3135). Bundan sonraki iki âyeti kerime, kafirlere tehdit ve acıklı bir azabın va'dini haber vermektedir. "Sana yazıklar olsun, yazık. Sonra da hakettiğin bu bela basına gelsin" (34, 35)
Sûrenin son kısmı, başlangıçla olduğu gibi, insanı ve diriltme günü (ba's günü) üzerinde durulmaktadır. İnsanın başıboş bırakılamayacağını, kıyâmet gününde tekrar diriltileceği açıklanmaktadır. Bununla birlikte Yeryüzünde kibirlenen kimseler, 'kıyâmet günü de ne zamanmış ?" diyen kâfirlere önceki yani ilk yaratılışlar hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmanın gayesi; insanın o ilk yaratılışındaki incelikleri düşünmesi ve kıyâmet gününde dirilme olayının tekrar vukû' bulacağına inanmasıdır. Ayrıca kibirlenen müstekbirlere; insanın, neden yaratıldığının, anmaya değer bir varlık oluncaya kadar geçirdiği merhaleleri hatırlatılmaktadır. Allah'u Teâlâ böyle buyurmaktadır:
"O, akıtılan bir meni damlası değil miydi? Sonra meniden kan pıhtısı oldu, sonra Allah onu yaratıp şekil verdi. Ondan erkek dişi çiftler yarattı. Bunları yapan Allah'ın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi? Elbette yeter" (37-40).
Böylece, sûre başından sonuna kadar kıyâmet konusunu son derece ibret verici bir üslûpla insanlara sunmaktadır.
Mustafa TÜRKERİ