Şamil | Kategoriler | Konular

Sure

SÛRE

Yüksek rütbe, derece, mevki, şan, şeref,
yapısı güzel ve yüksek bina veya binanın bir
kısmı veya bir katı, duvarın yapısında
kullanılan taş, kerpiç, veya tuğla gibi malzemenin her bir
sırası, nişane ve alâmet anlamında bir kelime. Küçük
veya büyük, uzun veya kısa Kur'ân-ı Kerim'in yüz ondört bağımsız
bölümünden her birine verilen ad. Süre kelimesinin hangi kökten
türetildiği hakkında değişik görüşler
vardır. Bazıları hemzeli olarak "bir kapta kalan
artık yemek veya su" anlamındaki "su'r"
kelimesinden türemiş olduğunu söylerken; diğer
bazıları hemzesiz olarak sâra fıilinden türetildiğini
söylemişlerdir.

Bunlardan birincisine göre, Kur'ân-ı Kerim'in
bir kısmına veya kısımlarına su'ra denilmesi mümkün
olmaktadır. İkinciye göre bir binanın katlarına veya
kısımlarına sûra denildiği gibi, Kur'ân'ın
muhtelif kısım ve tabakalarını teşkil eden sürelere
bu ismin verilmesi mümkündür. Öte yandan süreler Allah kelamını
ihtiva etmekle büyük bir şeref ve mevki kazandıklarından
veya Allah kelâmı olan âyetleri çepeçevre kuşattıklarından,
hemzesiz sûr'dan türetilen süre adı almış olmaları
mümkündür.

Usul alimleri surelerin isimleri ile Kur'ân-ı
Kerim'deki sıralarının tevkifi olup olmadığı
konusunda değişik görüşler ortaya
atmışlardır. Bazı surelerin bir tek ismi varken,
bazılarının iki ve daha çok ismi bulunmaktadır. Meselâ
Fatiha suresinin 20'den fazla ismi vardır. Aynı şekilde Enfâl
suresinin diğer bir adı Bedr Suresi; İsrâ'nın, Subhân
ve Beni İsrâil; Tâhâ'nın, Kelîm; Şuarâ'nın, Câmia;
Neml'in Süleyman; Fâtır ın, Melâike; Zümer in, el-Guraf;
Gâfir'in, et-Tavl ve Mü'min; Muhammed in, el-Kıtâl; Haşrın,
Beni Nadir; Saff'ın Havâriyyin; Kâfirün'un el-Mukaşkışe
suresidir (Geniş bilgi için bk. Suyûtî, İtkân, I, 52-55). Bu
arada iki veya daha çok sureye birden bir ad verildiği de görülür.
Meselâ Bakara ve Âlu İmrân surelerine Zehrâvâtı; Felâk ve
Nâs surelerine Muavvizetân; ilk yedi uzun sureye es-Seb'ul-Mesâni'de
denilmektedir.

Surelerin Kur'ân-ı Kerim içinde sıralanmalarına
gelince;

Ayetlerin sureler içindeki sıralarının
bizzat Hz. Peygamber tarafından bildirildiğinde şüphe
olmadığı halde, surelerin tertibinin de Hz. Peygamber
tarafından yapıldığı veya Hz. Peygamber'in
vefatından sonra Sahabenin ictihadı ile
yapıldığı da iddia edilmektedir (Suyûtî, İtkân,
I, 62-63). Halen elimizde bulunan Hz. Osman'ın İmam
Mushafı'ndan istinsah edilen ve bütün İslâm âleminde yaygın
durumdaki mushaf dışında diğer bazı mushaflardaki
surelerin tertibinde ve surelerin isimlerinde farklılıklar
vardır. Meselâ Hz. Ali'nin mushafında sureleri nüzûl sırasına
göre tertib ettiği bildirilmektedir. Ayrıca bu mushaflardaki
sure sayılan da İmam Mushaftaki sayı (114 sure)dan
farklıdır. Bunlarda bazı sureler birleştirilirken,
bazı sureler de ikiye ayrılmış durumdadır.

Surelerin elimizdeki mushafta
sıralanışlarının tevkifi olduğu görüşü,
âlimlerin çoğunluğunca kabul edilmektedir (İbnul-Hisâr
bu konuda sadece bu görüşü nakletmektedir). Hz. Peygamber'in her
sene Ramazan ayında o zamana kadar nâzil olan sureleri Cibril'e
mushaftaki sırasına göre okuduğu (mukabele ettiği -ki
buna "arza" denilmektedir) ve Rasûlüllah'ın
vefatından hemen önceki Ramazan'da yapılan arzada bu
mukabele'nin iki defa olduğu rivayet edilmektedir (Buhari, Kitabu Fedâilul-Kur'ân,
7). Bugünkü sıraya göre sureler arasındaki münasebet son
derece önemli olup surelerin tefsirinde müfessirlere yardımcı
olmaktadır.

Elimizdeki mevcut mushafta ilk sırada Fâtiha
suresi yer almakta, bunu es-Seb'u't-tıvâl adı verilen yedi uzun
sure takip etmektedir. Bu yedi sureden sonrakilere yüzden fazla âyet
ihtiva edenler manâsına "el-Miün" adı verilmektedir.
Miün'dan sonra âyetleri sayısı yüzden az olan sureler gelir
ki bunlara da "el-Mesâni" adı verilmektedir. Mesânî'den
sonra gelen sureler sık sık Besmele ile birbirlerinden
ayrıldıkları için "el-Mufassal" diye adlandırılırlar.
Bunlar da kendi aralarında tıvâl, evsat ve kısâr olarak
üç gruba ayrılmıştır. el-Mufassal surelerin ilkinin
hangisi olduğu hususu ihtilâflıdır. 37. sure olan es-Sâffât
ile 93. sure olan ed-Duhâ'ya kadar olan surelerden on ikisi el-Mufassal
surelerin ilk suresi olarak gösterilmektedir. Genellikle kabul edilen
görüşe göre tıvâl-i mufassal grubundaki sureler, Nebe'
suresine kadar olan surelerdir. Nebe' suresi ile Duhâ suresi arasındakiler
evsat; Duhâ'dan sonrakiler ise kısâr grubunu teşkil
etmektedir.

Mekki ve Medenî Sureler

Surelerin isimlendirilmeleri, mushaftaki sıraları
hakkındaki ihtilâfın yanında, bunların Mekke'de mi,
yoksa Medine'de mi nâzil oldukları konusunda da değişik
bazı görüşler vardır. Bu değişik görüşlerin
başlıca sebebi de bu konuda Hz. Peygamber'den açık bir
bilginin rivayet edilmemiş, olmasıdır. Yani Hz. Peygamber
şu şu âyet veya sure Mekkidir veya medenidir diye bir bilgi
vermemiştir. Bu konuda ancak vahyin nüzûlüne şahid olan
bazı sahabeden parça parça bilgiler, rivayetler vardır ki
bunlar da yetersizdir.

Bu ihtilâflara rağmen Kur'ân-ı Kerim'in 20
suresinin Medine'de, 82 suresinin de Mekke'de nâzil olduğunda
ittifak edilmiştir. Kalan 12 surenin Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi
nâzil oldukları konusunda farklı görüşler vardır.
Bunda mekkî ve medenînin tariflerindeki ihtilâflar da etkili olmuştur.
Suyûtî'nin el-İtkân'ında işaret ettiği gibi bu
konuda üç görüş vardır:

1. Hicretten önce nâzil olan sureler veya âyetler
mekkî; Hicretten sonra nâzil olanlar medenîdir. Bunda esas alınan
ölçü, zamandır: Nüzûlün yerine itibar edilmemiştir. Meselâ
Hicretten sonra veda haccında ve Mekke'de veya seferlerde nâzil olan
sure ve âyetler medenî sayılmıştır.

2. Mekân olarak Mekke ve çevresinde (Arafat, Minâ,
Müzdelife, Tâif gibi) nâzil olanlar Mekkî; Medine ve çevresinde
(Bedr, Uhud gibi) nâzil olanlar medenîdir.

3. Mekkelilere hitab edenler mekkî, Medinelilere hitab
edenler medenîdir.

Ancak bu üçüncü görüş fazla taraftar
bulamamıştır.

Bu arada şunu da belirtelim ki, Kur'ân-ı
Kerim'de bir bütün halinde nâzil olan sureler yanında parça
parça inen sureler çoğunlukta olduğu için, Mekkî bir surede
Medeni, Medenî bir surede Mekkî âyetlerin de bulunduğu gözden
uzak tutulmamalıdır. Mısır'da H. 1342
yılında basılan bir mushafta her surenin başında
verilen bilgilerde buna da işaret edilmiş ve o sure meselâ
mekkî bir sure ise, içindeki medenî âyetlerin hangileri olduğu
belirtilmiştir.

Mekkî ve Medenî sureleri ilk bakışta
birbirinden ayıran bazı özellikler vardır. Bu cümleden
alarak:

a) İçinde "kellâ" lafzı bulunan
sureler (Kellâ kelimesi 15 surede 33 defa geçer).

b) İçinde secde âyeti bulunan sureler.

c) Bakara ve Alu İmrân sureleri dışında
başında huruf-u mukattaa bulunan sureler.

d) Bakara suresi hariç tutulursa, içinde
peygamberlerin, geçmiş milletlerin, Hz. Âdem ve İblis'in
kıssaları bulunan sureler.

e) Bazı istisnalarla içinde (ya eyyühennasü)
hitabı bulunan sureler Mekke'de nâzil olmuş mekkî surelerdir.

Medenî sureler ise genelde;

a) Şer'î cezalar, medenî hukuk ile ilgili
konuları ihtiva eder.

b) Cihad ve ahkâmı bu surelerde açıklanmıştır.

c) Ankebût suresi hariç, münafıklardan bahseden
sureler Medine'de nâzil olmuştur. Çünkü münafıkların
ortaya çıkışı Medine-i Münevvere'dedir.

Bunlardan başka genel olarak Mekkî surelerde
şirke, küfre ve putperestliğe kesin tavır konulmuş;
bunun mukabili olan Allah'ın varlığı, birliği
başta olmak üzere itikad ve âhiretle ilgili iman esasları
işlenmiştir. Bu sureler genelde kısa olup, âyetleri de kısa
kısa, ezberlenmesi kolay surelerdir (Daha fazla bilgi için bk.
Mennâ' el-Kattân, Mebâhis Fi Ulümil-Kur'ân, Kahire 1981, s. 54-55).

Mekkî-Medenî sureleri bilmekte bir çok faydalar vardır.
Her şeyden evvel, Kur'ân-ı Kerim'i tefsir etmek isteyenlere bu
bilginin büyük yardımı olur. Her ne kadar âyetlerin manâları
umumu üzerine hamledilse ve sebebin veya nüzûlün mahallinin manâyı
tahsis etmesi genel bir kural değilse de; âyet veya âyetlerin
nerede, kim veya ne hakkında nâzil olduğunun bilinmesi,
onları anlamaya büyük ölçüde yardımcı olur.

Öte yandan, özellikle Kur'ân-ı Kerim'i yeni
nesillere anlatıp öğreteceklere Kur'ân'daki hitab tarzları
ve tebliğ üslûbunun Mekke ve Medine'deki muhatablara göre değişik
olması, yol gösterir. İslâmi tebligatın hangi
merhalelerde nasıl bir üslûb taşıması
gerektiği, müşrik, kâfir, ehl-i kitab, mü'minler gibi
topluluklara hangi üslûb ve metodlarla tebligatın
yapılması gerektiği bu yolla daha iyi
anlaşılır.

Bir de Kur'ân'daki nâsih ve mensûh âyetlerin
tesbitinde mekkî ile medenî sure ve âyetlerin bilinmesi büyük kolaylık
sağlar. Birbirine zıt gibi görünen iki âyetle karşılaşıldığında,
zaman itibariyle (meselâ mekkî olanlar) önce olanların nâsih, diğerinin
mensûh olduğu kolaylıkla anlaşılabilir (Mennâ'
el-Kattân, Mebâhis Fî Ulümil-Kur'ân, s. 51).

Bedrettin ÇETİNER


Konular