Şamil | Kategoriler | Konular

ıslamcılık

İSLÂMCILIK



XIX. yüzyıl ortalarında ortaya çıkan
dini ve siyasi düşünce akımı. Bir tecdîd (yenileme),
ıslah (düzeltme), ihya (canlandırma) hareketi olarak
nitelenebilir. Siyasi hedefi açısından İslâm birliği
(ittihad-ı İslam, Panislâmizm) hareketi; İslâm'ı
anlayış ve yorumlayışları açısından
"modern İslâm" ve "İslâm'da reformist düşünce"
akımı olarak değerlendirilebilir. Mısır'da
Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh; Hindistan'da Seyyid Ahmet Han, Seyyid
Emir Ali; Türkiye'de Said Halim Paşa, Mehmet Akif, Filibeli Ahmet
Hilmi, İsmail Fenni Ertuğrul, Ferid Kam, Mehmet Ali Ayni,
Şemseddin Günaltay, Muhammed Hamdi Yazır, Ahmet Naim, Said Nursî
vb. aydın ve düşünürlerce savunuldu. Akımın belli
başlı amaçları, İslâm'ı bütün boyutlarıyla
topluma yeniden hâkim kılmak, İslâm dünyasını
Batı sömürüsünden, zorba yöneticilerden, kölelik, taklit ve
hurafelerden kurtarmak, kalkındırmak ve birliğini
sağlamak biçiminde ifade edilebilir.

İslamcılık, gerçekte
İttihad-ı İslâm (İslâm Birliği) adı
altında 1870'ten beri Osmanlı yönetiminin temel politikasını
oluşturuyordu. Bununla birlikte İslâmcı aydın ve düşünürler
bu politikayı izleyen II. Abdülhamid'e muhalif cephede yeralıyor
ve düşüncelerini açıklama imkanından da yoksun
bulunuyorlardı. Bu nedenle bir akım olarak İslâmcılık,
ancak II. Meşrutiyet'ten sonra "Sırat-ı Müstakim"
(sonradan Sebilü'r-Reşad) dergisinin yayınlanmaya
başlamasından sonra ortaya çıkabilmiştir. Daha sonra
Beyan-ı Hak ve Volkan gibi dergiler de İslâmcılık düşüncesinin
savunulduğu yayın organları oldu.

İslâmcılık, belli bir çevrede, tek bir
kişinin yönlendirdiği bir akım değildir. Bu nedenle
kendi içinde bütünlük taşıyan, sistematik bir düşünce
hareketi olmaktan uzaktır. Akım içinde yer alan müslüman aydın
ve düşünürler İslâm'ın savunulması ve topluma
yeniden hâkim kılınması gibi temel konularda görüş
birliği içinde bulunmakla birlikte; farklı çevrelerin,
şartların ve etkenlerin beslediği eğilim ve
yaklaşımları da temsil ederler. Bu nedenle İslâmcılık
akımı belli bir düşüncenin savunulduğu ve gerçekleştirilmeye
çalışıldığı tek renkli ve sesli bir
hareketten çok, ortak endişeler taşıyan aydın ve düşünürlerin
kendi özel düşünce ve yaklaşımlarıyla birlikte
katılarak zenginleştirdikleri çok renkli ve sesli bir hareket
niteliğine sahiptir.

İslâmcılık akımı, müslüman
aydın ve düşünürlerin Batı karşısında
yenik düşen İslâm dünyasını içinde bulunduğu
gericilikten kurtarma yönündeki arayışlarının ortaya
çıkardığı bir akım olarak tanımlanabilir.
Fakat bunun yanı sıra Batı'nın oryantalizm ve
misyonerlik faaliyetleri aracılığı ile İslâm'a
yönelttikleri dinî ve fikrî saldırıların
doğurduğu tepki de önemli bir etken olmuştur. Bu iki temel
neden İslâmcılık düşüncesini benimseyen aydın
ve düşünürlerin eserlerinde varlığını güçlü
biçimde hissettirir. Hemen tüm İslâmcı yazarların
başlıca uğraşı, Batı'nın açtığı
soruları cevaplamak ve ortaya attığı
kuşkuları gidermeye çalışmak olmuştur. "İslâm
dünyası niçin geri kalmıştır?", "Müslümanlar
nasıl kalkınabilir? ", " Müslümanların
birliği nasıl sağlanabilir", "Batının
kalkınmasına neden olan özgürlük, eşitlik, medeniyet,
bilim, düşünce, kadın hakları gibi değerlere
İslâm sahip midir? değilse bunları yeniden mi
kazanacaktır?", "İslâm ilerlemeye engel midir?",
"Din-devlet ilişkileri nasıl düzenlenmelidir?",
"Bilim ve akılla İslâm arasında bir çatışma
var mıdır?", "İslâm'ın korunması
gereken, değişmeyecek yönleri nelerdir?", "Batıdan
neler alınmalıdır?" vb. İslâmcı
yazarları uğraştıran başlıca soru ve
sorunlardır.

Akımı doğuran nedenler ve
uğraştıkları başlıca sorunların
belirledikleri çerçeve içinde İslâmcı aydın ve düşünürlerin
ortak özellikleri de belirginlik kazanır. Buna göre İslâmcıların
hemen tümü belli ölçüler içinde Batılılaşmadan
yanadır. Batının manevî ve kültürel değerleri bir
yana bırakılmalıdır ama bilim ve teknolojisi mutlaka
alınmalıdır. İslâm dünyasının
kalkınması ve ilerlemesi için bilimsel ve teknolojik transfer
zorunludur. Fakat salt maddî gelişme ve ilerleme birey ve toplum
mutluluğunu sağlamaya yetmez. Bu nedenle İslâm bütün
boyutlarıyla ve Hz. Peygamber (s.a.s) dönemindeki saflığıyla
hayata hâkim kılınmalıdır. Bunun için de İslâm'ın
temel kaynaklarına dönülmeli, yüzyıllar boyunca dine
sokuları bid'at ve hurafeler ayıklanmalı, kapatılan
ictihad kapısı açılarak özgür düşünce canlandırılmalıdır.

Efgânî gibi ihtilalci bir yaklaşımı
savunanları da bulunmakla birlikte İslâmcıların büyük
çoğunluğu, amaçlarına ulaşmak için kültürel
faaliyetlerle toplumun dönüştürülmesi yolunu benimsemiştir.
Böyle bir dönüşümün gerçekleşmesi kimi zorunlu
şartların hazırlanmasına bağlıdır. Buna
göre müslümanların öncelikle selefi bir tevhid anlayışını
benimseyerek, batıl inanç ve hurafeleri ayıklayarak ve gelenek
bağlarından kurtularak inançlarını
saflaştırmaları gerekir. İkinci olarak; eğitim-öğretim
sistemi değiştirilmeli, bilgisizlik ve taklitçilikle mücadele
edilmeli, hiçbir pratik yararı olmayan devri geçmiş dersler
yerine aktüel ihtiyaçlara cevap veren bilimler okutulmalı, felsefe
ve pozitif bilimlere önem verilmelidir. Üçüncü olarak; saf bir tevhid
anlayışına ulaşmayı engelleyen, batıl inanç
ve hurafelerin başlıca kaynağı olan, müslümanları
hayata aktif biçimde katılmaktan alıkoyan tasavvuf
anlayışı ve tarikatlar ıslah edilmeli ya da bütünüyle
ortadan kaldırılmalıdır. Dördüncü olarak; İslâm
dünyasındaki yerleşik ahlâk anlayışı
değiştirilmelidir. Müslümanlar Allah'a güvenmeyi (tevekkül)
tedbirsizlik; alçakgönüllülüğü (tevazu) pısırıklık,
takvayı çekingenlik, korkaklık; kanaati, girişimsizlik biçiminde
anlar duruma gelmişlerdir. Bu durum İslâm ahlâkına
aykırıdır ve mutlaka değiştirilmelidir. Son
olarak cihat; İslâm'ın ilk dönemlerinde olduğu gibi
kapsamlı biçimde anlaşılmalı ve böyle bir cihad
hareketi başlatılmalı, siyasal faaliyetlerden uzak
kalınmamalıdır.

İslâmcıların siyâsî düşüncelerinin
odak noktasını İslâm birliği (İttihât-ı
İslâm) tezi oluşturur. Onlara göre müslümanlar hem düşünce,
hem de siyaset ve devlet bağlamında bir birlik
oluşturmalı; bu birliği bozucu, engelleyici bütün
etkenleri ortadan kaldırmaya çalışmalıdırlar.
İslâmcıların üzerinde önemle durdukları konulardan
birisi de milliyetçilik sorunu olmuştur. İslâmcılar
başlangıçta pek üzerinde durulmayan bu konuya giderek ağırlıklı
bir yer verdiler. İslâm birliği düşüncesine ters düşen
milliyetçilik anlayışını şiddetle
eleştirerek çürütmeye çalıştılar. Devlet, hilafet
kurumu, anayasa, milli hâkimiyet gibi meseleler de İslâmcıların
tartıştıkları baslıca konular
arasındadır. İslâmcı aydınların genel
kanısına göre Kur'an ve Sünnet, belli bir devlet, hükümet ve
yönetim biçimi öngörmemiş; ancak belli ilkeler koymakla
yetinmiştir. Bu ilkelere uygun biçimde örgütlenen her yönetim
biçimi İslâmidir. Bu alanda üzerinde en çok duruları ilke
ise şûrâdır. Buna göre İslâm devleti yöneticileri
yönetim işinde doğrudan ya da dolaylı biçimde halka danışmak,
meşveret etmek zorundadırlar. Bu yaklaşımları
İslâmcıları Kanun-ı Esasi'yi (Anayasa),
kanunlaştırma hareketlerini ve Meclis-i Mebusan'ın
samimiyetle desteklemeye götürdü.

İslâmcı akım içinde yeralan müslüman
aydın ve düşünürler, eğilim ve
yaklaşımları bakımından oldukça farklı
çizgileri sürdürürler. Bu eğilim ve yaklaşımları,
kimi araştırmacıları İslâmcıları bir
tasnife tabi tutarak gruplara ayırmaya götürmüştür.
Bunlardan en yaygın olanına göre İslâmcılar; 1.
Gelenekçi muhafazakârlar (Ahmet Naim gibi); 2. Modernistler, medrese ile
mektebi, Doğu ile Batıyı birleştirmek isteyenler
(İzmirli İsmail Hakkı ve Şemseddin Günaltay gibi); 3.
Bu ikisi arasında bir yol tutanlar (Şeyhülislâm Musa Kazım
gibi); 4. Modernist İslâmcılara karşı olanlar
(Mustafa Sabri gibi) olmak üzere başlıca dört gruba ayrılırlar.
Ne var ki, İslâmcı aydınları bu tür tasniflerle tam
olarak tanımlamak mümkün değildir. Çünkü birçok konuda
birleşmiş görünseler bile aynı gruptaki
aydınları birbirinden çok farklı görüşler
savunduğuna tanık olunmaktadır.

Birinci dünya savaşından sonra Osmanlı
Devletinin parçalanması nedeniyle İslâm birliği düşüncesi
bütün maddî dayanaklarını yitirdi. İslâmcı
aydınlar İstanbul hükümetine rağmen Kurtuluş
savaşına hiç tereddüt etmeden katıldılar. Cumhuriyet
döneminde kimi İslâmcıların yurt dışına çıkmasına
ya da bir tür inzivaya çekilmesine karşılık, kimileri
Cumhuriyet rejimi ile uzlaşma yoluna giderek önemli görevlere
geldiler. Bu dönemde İslâmcılık düşüncesi yaşama
imkânı bulamadı. Çok partili hayata geçildikten sonra
İslâmcı düşünce yeniden canlanmaya başladı.
Necip Fazıl Kısakürek ve Nurettin Topçu gibi bazı düşünür
ve sanatçılar; Nurculuk ve Süleymancılık gibi
akımlar ve tarikat faaliyetleri çerçevesinde gelişmeye
başlayan İslâmcılık düşüncesi, yasal
engellemeler ve baskılar nedeniyle etkin bir güce kavuşamadı.
İslâmcılık günümüzde, özellikle İran İslâm
Devrimi ve Afganistan cihadının etkisiyle tüm dünyada yeni bir
canlılık kazanmış durumdadır.

Ahmet ÖZALP


Konular