Şamil | Kategoriler | Konular
ırk ve ırkçılık
IRK VE IRKÇILIK
Belli bir ırkın doğal üstünlüğünü
savunan teori ve görüş. Kalıtım yoluyla geçen fiziki
özelliklerle kişilik, zeka ve kültür özellikleri arasında
bir sebeb-sonuç bağlantısı bulunduğu inancından
kaynaklanır. Tarih boyunca üstün sayılan ırkların
diğer ırklar üzerinde egemenlik kurma ve sömürme girişimlerinde
meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak kullanıldı.
Toplumlar arasındaki birlik ve dayanışmayı yok etmesi,
zulüm ve sömürüye neden olması yüzünden İslâm tarafından
kesin biçimde yasaklandı.
Irkçılık, insanlık tarihi içinde uzun
bir geçmişe sahiptir. Eski Yunan, Roma, Mısır
toplumlarında egemen uluslar kendilerinin doğal
üstünlüklerine inanırlar, kendilerinden olmayan ulusları
ikinci sınıf insan, dolayısıyla köle ve hizmetçi
olmak üzere yaratılmış topluluklar olarak
değerlendirirlerdi. İsrailoğulları gibi kimi
toplumlarda ise ırkçılık dini bir nitelik
kazanmıştı. Kendilerinin seçilmiş ulus
olduklarına inanan israiloğulları, İslâm'ın
tebliğ edildiği dönemde, sırf kendi uluslarından
olmadığı için Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamberliğini
kabul etmemişlerdi .
Uzun geçmişine rağmen ırkçılık
sosyal bir teori olarak ondokuzuncu yüzyıl da sistemleşti. Irkçılığın
altın çağı kabul edilen bu yüzyılda kendisi ırkçı
olmamakla birlikte Charles Darwin'in biyolojik evrim kuramı, sözde
bilimsel ırkçılığın gelişmesine temel
oluşturdu. Sosyal Darwincilik insan soyunun zaman içinde çeşitli
evrim aşamalarından geçtiğini, Avrupalı beyaz
ırkın insanın toplumsal evriminin en üst aşamasını
temsil ettiğini savundu. Gobineau, beyaz ırkın üstünlüğünü,
beyazlar içinde de ârî ırkın en yüksek medeniyet seviyesine
ulaştığını öne sürdü. Gobineau'nun
izleyicilerinden İngiliz asıllı Houston Stevvart
Chamberlain, Almanya'da uzun boylu, açık tenli ve uzun kafalı Tötonların
üstün ırk olduğunu, Yahudilerin fiziksel olarak Tötonlardan
kolayca ayırt edilmeseler de manevi açıdan olanlardan geri
olduklarını savundu.
Gobineau ve Chamberlain'in görüşleri, başta
Nietzche olmak üzere Max Weber, Werner Sombart gibi düşünürlerce
beslenerek Almanya'da Nazi ırkçılığının
temelini oluşturdu. Adolf Hitler siyaset felsefesinin ırkçılık
yönünü "bilimsel" temellerini bu düşünürlerden aldı.
Nazi ırkçılığı bütün çelişki ve
tutarsızlıklarına rağmen Almanları
birleştirmekte, yenilmez olduklarına inandırmakta, ekonomik
sömürüyü ve köle emeğini meşrulaştırmakta,
halkı savaşa yöneltmekte başlıca etken oldu ve
Nazizmin Alman halkı üzerinde kurduğu egemenliğinin temel
öğesini meydana getirdi.
Nazizmden farklı biçimde de olsa, Avrupa uluslarının
sömürgecilik hareketlerinde haksız ve insanlık
dışı eylemleri meşrulaştırmakta ırkçı
görüşler başlıca etken oldu. İspanyollar Amerika'ya
geldiklerinde Yerlilere karşı izledikleri yayılmacı ve
saldırgan politikalarını, Yerlilerin İspanyollardan
farklı oldukları, kendileriyle aynı anlamda insan bile
sayılamayacaklarını öne süren ırkçı teorilere
dayandırdılar, topraklarını ellerinden
aldıkları Yerlilere insan gibi davranmanın
gerekmediğini öne sürdüler. Thomas Carlyle, James A. Froude,
Charles Kingsley ve özellikle Rudyard Kipling'in yazılarında
ısrarla işlenen "beyaz adamın misyonu" düşüncesi
de sömürgecilik döneminde ırkçılığı
meşrulaştırıcı ve sömürgeciliği yüceltici
bir işlev gördü. Bu düşünceye göre beyaz Avrupalı
öteki ırklara medeniyet götürüyor, dolayısıyla
insanlığa hizmet ediyordu. Başta İngiliz, Fransız
ve Portekizliler olmak üzere Avrupalı tüm sömürgeciler Asya'da,
Afrika'da, Hindistan ve Uzak Doğuda sömürgeleştirme
faaliyetlerini bu sözde "medenileştirme" görevlerine
dayandırıyorlardı. ABD'de ise ırkçılık
önceleri katliam ölçüsünde Yerlilere, daha sonra da Siyahlara
yöneldi. Günümüzde ırkçılıktan belli ölçüde bir
uzaklaşma eğiliminden söz edilse de başta ABD olmak üzere
tam Avrupa ülkelerinde varlığını sürdürmekte;
özellikle ırk ayırımının yasal olarak sürdüğü
Güney Afrika ile İsrail'de en katı ve acımasız biçimiyle
egemenliğini yürütmektedir.
İslâm, zulüm ve sömürüye yol açan tüm
inanç ve düşünceler gibi ırkçılığı da
yasaklamıştır. Kur'an ırkların aynı kökten
geldiklerini ifade ederek, üstünlük iddialarının
temelsizliğini ortaya koymuştur. Tüm insanlar ve uluslar Hz.
Adem (a.s) ile eşi Havva'dan yaratılmıştır.
İnsan toplumunun ırklara, kabilelere ayrılması da
onların tanışmaları ve yardımlaşmaları
amacına bağlıdır. Zulüm ve sömürüye neden olacak
kalıtımsal bir üstünlük söz konusu değildir.
İnsanların ve toplumların iyilik ve üstünlükleri yalnızca
inançlarına, yaşama biçimlerine bağlıdır,
Allah'ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma
konusundaki titizliklerinden kaynaklanır (el-Hucurat, 49/13).
İslâm'a göre ırk öğesi insanlara
doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medenî
bir toplumun oluşmasında da temel etken değildir. Medenî
bir toplum, hayvanlar gibi iç güdüleriyle birlikte yaşayan
insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve
idealler çevresinde toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle İslâm
toplumu İslâm'ı bir din, bir hayat düzen ve biçimi olarak
benimseyen insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici
tek etkenin inanç olduğu bu toplumun oluşmasında
başka hiçbir maddi ya da manevi etkenin katkısı yoktur.
Aynı akide çevresinde birleşen insanlar, kan bağları
olmasa da kardeştirler (el-Hucurât, 49/10). Buna karşılık,
aynı inancın paylaşılmaması durumunda, baba
oğul arasında bile bir yakınlıktan söz edilemez.
İman etmediği için babasının çağrısına
uymayan Hz. Nuh'un oğlu onun ailesinden sayılamaz (Hud, l l/46).
Aynı inancı paylaşan müminler küfrü tercih etmeleri
durumunda ne babalarını, ne de kardeşlerini veli
edinebilirler (et- Tevbe, 9/23). Hiçbir mümin, babası, oğlu,
kardeşi ya da diğer bir yakını da olsa, Allah'a ve
Peygamberine düşman olan kimseye sevgi besleyemez (el-Mücadele.
58/22).
Hz. Peygamber (s.a.s)'de câhilî bir âdet olan
ırkçılığı sık sık gündeme getirerek
eleştirmiş ve yasaklamıştır. Veda haccı
sırasında, Veda Hutbesi olarak bilinen ünlü konuşmasında
Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, beyaz renklinin
siyaha, siyah renklinin beyaza bir üstünlüğü olmadığını,
üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu ilan
etmiştir. Mekke'nin fethinde, Kabe'yi tavaf ettikten sonra
yaptığı konuşmada Hz. Peygamber (s.a.s) aynı gerçeği
şöyle dile getirmiştir: "Sizden câhiliyye ayıplarını
ve büyüklenmesini gideren Allah'a hamd olsun. Ey insanlar, tüm insanlar
iki gruba ayrılırlar. Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülükten
sakınanlardır ki bunlar Allah nazarında değerli olan
kimselerdir. ikinci grup ise günahkar ve isyankar olanlardır ki
bunlar da Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa
insanların hepsi Adem'in çocuklarıdır; Allah Adem'i de
topraktan yaratmıştır." Irk üstünlüğü düşüncesinin
temelsizliği başka bir hadiste de şöyle ortaya konur
"Hepiniz Adem'in oğullarısınız, Adem de topraktan
yaratılmıştır. İnsanlar babaları ve dedeleri
ile övünmekten vazgeçsinler. Çünkü onlar Allah nazarında küçük
bir karıncadan daha değersizdirler" (Tirmizi Tefsir sure,
49).
Hz. Peygamber (s.a.s) insanların aynı kökten
geldiklerini ve üstünlüğün yalnız takva ile ölçülebileceğini
belirtmekle yetinmeyerek Allah'ın insanları ırklarına
göre değerlendirmeyeceğini de ısrarla vurgular. Bir
hadislerinde "Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan-sopunuzdan
sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız
kötülüklerden en çok sakınanınızdır."
buyurmuştur. Aynı anlam diğer bir hadiste de şöyle
dile getirilir: "Allah sizin mallarınıza ve
şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalblerinize ve amellerinize
bakar (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9). Bütün bu gerçek ve
uyarılar karşısında ırkçılık
davası güden kişinin müslümanlık iddiasının
bir anlamı yoktur. Hz. Peygamber (s.a.s), "ırkçılık
davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık
üzerine savaşa girişen de bizden değildir". (Müslim,
İmare, 53, 54, 57) buyurarak böyle bir kişinin yerini tesbit
etmiştir.
İslâm, getirdiği evrensel kardeşlik
ilkesi ile Cahiliyye döneminde şiddetle hüküm süren ırkçılık
adetini ezip yok etti. Kendilerini soylu ve üstün gören Mekke
aristokratlarının zulüm ve baskılarına rağmen
İslâm, Romalı Süheyb, Habeşli Bilal ve İranlı
Selman gibi aşağılanan insanların çabalarıyla
başarıya ulaşarak evrensel bir toplum oluşturdu. Ne
yazık ki Emeviler döneminde İslam egemenliğinin yerini
alan saltanatla birlikte birçok cahiliye adeti gibi ırkçılık
da yeniden canlandı. Arap olmayan müslümanlar tümden mevali sayılıyor,
Kureyş dışındaki Araplar bile küçümseniyordu.
Emevilerin sürdürdüğü ırkçı politika kısa zamanda
Arap olmayan müslümanlar arasında da ırkçı
eğilimlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle
Farslar ve Türkler arasında başlayan bu eğilim giderek
Şuubiye olarak anılan ırkçı, ulusalcı
hareketlere dönüştü. Emevilerin yıkılmasında
önemli bir etken olan Şuubiye hareketi Abbasiler döneminde etkisini
yitirmekle birlikte bütünüyle yok olmadı.
Irkçılık eğilimleri İslâm dünyasında
ondokuzuncu yüzyılın sonlarında yeniden canlanmaya
başladı. Batılı devletlerin Osmanlı Devletinin
parçalama planlarının bir parçası olarak
canlandırmaya çalıştıkları bu düşünce,
İttihad ve Terakki yönetiminin benimsediği ırkçı
politikaların da etkisiyle ayrılıkçı hareketleri
besledi. Osmanlı Devletinin parçalanmasından sonra oluşan
birçok yeni devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti de ırkçılıktan
önemli ölçüde etkilendi. Yeni devletin özellikle dil ve kültür
politikalarında etkili olan ırkçı eğilimler zamanla Türkçülük,
Turancılık adıyla bilinen bağımsız bir
politik hareket haline geldi. Bu hareket çeşitli parti ve örgütler
içinde varlığını günümüzde de sürdürmektedir.
Ahmet ÖZALP