Şamil | Kategoriler | Konular

ırz

IRZ

Şan, şeref, namus, iffet.

Bir insanın kendi haysiyetini koruması;
ırzını, namusunu korumasıyla mümkündür. Irzını
koruyamayan, haysiyetini ve şerefini de kaybeder. Haysiyetini
kaybeden kişi bunalımlar içinde bocalayıp durur.

İlâhî vahye dayalı bütün dinlerde
korunması gereken unsurlar beş maddede toplanabilir:

1- Dini korumak, 2- Canı korumak, 3- Malı
korumak, 4- Nesli korumak, 5- Irzı korumak.

İslâm'da zina yasaklanmakla, kişilerin
ırz ve namusu koruma altına alınmıştır (bk.
en-Nur, 24/2). Bu arada zinaya yol açan sebep ve vasıtalar da
yasaklanmıştır. Karşı cinse, cinsel duygularla
bakma yasağı ile kadınların örtünme hükmü bunlar
arasında sayılabilir .

Kur'an-ı Kerîm'de gözlerin haramdan korunması
hakkında şöyle buyurulur: "(Ey Muhammed!) mümin erkeklere
söyle, gözlerini zinadan sakınsınlar, ırzlarını
ve namuslarını korusunlar. Böyle davranmak onlar için daha
temiz ve daha hayırlıdır. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan
haberdardır. (Ey Muhammed!) Mümin kadınlara söyle, gözlerini
haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve
namuslarını korusunlar. Görünmesi kaçınılmaz
olanlar dışında ziynetlerini göstermesinler" (en-Nur,
24/30-31).

Kadının karşı cinsin, kötü amaçlı
bakışlarından korunması için önemli bir tedbir de
onun yüzü, elleri ve ayakları dışında kalan
yerlerinin, yabancı erkeklere karşı örtülmesidir.
Âyetlerde şöyle buyurulur:

"Mümin kadınlar... baş örtülerini
yanlarına sarkıtsınlar" (en-Nur, 24/3 1) .

"Ey peygamber! Hanımlarına,
kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. Her hangi
bir ihtiyaç için dışarıya çıkarken, dış
örtülerini üzerlerine alıp örtünsünler. Bu, onların
başkaları tarafından tanınıp rahatsız
edilmemeleri için daha uygundur. Allah çok mağfiret edici ve çok
merhametlidir" (el-Ahzab, 33/59).

Böylece zayıf ve kimsesizlerin korunması da
teminat altına alınmış oldu. İslâm'da namus ve
iffeti konusunda darda kalan ve iffetini korumak isteyen kadın
İslâm devlet ilgililerine başvurarak korunma talebinde bulunur.
Devlet bu gibi korunmaya muhtaç kız çocuğu ve kadınlar için
gerekli tedbirleri almak zorundadır. kimsesiz ve korumasız
kadınları fuhşa zorlayarak, bunu bir geçim kaynağı
haline getirmek çirkin bir harekettir. Asr-ı Saadette Abdullah b.
Ubey b. Selul'ün altı cariyesi vardı. O bu cariyeleri
fuhşa teşvik ediyor, onların namus ve iffetleri
karşılığında çıkar sağlıyordu.
Bir gün cariyelerden ikisi Allah Rasûlünün yanına gelerek
kendilerine yapılan bu zulümden şikayetçi oldular. Yüce
Rabbimiz bu olay üzerine şu âyeti indirdi:

"Cariyelerinizi dünya malı için fuhşa
zorlamayın" (en-Nur, 24/33).

Irza Geçme

Bir erkeğin, nikâhlısı olmayan bir
kadına karşı zor kullanmak suretiyle, onunla cinsel temasta
bulunması. Zorlamanın erkeğe karşı,
yapılmış olması da mümkündür. Irza geçmede
taraflardan birisinin iradesi bulunmadığı için zinadan
farklı hükümler uygulanır .

İslâm hukukunda, zina şöyle tarif edilmiştir:
Bir erkeğin nikâh ve nikâh şüphesi olmaksızın,
yabancı bir kadınla cinsel uzvundan temasta
bulunmasıdır. Fiilde iki tarafın da iradesi varsa, zina hükmü
her ikisini içine alır. Zina suçunun had cezasını
gerektirmesi için tarafların; âkıl, bâliğ, müslüman
olması ve birleşmeyi iradeleriyle yapmış olmaları
gerekir. Bu yüzden zinaya zorlanan kimseye had uygulanmaz. İslâm
hukukçuları zorla ırzına geçilen kadına had
cezası gerekmediği konusunda görüş birliği hâlindedir.
Zorlama tam olsun eksik bulunsun hüküm değişmez: Kur'an-ı
Kerîm'de şöyle buyurulur: "Dünya hayatının geçici
menfaatini kazanma hırsıyla iffetli olmak isteyen câriyelerinizi
fuhşa zorlamayın. Kim onları fuhşa zorlarsa, şüphesiz
ki Allah da fuhşa zorlanmalarından sonra o câriyelere karşı
çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir" (en-Nûr,
24/33). Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden
yanılma, unutma ve zorlanarak yaptıkları şeyin hükmü
kaldırılmıştır" (Buhârî, Hudûd, 22,
Talâk, l l; Ebû Dâvud, Hudûd, 17; Tirmizî, Hudûd, l; İbn Mâce,
Talâk, 15).

Zinaya zorlanan erkeğin durumuna gelince: Şâfiîlere
göre böyle bir erkeğe ne had (recm veya celde) ve ne de ta'zîr (devletin
koyacağı ceza) gerekmez. İkrah tam olsun, eksik bulunsun
sonuç değişmez. Çünkü zorlamanın çeşit ve
şiddeti ne olursa olsun, kişinin iradesi üzerinde şüphe
doğurur. Had'ler ise şüphe olunca düşer. Çünkü
Rasûlüllah (s.a.s); "Gücünüz yettiği kadar, şüphelere
had cezalarınızı düşürünüz" (Ebû Dâvud,
Salât, 14; Tirmizî, Hudûd, 2) buyurmuştur.
Araştırıcı Mâlikîlerin tercih ettiği görüş
de budur. Dayandıkları delil, zorlanan kimsenin fiilinden
sorumluluğu kaldıran yukarıdaki hadistir.

Ebû Hanîfe, önceleri, zorlanarak zina eden erkeğe
had cezasının gerekli olduğu kanaatinde idi. Daha sonra
bunu tam zorlama halinde gerekli gördü. Ebû Hanîfe'nin kendi devrinde
tam zorlama devlet adamlarının zorlamasıdır. Devletin
dışında, başkasının zorlaması (ikrah)
haddi gerektirir. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise, zorlama
tam olunca, devlet tarafından olsun, başkaları
tarafından yapılsın zorlanarak zina eden erkeğe had
uygulanmaz. Hanefilerde tercih edilen görüş budur. Ebû Hanîfe'nin
son görüşü de böyledir. Eğer zorlama eksik olursa üç
Hanefi imamına göre de had gerekir. Çünkü eksik zorlama (ikrah) rızayı
yok ederse de ihtiyârı kaldırmaz. Zina eden, bu durumda kendi
ihtiyârı ile hareket etmiş sayılır. Bu sebeple de had
uygulanır. Sonuç olarak Hanefiler tam ikrah hâlinde haddi gerekli
görmezken, eksik ikrahta bunu gerekli görürler (el-Kâsânî,
Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, VII, 34, 180, 181; İbnü'l-Hümâm,
Fethu'l-Kadîr, l. baskı, Bulak 1317, VII, 306; İbn Kudâme,
el-Muğnî, V, 251; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve
Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, V, 400-402).

Hanbelîlere göre ise, zorlanan erkek zinadan sorumlu
tutulur ve had uygulanır. Çünkü zina, cinsiyet organı açığa
çıkıp sertleşmedikçe gerçekleşmez. Organ ise korku
halinde sertleşmez. Bu yüzden erkeğin cinsiyet
organının sertleşmesi, zina fiilini ihtiyarı ile
işlediği anlamına gelir. Zinada ihtiyarın
varlığı ise cezanın uygulanmasını gerektirir
(ez-Zühaylî, a.g.e, V, 401; V, 28).

Zorlama (ikrah) tam ve eksik olmak üzere ikiye ayrılır.
Tam ikrah; kişinin güç ve ihtiyârını tamamen
kaldıran korkutmadır. Ölüm veya organlardan birisine yönelik
korkutma gibi. Bu, rıza ve ihtiyarı kaldırır.
Öldürme, bir organı kesme veya derin iz bırakacak yaralama bu
kabildendir. Eksik ikrah ise; ölüm veya bir organa yönelik olmayan
korkutma şeklidir. Hapis, uzuvların telef olmasına yol açmayacak
şekilde dövmekle tehdit, malın bir bölümünü telefle tehdit
gibi. Eksik ikrah rizayı kaldırırsa da ihtiyârı yok
etmez (el-Kâsânî, a.g.e, VII, 172; İbnü'l-Hümâm, a.g.e, VII,
292 vd.). Üçüncü bir zorlama hâli daha vardır ki bu,
kişinin kendisine, uzuvlarına veya malma yönelik değildir.
Usûl (ana, baba, dede ve nine), fürû (çocuk ve torunlar), eş veya
yakınlardan birisine zarar vermekle yapılan tehdit bu çeşide
girer. Fahru'l-İslâm Pezdevî (ö. 482/1089), üçüncü kişiye
yönelik böyle bir tehdidi ikrah saymazken, es-Serahsî (ö. 490/1097)
istihzan prensibine dayanarak bunu iradeyi etkileyen bir zorlama olarak
kabul eder. Çünkü kişiye babasının veya çocuğunun
işkence görmesi, kendisinin işkence görmesinden daha ağır
gelir (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, XXIV, 93 vd.; Pezdevî,
Usûl, Keşfü'l Esrâr kenarında, İstanbul 1308/1890, IV,
1502; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Kâhire, ty., s. 357). Bu sonuncu
zorlama hâli, eksik ikrah hâlinin benzeridir .

Zinaya zorlanan erkeğin, zina ettiği
kadına mehir vermesi gerekir mi? Ebû Yûsuf'a, İmam Muhammed
eş-Şeybânî'ye ve Ebû Hanîfe'nin istikrar bulmuş son görüşüne
göre, zinaya zorlanan erkeğe had cezası uygulanmaz, ancak
kadına mehir verilmesi gerekir. İmam Mâlik ve Hanbelîlere
göre, mehir ve had cezası birlikte uygulanır. Şâfiî ve
bazı Mâlikîlere göre ise, yalnız mehir verilmesi yeterlidir.
Şüphe sebebiyle had uygulanmaz (el-Kâsânî, a.g.e, VII, 180; eş-Şîrâzî,
el-Mühezzeb, II, 267; ibn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 319).
Delil, mükrehten sorumluluğu kaldıran hadistir (bk. Buhârî,
Hudûd, 22; Talak, II; Ebû Davud, Hudûd 17; Tirmizi Hudûd, 1). Sonuç
olarak, çoğunluk İslâm hukukçuları, zinaya zorlanan
erkek için yalnız mehri gerekli görürken, Hanbelîler mehir ve
cezayı birlikte öngörürler.

Bir kimse, bir kadının zorla ırzına
geçerek tenasül uzvuna zarar verse, hem zina haddi hem de tazminat
gerekir. Eğer kadın, idrarını tutabilecek durumda ise
diyetin üçte biri, tutamayacak bir hale gelmiş ise, tamamı
oranında tazminat alabilir. Fakat kadın, bu cinsel temasa kendi
rızasıyla muvafakat etmiş olursa her ikisi hakkında da
had lâzım gelir, tazminat verilmesine de gerek kalmaz. Ancak bu
cinsel temas, emsali ile cinsel ilişki olabilen bir kız çocuğu
hakkında yapılsa, onun rızasıyla tazminat hakkı düşmez.
Çünkü erginlik çağına gelmemiş olanlar, kendi diyet
haklarını düşürmeye ehliyetli değildirler.

Zina, emsaliyle cinsel temas söz konusu olmayan
küçük yaştaki kız çocuğuna karşı
işlenmiş olur ve tenasül uzvu zarar görürse had cezası
uygulanmaz. Çünkü böyle bir çocuk zinaya mahal değildir. Selîm
insan tabiatı buna temayül göstermez. Böyle haram bir ma'siyeti işleyen
kimse hakkında şiddetli bir ta'zîr cezası uygulanır.
Buna ek olarak, çocuk idrarını tutabilecek durumda ise, diyetin
üçte birisi kadar tazminat ve emsal mehir vermeye mahkûm edilir. Üçte
bir diyet, cinsel uzuvdaki yaranın tazminatıdır. Mehir de,
haddi gerektirmeyen, gayri meşrû birleşmenin tazminatı
yerindedir. Çocuk idrarını tutamayacak durumda ise, erkek tam
diyet vermek zorunda kalır. Bu durumda mehir gerekmez. Çünkü tam
diyetin kapsamında mehir de dahil sayılır. Bu görüş
Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf'a aittir. İmam Muhammed'e göre, bu
halde, mehir verilmesi de gerekir. Çünkü mehir, diyetin kapsamı
dışındadır (Ömer Nasuhi Bilmen, İstilâhât-ı
Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul 1968, 111, 221, 222).

Zina cezası zorla ırza geçmede, yalnız
zorlayana, iki tarafın da rızası olması halinde iki
cinse de uygulanır. Âyet ve hadislerde yer alan cezalar
şunlardır:

1. Bekâr erkek veya kadına dayak (celde)
cezası: Âyette: "Zina eden kadınla, zina eden erkekten her
birine yüzer değnek vurunuz" (en-Nûr, 24/2). Fail köle olursa
ceza yarı olarak uygulanır (bk. en-Nisâ, 4/25).

2. Evlenmiş kişi (muhsan) için recm cezası:
Bu ceza hadislerle sâbittir: "Allah'tan başka ilâh olmadığına,
benim Allâh'ın Rasûlü olduğuma şehâdet eden müslüman
bir kişinin kanını akıtmak ancak üç kişiden
biriyse helâl olur: a) Can karşılığında can, b)
Evli zinâkâr, c) Dinini terkeden ve cemaatten ayrılan "(Ahmed
b. Hanbel, Müsned, 1, 61, 63, 65; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 317). Bu
hadis, zina eden evli kimsenin ölüm cezasına çarptırılacağını
ifade etmektedir. Bu cezanın infaz şekli Hz. Peygamber devrinde
görülmüştür. Evli bir kadın, yanında çalışan
bir işçi gençle zina etmişti. Kadının kocası
ile, gencin babası, durumu Rasûlüllah (s.a.s)'a ilettiler. Yanında
duran Üneys (r.a)'e, Hz. Peygamber şu emri verdi: "Şunun
karısına git. İtiraf ederse, onu recm et" (Buhârî,
es-Sahîh, İstanbul 1310/1892, 111, 65, VIII, 25, 30, 34; Müslim,
es-Sahîh, Kâhire 1955, 111, 1325; İbn Mace, es-Sünen, Dâru
İhyâi'l-Kütübi'l-Arabiyye tab'ı, t.y, II, 852; Zeylaî,
a.g.e, 111, 314).

Yine zina eden evli bir adam olan Mâ'iz, zinasını
itiraf edince, Hz. Peygamber (s.a.s); "Onu götürün, resmedin (taşlayın)"
(Buhârî, es-Sahîh, VI, 169, VIII, 112; Müslim, es-Sahîh, 111, 1318;
Zeylaî, a.g.e, 111, 314 vd.; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr,
VII, 95, 109) buyurmuştur. Mâ'iz olayının, sahabeden bir
topluluk tarafından tevatür derecesinden nakledildiği rivayet
edilmiştir. Diğer yandan Gâmidiyeli evli bir kadının,
zina ettiğini dört defa ikrar etmesi üzerine, hâmile olduğu için
doğumdan sonra gelmesi söylenmiş ve daha sonra, Rasûlüllah'ın
emri ile, ona da recm uygulanmıştır (bk. eş-Şevkânî,
a.g.e, VII, 109).

en-Nisâ, sûresi 15. ve 16. âyetlerde, zina edenler
için öngörülen eziyet etme ve hapis cezaları, daha sonra inen
en-Nûr, sûresindeki 2. âyetin hükmü ile kaldırılmıştır.

Recm cezası ağır olduğu için, zina
suçunun ispatı ağır şartlara
bağlanmıştır. Dört erkek şahidin zina hâlinde
bizzat görmesinin şart koşulması (bk. en-Nisâ, 4/15,
en-Nûr, 24/4, 13) sebebiyle recm, ender olaylara uygulanmıştır
(M. Cevat Akşit, İslâm Ceza Hukuku ve İnsanî Esasları,
İstanbul 1976, s. 71).

Irza geçme olayı kız kaçırmalarda da
ortaya çıkar. Bu durumda, erkekle kız, İslâmî nikâhtan
önce cinsel temasta bulunurlarsa, haram bir fiil işleme yanında
en-Nûr, sûresi 2. âyette öngörülen celde cezasına da muhatap
olurlar. Kız, zorla kaçırılmışsa, cinsel
temastaki haramlık ve had cezası yalnız erkek için söz
konusu olur.

Âkıl ve bâliğ olan müslüman bir erkekle
kadın, kendi aralarmda anlaşarak evlenmek isterlerse, velileri
muvafakat etmese böyle bir evlilik geçerli olur mu? Âkıl ve bâliğ
erkeğin kendi irade beyanıyla evlenebileceği konusunda
İslâm hukukçuları arasında görüş birliği
vardır. Ebû Hanîfe'ye göre, hür, mümeyyiz ve büluğ çağına
girmiş kadın da kendi malı üzerinde dilediği gibi
tasarruf etmek yetkisine sahip olduğu gibi, bizzat nikâh da
akdedebilir. Bu evliliğin geçerli olması için velisinin izin
ve icazetine ihtiyaç yoktur. Çünkü bu durumda velâyet, evliliğin
sıhhat şartlarından değildir. Ancak velinin şu
durumda itiraz hakkı doğabilir. Âkıl ve bâliğ
kadın-velisinden izin almadan, dengi (küfvü) olmayan bir erkekle
veya emsal mehirden az bir mehirle evlenmişse, velî hâkime başvurarak
bu evliliği feshettirme hakkına sahiptir. Ebû Hanîfe'ye göre,
önce eksik olan mehri tamamlaması erkekten istenir. 1917 tarihli
Osmanlı Hukuk-ı Âile Kararnâmesi'nin 47. maddesinde bu husus
şöyle düzenlenmiştir: "Âkıl-bâliğ bir
kadın, velisini gizleyerek rızasını
almaksızın kendisini başkasına tezvîc ettiği
takdirde, eğer küfvüne (dengine) tezvîc etmiş ise akit lâzım
(bağlayıcı) olur. Velev ki mehr-i mislinde noksan ile
olsun. Fakat küfüv olmayan kimseye tezvîc etmişse velî hâkime
müracaatla nikâhı feshettirebilir".

Kadın evlilik dışı ırza geçme
olayında gebe kalmışsa, suç ortağı erkekle
evlenecekse iddete tabi olmayıp hemen evlenebilir. Hatta bu evlilik
iyi sayılır. Bu konuda görüş birliği vardır. Böyle
hâmile bir kadın yabancı erkekle evlenecekse, Hanefî ve Şâfiîlere
göre, evlenme yine geçerlidir, fakat zifafın doğuma kadar
geciktirilmesi gerekir. Çünkü bir süre cinsel birleşmede
bulunmasa bile, bir erkeğin sevdiği kadınla evlenme
akdetmesinde menfaati vardır.

Irza geçme fiilinin mağduru olan kadın
evlenmek istediği takdirde, gebe olup olmadığının
anlaşılması için bir kurû' (bir hayız görüp
temizlenme) süresi veya hayız görmeyen cinsten ise bir ay
bekletilir. Buna istibrâ denir. Fuhşu itiyat hâline getiren fâhişeler
ve efendisi ile cinsel ilişkide bulunmuş olan cariye
hakkında da aynı hükümler uygulanır. Ebû Hanîfe ve Ebû
Yûsuf'a göre, bir kimse zina ettiğini gördüğü bir kadınla
evlense, istibrâdan önce onunla cinsel ilişkide bulunması helâl
olur. İmam Muhammed istibrâ (bir hayız süresi geçmesi) olmadıkça,
böyle bir kadınla cinsel teması uygun
bulmadığını ifade etmiştir (İbnü'l Hümâm,
Fethu'l-Kadîr, Bulak 1315, II, 383, 384; İbn Rüşd, Bidâyetü'l
müctehid, Mısır, t.y, II, 40, 41; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, Bulak
1310/1892, 1, 526; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku,
İstanbul 1983, s. 191-203, 231-233, 257-273).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular