Şamil | Kategoriler | Konular
ıkrar
İKRAR
İtiraf, isbat etmek, kabul etmek; yerleştirmek. İslâm hukuku terimi olarak; bir kimsenin başkasına ait bir hakkın kendisinde bulunduğunu haber vermesi yahut itiraf etmesi.
İkrarın bir hakkı belirlemede delil sayılması, Kitap, Sünnet ve icma delilleri ile sabittir. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Siz ikrar edip, peygamberlere iman ve yardım etmeğe dair ahdimi üzerinize aldınız mı? Onlar; biz ikrar ettik, dediler" (Âlu İmrân, 3/81). İkrar bir delil olmasaydı, Allah, insanlardan bunu istemezdi. "Ey iman edenler! Allah için şahitlik ederek adaleti ayakta tutanlar olun. Kendiniz veya ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa" (en-Nisâ, 4/135). Burada, kişinin kendi aleyhine şâhitliği ikrar şeklinde olabilir. "Daha doğrusu insan kendisi üzerinde bir gözcüdür" (el-Kıyâme, 75/ 14).
Asr-ı saadette ikrar, aleyhe bir delil sayılarak uygulamada bulunulmuştur. Bir işçinin, işverenin hanımıyla zina etmesi üzerine Hz. Peygamber, Üneys (r.a)'i bu kadına göndererek şöyle buyurmuştur: "Eğer suçunu itiraf ederse, ona recm cezasını uygula" (Buhârı, Âhâd, 1, Şurût, 9, Eymân, 3, Hudûd, 30, 46, Vekâle, 13, Müslim, Hudûd, 25; Tirmizî, Hudûd, 5, 8). Burada Hz. Peygamber had cezasının uygulanmasını itirafa bağlanmıştır. Diğer yandan ikrarın bir delil sayılması üzerinde İslâm hukukçularını görüş birliği vardır. İkrar, etkisi yalnız ikrarda bulunanla sınırlı kalan eksik bir delildir. Onu töhmetten kurtarır ve haber verilen konuda mülk sâbit olur. Şahitlik ise bütün insanlar hakkında sabit mutlak bir delil olup, beyyine adını alır. Bu yüzden Hanefîlere göre, beyyine* ikrardan daha kuvvetlidir (es-Serahsî, el-Mebsût, XVII, 184, vd.; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VI, 279 vd.; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV, 203, 467; Meydânî, el-lübâb, II, 76; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', VII, 207, vd.; eş-şîrâzî, el-mühezzeb, II, 343).
İkrar, açık sözlerle veya delâlet yoluyla olabilir.
1) Açık sözle ikrar: "Benim falancaya üçyüz lira borcum vardır"; "Benim sende yüzbin lira alacağım vardır" sözüne, karşı tarafın "evet" demesi gibi.
2) Dolaylı yoldan ikrar: "Benim sende üçyüz bin lira alacağım var", sözüne borçlunun; "Bu borcu ödedim veya bana yeni bir vade ver" demesi gibi. Burada borcun varlığı dolaylı yoldan itiraf edilmiştir. Bazen borç ikrarına başka bir hukukî sebep eklenmiş olabilir. "Bende, falancaya ait emanet (vedîa) olarak yüzbin lira var" sözünde emanet ikrarı vardır.
Yazıyla ikrarda bulunmak da geçerlidir. İtham edilen, yazıyı ve imzayı inkâr ederse kendisine örnek yazı yazdırılarak bilirkişi incelemesi yaptırılır. Bir kimse çek veya senet imzalasa, imzanın kendisine ait olup olmadığı sorulduğunda "evet" derse ikrar sayılır. Susarsa ikrar sayılmaz. Komisyoncu, sarraf ve tüccar defterleri ile amel edilir. Çünkü bu kimseler defterlerine leh veya aleyhlerinde olan alacak ve borçları yazarlar (ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 612-616; es-Serahsî, a.g.e, XVIII, 15; el-Kâsânı, a.g.e, VII, 207 vd.; İbnü'l-Hümâm, a.g.e; VI, 296; Meydânı, el-Lübâb, II, 78).
İkrar, Allah veya kul hakları ile ilgili olabilir.
1) Allah haklarını ikrar: Bunlar toplumla ilgili olan haklardır. Zina, hırsızlık, şarap içmek vb. için ikrar geçerlidir. İkrarda bulunan, cezanın (haddin) infazından önce ikrarından dönerse, doğru söylemesi muhtemel olduğu için ceza (had) düşer. Onun dönüşü şüphe meydana getirir. Şüphe ise hadleri (ceza) düşürür. Zina dışındaki konularda tek ikrar yeterlidir. Zinada ise dört defa ikrar gerekir. Çünkü Hz. Peygamber Mâiz'e dört ikrar prensibini uygulamıştır. Bu, kıyasa aykırı olarak sünnetle sabit olmuştur (el-Kâssânî, a.g.e, VII, 223).
2) Kul haklarını ikrar: Kısas, diyet, para veya mal, boşama, şuf'a, nesep ve benzeri konular kul hakkı türündendir. Allah haklarını ikrardaki şartlar burada aranmaz. Bu haklar şüphe ile de sabit olur. Kul haklarını ikrara ait şartlar şunlardır:
1) Lehine ikrar yapılacak kimsenin belirli olması. Belli bir şahıs veya ana karnındaki çocuk gibi.
2) İkrar konusunun başkasının hakkıyla ilgili olamaması. Ölüm hastasının bir mirasçısı lehine borç ikrarında bulunması gibi. Bunun ikrarı ancak diğer bütün mirasçıların icazeti ile geçerli olur. Çünkü o, bu ikrarında itham altınadır. Bazı mirasçıları tercih etmiş olabilir (İbnü'l-Hümâm, a.g.e, VI, 306; eş-Şîrâzî, a.g.e, II, 344 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 141 vd.).
Mal ikrarı caizdir. Bu, aynı (eşya) olsun, zimmette bulunan bir borç olsun veya ikrar konusu bilinsin bilinmesin geçerlidir. Çünkü bir kimse telef ettiği malın kıymetini bilmeyebilir.
Bir kimse bir çocuğun nesebini, zina dışında gizli evlilik gibi bir sebeple, ikrar edebilir. Nesebi ya kendisine veya başkasına bağlar. Başkasına bağlama, bazen nesep sabit olmaksızın, yalnız miras hakkından yararlanmak veya yararlandırmak için de olabilir. Yabancı bir çocuğun nesebinin ikrar yoluyla bir erkeğe bağlanabilmesi için dört şart öngörülmüştür:
1) Çocuğun nesebinin meçhul olması. Çünkü soyu belli olan kimse başkasına nisbet edilemez. Hz. Peygamber soyunu kendi babasından başkasına bağlayan kimseye lanet etmiştir (İbn Mâce, Hudûd, 36).
2) İkrara engel bir halin bulunmaması. Meselâ: Çocukla nesebi ikrar eden erkek arasındaki yaş farkının baba ve oğul olmaya uygun olması. Babanın uzun süre yurt dışında kalması gibi.
3) İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, çocuk âkıl, bâliğ, Hanefîlere göre de yaşı küçük olsa bile temyiz kudretine sahipse, neseb ikrarını tasdik etmesi gerekir.
4) Çocuğun nesebinin daha önce başkasına nisbet edilmemesi de gereklidir (el-Kâsânî, a.g.e, VII, 228; İbnü'l-Hümâm, a.g.e, VII, 14; el-Meydânî, el-Lübâb, II, 86). Nesebî kendisinden başkasına yükleyerek ikrar, "Bu benim erkek kardeşimdir yahut amcamdır" gibi sözlerle olur. Ancak bu şekilde dolaylı ikrarın sabit olması için iki erkek veya bir erkek iki kadın şahidin bulunması gerekir (el-Kâsânî, a.g.e, VII, 229 vd.; ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 642).
Hastanın İkrarı:
Hasta ölüm halinde bulunan kişi veya ölmeden önceki hastalık (morozu'l-mevt) halinde olan insandır. Fıkıh kitaplarında, ikrar bölümlerinin içinde, belli özelliklerinden dolayı, hastanın ikrarına da ayrı bir alt başlık konularak yer verilmiştir. Çünkü insan, hayatı boyunca elde ettiği mal veya serveti kendisiyle beraber götüremeyeceğini ölüm anında yaşayarak ve müşahede ederek bizzat anlar. Bu dünya mal ve hırsının ne kadar geçici bir şey olduğunu kabullenerek, bir çok hatasından dolayı müthiş bir pişmanlık duyar. Bu gibi sebeplerle de belli ikrarlarda bulunabilir. Bunun için İslam hukukçuları ölüm halinde bulunan bir hastanın durumunu dikkate alarak belli prensipler koymuşlardır. Bu prensipleri kısaca özetleyelim:
Ölüm hastalığı halinde bulunan bir kimsenin, kendisine varis olmayacak bir kişi için ikrarı geçerlidir. Bu ikrarı bütün malı için bile olsa durum değişmez. Fakat varisleri için olan ikrarı batıldır, geçersizdir. Fakat diğer varisler, hakkında ikrar yapılan varise yapılan ikrarı kabul ederlerse o takdirde geçerlidir. Çünkü Hz. Peygamber "Varise vasiyyet yoktur" (Buhârî, Vesaya, 6) buyurmuştur. Diğer taraftan bu kişinin varislerden birine yapacağı ikrar, diğer varisleri bazı haklardan mahrum bırakacaktır. Bunun neticesi olarak da varisler arasında düşmanlık ve kin doğabilir. Bu sebeple varise yapılan ikrar geçersiz sayılmıştır.
Bir kimsenin sağlığındaki borçları ile, hastalığı sırasında yaptığı sebebi bilinen borçları, ölüm hastalığında yaptığı ikrarlarına takdim edilir. Yani mirastan, önce sağlığında yaptığı borçları ödenir, geriye kalan terekesinden de ölüm hastalığında yaptığı ikrarı ödenir. Geri kalan malları da varisler arasında usulüne göre taksim edilir. Ayrıca hastanın, alacaklılardan birini diğerlerine tercih ederek, malından sadece birinin borcunun ödenmesini istemesi doğru değildir. Böyle bir şey yaptığı takdirde, diğer alacaklıların haklarını iptal etmiş olur.
Hiç bir varisi bulunmayan bir kimsenin ölüm hastalığındaki ikrarı, bir nevi vasiyyet olarak, bütün malları hakkında muteberdir (bk. el-Mevsilî, el-İhtiyar li Ta'lîli'l-Muhtâr, İstanbul 1980, II, 136 vd.; Şeyhî Zâde, Mecmau'l-Enhur fi Şerhî Mültekâ'l Ebhur, Matbaa-ı Âmire 1301,II, 291 vd; İbn Âbidîn, Haşiyetü Reddi'l Muhtâr, İstanbul 1984, V, 610 vd; Bilmen, a.g.e,VIII, 63 vd.).
Hamdi DÖNDÜREN
Talat SAKALLI