Şamil | Kategoriler | Konular

ıkrah

İKRÂH

Zorlamak, bir kimseyi istemediği ve çirkin
gördüğü bir işi yapmaya mecbur tutmak. Bir İslâm hukuku
terimi olarak; bir kimsenin başkasına yaptığı,
ondaki rızayı kaldıran veya ehliyetini yok etmediği
halde, onun ihtiyarını (seçme hürriyeti) bozan, yahut da
şer'î yükümlülüğü kaldıran korkutma hâlini ifade
eder. Mecelle'nin tarifi şöyledir: "İkrah; bir kimseyi
korkutmak suretiyle rızası olmaksızın bir iş
işlemek üzere haksız yere zorlamaktır" (Mecelle,
madde 948).

İslâm'da, insana din, inanç ve vicdan özgürlüğü
tanınmış; iradeyi baskı altına almak ve
insanı rızası olmayan işlere zorlamak
yasaklanmıştır. İkna etme, güzel öğüt,
toleranslı davranış ve en güzel irşad ve eğitim
metodunu bulup uygulamak İslâm'ın amacıdır.
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Ey Peygamber!
insanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et.
Onlarla en uygun şekilde mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin,
yolundan sapanı da, doğru yolda yürüyenleri de çok iyi bilir"
(en-Nahl, 16/125). "Dinde zorlama yoktur. Hak yol, bâtıl yoldan
ayrılmıştır. Kim tâğutu inkâr edip Allâh'a
iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan sağlam bir kulpa
sarılmıştır. Allah, her şeyi çok iyi işiten
ve çok iyi bilendir" (el-Bakara, 2/256).

Ayetin inme sebebi şu olaydır. Huseyn
el-Ensarî'nin, müslüman olmayan iki oğlu Ensar'da
bazılarıyla birlikte yiyecek almak üzere Medîne'ye gelmişlerdi.
Babaları; "müslüman olmadan sizi bırakmam" dedi.
Oğulları İslâm'a girmek istemeyince, Hz. Peygamber'e başvurdu
ve; "Ben bakıp dururken, bende bir parça olan çocuklarım
ateşe mi girsin?" dedi. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nâzil
oldu (et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, Mısır 1388/1968, III, 14).

Başka bir ayette iradesi zorlanan kimse için bazı
kolaylıklara işaret edilir: "Müminler müminleri bırakıp
da, kâfirleri dost ve idareci edinmesinler. Kim bunu yaparsa, ona
Allah'tan hiçbir şey (yardım) yoktur. Eğer ki, onlardan
gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış
olasınız. Allah size, asıl kendinden korkmanızı
emrediyor. Nihayet gidiş de ancak onadır" (Alu İmrân,
3/28). Bu ayetteki; "meğer ki onlardan gelebilecek bir
tehlikeden dolayı sakınmış olasınız" hükmünün
tefsîrini İbn Abbas şöyle yapar. "Bu, kalbi iman ile
dopdolu olduğu halde, diliyle küfür kelimesini söyleyip, işkence
ve ölümden kurtulmuş olmasıdır. Böyle yapan kimse hem
hayatını kurtarır, hem de o anda günahı
kaldırıldığı için, sorumlu olmaz" (el-Kurtubî,
el-Câmi' Li Ahkâmi'l Kur'an, Kâhire 1967, IV, 57). İbn Kesîr, bu
konudaki ruhsatı şöyle açıklar: "Bazı yer ve
zamanlarda inkârcıların şerrinden korkanlar, niyyet ve
kalblerinden değil de, dış görünüş
bakımından kendilerini koruyacak şekilde davranabilirler"
(İbn Kesîr, Tefsîr, Beyrut 1969, I, 357).

Hanefîlere göre, ölüm tehlikesi ve bir uzvun koparılması
söz konusu olunca, bir kimsenin, diliyle küfür kelimesini açığa
vurmasında bir sakınca yoktur. Hz. Peygamber'in Ammar b. Yâsir'e
bu konuda verdiği müsaade, bir konuda en büyük delildir. Ammar'ın
ana ve babası inançlarından vazgeçmedikleri için Kureyş
müşriklerince şehit edilmiş, kendisi de dayanılmaz
işkence karşısında, müşriklerin söylenmesini
istediği küfür sözlerini söylemiştir. Ammâr'ın durumu
Hz. Peygamber'e ulaşınca, kendisine, küfür kelimelerini
söylerken kalbinin durumunu sormuştur. Ammâr b. Yâsir; "iman
ile mutmain olarak buldum" cevabını verince, Resulullah (s.a.s)
"Eğer yine aynı işkenceyi yaparlarsa, onların
istedikleri sözleri söyleyip kurtulabilirsin" buyurmuştur.
Bunun üzerine şu ayet-i kerîme inmiştir: "Kalbi iman
üzere sabit ve bununla mutmain olduğu halde, ikrâha uğratılanlar
müstesna olmak üzere, kim imanından sonra, Allah'ı
tanımış, küfre göğsünü açarsa, işte
Allah'ın gazabı o gibilerin başınadır.
Onların hakkı en büyük azaptır" (en-Nahl, 16/ 106).

Hz. Peygamber; "Şüphesiz Allah, ümmetimden
hata, unutma ve üzerine zorlandıkları şeyin hükmünü
kaldırmıştır" (Buhârı, Talâk, 11,
İlim, 44, Şurût, 12, Enbiya, 27) buyurmuştur.

Bu duruma göre, zor altında iken, dil ile küfür
kelimesini söylemek, imanın zail olmasına sebep teşkil
etmez. Zira kalbî tasdik mevcuttur. O şartlarda dahi; küfrü
gerektiren bir söz söylemekten ve kâfirlerin dediklerini yapmaktan kaçınmak,
ölümü göze almakla mümkündür. Bu sebeple, ikrah altında iken küfrü
gerektiren söz söylemek caiz olur. Fakat mümin sabreder, küfür
kelimesini söylemez ve bu sebeple katledilirse, büyük sevap kazanır.
Zira Ashab-ı Kirâm'dan Hubeyb b. Adiyy küfür kelimesini, bütün işkencelere
rağmen söylemedi ve onu idam ettiler. Resul-i Ekrem (s.a.s) Hubeyb'e
"Seyyidü'ş-Şüheda" (şehitlerin efendisi) ismini
verdi ve buyurdu ki: "- O cennette benim arkadaşımdır".
Çünkü o halde dahi; küfür kelimesini söylemenin haramlığı
bakidir. İslâm'ı aziz kılmak için kâfirlerin isteklerini
yerine getirmekten kaçınmak azimettir. Küfür kelimesini söyleyip
kurtulmak bir ruhsattır (İbnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Beyrut
1317, VII, 299-300; Molla Hüsrev,

Düraru'l-Hukkâm, İstanbul 1307,II, 270-271;
es-Serahsî, Şerhu's-Siyeri'l Kebîr, Kahire 1971, I, 227)

Zorlamanın şartları

1) Korkutanın, söylediğini yapacak durumda
olması: Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre başkasından
yardım istemek mümkün olup da, o şekilde tehditten kurtulmak
imkân dahilinde bulunsa bile yine ikrâh hali gerçekleşir.

2) Korkutulanın, korkutulduğu şeyin
derhal gerçekleşmesinden korkması: Korkutulan, söylenen
şeyi yapmadığı takdirde, tehlikeye maruz
bulunduğu kanaatine sahip olmalıdır. Bu konuda onun galip
zanni ölçü alınır.

3) Korkutmanın, zorlananın veya
yakınlarının mal, can veya uzuvlarına karşı
yapılmış olması:

Büyük İslâm hukukçusu es-Serahsî (ö.
490/1097) yakınlara karşı vuku buları korkutma
altında yapılan bir satım akdini kıyasa göre geçerli
kabul ederken, bunun istihsan prensibine göre bir korkutma sayılacağını
belirtir. Çünkü kişiye, babasına veya eşine
yapılacak işkence, kendisine yapılacak işkenceden daha
ağır gelebilir (es-Serahsî, el-Mebsût, XXIV, 93).

İslâm hukukçuları ikrahı üç kısına
ayırır:

1) Tam ikrah: Zorlananın mal, can veya uzvunun
telefine yol açabilecek ağırlıktaki ikrah.

2) Eksik ikrah: Malın bir kısmını
telefle tehdit, uzuvların telefine yol açmayacak şekildeki dövme,
tehdit, hapis ve bağlamakla tehdit bu kısına girer.

3) Yakınlara verilecek zararla ikrah: Ana, baba,
dede, nine, çocuklar, torunlar ve eş gibi yakınlardan birisine
eziyetle tehdit bu kısına girer.

İkrah hükmü

İkrah, söz ve fiillerin sonuçlarına etki
yapar, fakat ehliyetin aslını ortadan kaldırmaz.

Geçerli olan ikrah, tam olsun, eksik bulunsun,
sözleri hükümden düşürür. Bu nedenle, ikrah altında
yapılan ikrarlar geçerli olmaz. Ancak, ikrah hâli kalktıktan
sonra rıza gösterilmesi hali müstesnadır. Tam ikrah da, eksik
ikrah da rızayı yok eder. Bağlayıcı akid ve sözlerde
ise karşılıklı rıza esastır. Nitekim
Kur'an'da: "...Aranızda mallarınızı bâtıl
yollarla değil, ancak karşılıklı rızaya
dayanan ticaretle yeyin" (en-Nisâ, 4/29) buyurulmuştur. Hz.
Peygamber de; "Bir kimsenin malı, ancak onun gönül hoşluğu
ile helâl olur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 72) buyurur.

Zorlananın fiilleri, zorlamanın tam veya
eksik olmasına göre değişik hükme tâbi olur. Eksik
ikrah, zorlananı fiilinin sonucu bakımından mutlak olarak
serbest bırakmaz. Meselâ, bir kimse hapisle tehdit edilerek içki
içmeye veya bir şahsı öldürmeye zorlansa, teklifi yerine
getirirse tamamen sorumlu olur. Çünkü karşılaştığı
eziyeti kabul ederek istenilen şeyi yapmayabilir. Söyleneni yapmadığı
takdirde uğrayacağı eziyet tahammül edilir cinstendir.

Tam ikrahta ise zorlanan, işlediği fiilden
sorumlu olmamakla birlikte, korkutan sorumlu olur. Sorumluluk ikisi
arasında yer değiştirmiş bulunur.

Hamdi DÖNDÜREN


Konular