Şamil | Kategoriler | Konular
Hacız, hacz
HACİZ, HACZ
Ayırmak, bölmek; İslâm hukukuna göre,
borçlunun malına hâkim kararı ile el koymak.
Fıtratının gereği olarak
yaptığı işlerde iradesine göre hareket etme
serbestisinde bulunan insan bu serbestisini aklî yetenekleri var olduğu
sürece devam ettirir. Ancak akıl ve şuur ile ilgili bir
kısım noksanlıklarında şahsın adına
faaliyette bulunması hem kendine hem de ilgili bulunan bir
başkasına zararı olacağı nedenle İslâm
hukuku bu şahsı "hacr" altına alır.
Hacr, lügatta engel olmak demektir. İslâm
hukukunda hacr, bir kimseyi sözle olan tasarruflarından
alıkoymaktır. Hukukî ifadeyle "bir muayyen şahsı
tasarruf-ı kavlîsinden men etmektir ki, o şahsa bu hacr'den
sonra "mahcur" denir. Tasarruf-ı kavlîden men, o tasarrufu
hükümsüz, gayrı sâbit ve gayr-ı nâfiz addetmektir (Mecelle,
mad, 942). Bir şahsın "hacr" altına
alınması için çocukluk, cinnet hâli, bunama hâli ve kölelik
gibi gerekli sebepler olmalıdır. Bu grup insanlar, hâkimin
kararına gerek olmaksızın aslında hacr altında
kabul edilir ve kendiliklerinden yaptıkları muâmeleler
hükümsüz sayılır. Hâkim kararı ile hacr altına
alınanlar ise: a) Borçlu olanlar; b) belâhet (ahmaklık, düşüncesizlik,
ne yaptığını iyi bilmemek); c) sefâhet (zevk ve eğlenceye
ve yasak şeylere düşkünlük, akılsızlık edip lüzumsuz
yere sonunu düşünmeden, hazz-ı nefs için masraf etmek); d)
amme zararına çalışma (câhil olan tabîbin tedavide
bulunması, insanlara müctehidlerin ictihadlarına
aykırı birtakım bâtıl hileleri öğreten,
bilmediği halde fetvâ vermeye kalkışan "müftî-i
macin" ve kendisinin muntazam nakil vasıtaları ve
parası olmadığı halde yolcuların naklini deruhte
eden ve nakil zamanı ortadan kaybolarak yolcuları aldatan "Mükari-i
müflis" gibi kimseler) gibi haller, bu icraatta bulunan
şahısları hâkimin kararı ile hacr altına
almayı gerekli kılan sebeplerdir.
Borçlanmanın, hacrin sebebi olduğu İslâm
hukukunda belirtilmiş olmakla birlikte borçluya genişlik
verilmesi ve ödemek kastıyla borçlanana Allah'ın yardım
edeceği hususunda Allah ve Rasûlü şöyle buyurmaktadır:
"Eğer (borçlu) darlık içinde ise, bir
kolaylığa çıkıncaya kadar beklemek (lâzımdır).
Eğer bilirseniz (verdiğiniz borcu, eli darda olan borçluya)
sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır"
(el-Bakara, 2/280, 282,, 283. Ayrıca bk. en-Nisâ, 4/11,12, et-Tevbe,
9/60, 88, et-Tur, 52/40, el-Vâkıa, 56/66, el-Kalem, 68/46).
Hz. Peygamber (s.a.s) "Her kim halkın
malını ödemek niyetiyle (istikraz eder veya bir muâmele
sebebiyle) alırsa, Allah o kimseye (dünyada) edâsını müyesser
kılar. Her kim de halkın malını itlaf etmek
kastıyla alırsa, Allah (onun malını) telef ettirir"
(Nesai, Buyû, 99) buyurmaktadır.
Hz. Âişe bir kere borç almış da
kendisine "Ey Ümmü'l-Mü'minîn. Ne cesaretle borçlanıyorsun?
ödeyecek malın yoktur," denilmiş. Hz. Âişe de:
"Ben her zaman Rasûlullah'ın; "Borcunu
ödemek niyetinde bulunan her kula Allah yardım eder"
buyurduğunu işittim. Ben de Allah'ın bu
yardımını dilerim, demiştir (Sahih-i Buhârî,
Tecrid-i Sarîh Tercümesi Hadis no: 1074).
Hacr altına alınan borçlunun malına el
konulması demek olan "hacz" hususunda müctehidler şu
görüşleri ile sürerler:
Genel olarak, borçlunun yaptığı
tasarruflar, alacaklılarına tesir etmektedir. Mesela borçlu
arsasını satıp mülkiyetinden çıkarınca
alacaklının bu arsa üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunması
mümkün olamaz... Bunun aksine borçlu, bir mülk edindiği zaman
alacaklının, alacağı nisbetinde bu mülk üzerinde de
tasarruf hakkı doğar. Borçlunun, ölümle neticelenen son
hastalığı döneminde yaptığı teberru
cinsinden tasarrufu vasiyyet hükmüne girmektedir. Bu durumda vasiyyet,
borçların ödenmesinden sonra kalan malın üzerinde geçerli
olmaktadır. Dolayısıyla teberru cinsinden yapılan
tasarruf, alacaklının alacağını almasına
engel teşkil etmez, yani teberrunun borç karşılığı
olan kısmı geçersiz sayılır. Ancak
sağlıklı döneminde yaptığı tasarruflar borçluyu
iflâs durumuna getirmedikçe ve alacaklıyı zarara
uğratmadığı ölçüde geçerli olur.
İmam Ebû Hanife'ye göre borçlunun mal varlığı
borcundan daha az olsa ve alacaklıları da borçlunun hacrini (sözlü
tasarruflarını) talep etseler, borçlu hacredilmez. Ancak,
alacaklıları borçlunun hapsedilmesini talep ederse, malını
satıp borcunu ödemesi için borçlu hapsedilir. İmam Ebû
Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise, iflâs hâlindeki borçlunun,
alacaklıların isteği ile hacredilmesi câizdir (Mecelle mad,
998). Diğer bir görüşe göre ise borçlu iflâs hâlinde
olmasa bile, imkânı olduğu halde borcunu ödemekten kaçınması
hâlinde borçlu hacredilebilir. Mecelle, sözkonusu maddede bu görüşü
kanunlaştırmıştır. Borçlunun hapsedilmesi ya da
hacredilmesi şâhitlerle ispat ve ilân edilir (Mecelle mad, 961).
Netice olarak borçlunun varsa mevcut parası, kâfî gelmezse ticaret
malları, o da yetmezse diğer akarı borcuna karşı
haczedilir, satılıp borcu ödenir. Ancak mesken, giyim gibi
borçlu için kâfi miktarda, lüks olmamak şartıyla, zarûrî
ihtiyaçların haczine gidilmez (Mecelle mad. 998-999).
Hacr müddetince borçluya ve bakmakla görevli olduğu
şahıslara kendi malından, yeme içme hakkı ve imkânı
verilir. Hacr hâli borçlunun hacredildiği andaki mülkiyeti
üzerinde geçerlidir.
Mâlikiler de borçlunun hacri hususunda Hanefiler gibi
düşünürler. İflasına hükmedildiği zaman borçlunun
mevcut malları, hâkim tarafından, borçlunun huzurunda imkân
nisbetinde en yüksek fiyatla satılır; elde edilen bedel,
alacaklılara hisseleri oranında
paylaştırılır. Bu işlemin sonunda borçlu hacr
hâlinden kurtulur. Bu halden sonra borçlunun miras, hibe, vasiyyet
yoluyla elde ettiği yeni mallar üzerinde eski hacr kararı geçerli
olmaz. Gerekirse yeniden dava açmak icap eder. Borçlu borcunu ödemek
için çalışmaya zorlanmaz; iş ve zanaatı ile ilgili
aletleri, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin
nafakası ve elbiseleri haczedilerek satılamaz.
Bütün mezhepler hacrin, ancak vadesi gelmiş borçların
mal varlığını aşması,
alacaklıların hacri talep etmeleri, hacre hâkimin hükmüyle
karar verilmesini, bu hükme şâhid tutulması ve verilen hükmün
ilân edilmesi gereğinde ittifak hâlindedirler.
Ebû Hanife'ye göre borçlu hayatta kaldığı
sürece borcundan ve iflâsından dolayı onu hacretmek ve
mallarını haczederek cebren satmak câiz değildir.
İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed aksi görüştedirler.
Diğer bir ictihad da Hanefî mezhebi tükenmek durumunda olan malı
borcundan çok olan borçlunun hacrini câiz görürken; bir başka
ictihadda da malı borcuna yetmediği zaman borçlunun hacrini
câiz görür.
Malikî hukukçular, ikinci bir görüşte
yalnız ödeme tarihi gelmiş borç, malını
aştığında hacre gerekli gördüğü gibi, vadesi
gelmiş ve gelmemiş borçlar toplamı, mal
varlığını aştığı zaman da borçlunun
hacrini câiz görüyor. Ancak borçlu temerrütte bulunmazsa yani imkân
nisbetinde borcunu ödemekten kaçınmazsa hacrine karar verilmez.
Şâfiî hukukçular borçlunun gideri gelirinden
fazla olunca ve iflâs âlametleri belirince, malı, vadesi
gelmiş borçlarını ödemeye yeterli olan borçlunun dahi
hacredilmesini câiz görüyor. Aynı mezhebe göre borçlu, hâkime
başvurarak kendini hacrettirebilir.
Bütün mezhebler hacr altına alınan borçlunun
mallarının satılacağı; bozulması ve
değişmesi muhtemel olanların hemen
satılacağı, diğerlerinin en yüksek fiyatla satılması
hükmünde ittifak hâlindedirler. Hanefî ve Mâlikîlere göre hacr,
yalnızca hacre hükmedildiği zaman mevcut bulunan malları
kapsadığı halde, Şâfiî ve Hanbelî hukukçulara
göre, yeni bir hacr kararı alınmaksızın, sonradan
edinilen mallarda da eski alınan hacr kararı uygulanabilir. Ebû
Hanife, mahcurun mallarının zorla satışını câiz
görmez; onu satıp borcunu ödemeye zorlamak maksadıyla
hapsedilmesini câiz görür. İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed
ise hem zorla satışı (haczi) hem de hapsi câiz görürler.
Hacr altına alınan borçlunun zanaat ve iş
aletleri ve nafakası için gerekenler satılmaz. Bu hususta bütün
İslâm hukukçuları görüş birliğindedirler. Mâlikî
ve Şâfiîlere göre oturduğu ev satılır. Hanefî ve
Hanbelilere göre satılmaz. Üç mezhebe göre malları
haczedilerek satılan borçlunun, diğer borçların ödenmesi
için çalışmaya zorlanmaz. Hanbelilere göre ise çalışmaya
zorlanır.
Alacaklılar haczedilip satılan malların
bedellerinden alacakları nisbetinde mal alırlar. Sonradan ortaya
çıkan alacaklı, alacaklılara başvurarak onlardan
hakkını alır. Bir alacaklı, sattığı
malı, vasfı değişmemiş olduğu halde borçlunun
elinde mevcut olursa; ya satış akdini feshederek
malının aynısını alır, ya da diğer
alacaklılar arasına katılarak alacağı nisbetinde
hakkını alır.
Mâlikîlere göre borçlunun, vadesi gelmemiş borçları,
hacr sebebiyle vadesi gelmiş borç sayılır. Diğer üç
mezheb bunun aksini savunur. Bu duruma göre vadesi gelmemiş alacak
sahipleri, haczedilip satılan malın bedelinden birşey
alamazlar. Hanefîler bir alacaklının, mahcur borçlu yanında
malını değişmemiş ve üzerinde başkasının
hakkı sâbit olmamış malıntn aynısını
bulması hâlinde satış akdini feshederek bu malı alma
hakkına sahip olduğunu kabul etmez. Ancak satılan mal, henüz
satıcının yanında bulunuyor ise bu takdirde bedeli
ödeninceye kadar malı kendi yanında hapsedebilir. Dört mezhebe
göre borçluyu, iflâs etmese de borcunu ödemeye zorlamak maksadıyla
hapsettirmek caizdir.
Cengiz YAĞCI