Şamil | Kategoriler | Konular
Fakır, fakırlık
FAKİR, FAKİRLİK
Aslî ihtiyaçların dışında, zekât nisabı kadar mala mâlik olmayan veya nisaptan daha fazla mala sahip olduğu halde, bunlar ihtiyaçlarına yeterli bulunmayan kimseye "fakir?', hiçbir şeyi bulunmayan yoksula da "miskin" denir. Yoksulluk problemi ve zenginle yoksul arasında denge sağlanması, eski çağlardan beri toplu yaşayışın en önde gelen problemleri arasındadır. Semavı dinler, toplum bilimciler, iktisatsılar ve devlet adamları bu konuda çeşitli çözümler getirmişlerdir.
Kur'an-ı Kerîm'de fakr (yoksulluk) kelimesi ve türevleri on üç âyette geçer. "Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur. Size cimriliği telkin eder. Allah ise, size kendinden bir yarlığama ve bir bolluk vadediyor. Allah ihsanı geniş olan, her şeyi bilendir" (el-Bakara, 2/268). "Şüphesiz, 'Allah fakirdir, biz zenginleriz' diyenlerin sözünü Allah işitmiştir" (Âl-i İmrân, 3/181).. "Bayramda kesilen kurbanların etlerinden yeyin; yoksulu, fakiri de doyurun " (el-Hacc, 22/28). Musa aleyhisselâm Firâvun'un ülkesi Mısır'dan çıkınca yolda yedi gün kadar aç kalmış ve şöyle demişti: "Rabbim, şüphesiz ben, bana indireceğin hayra muhtacım " (el-Kasas, 28/24). ''Velilerden kim zengin ise, yetimin malını yemekten kaçınsın. Kim de fakir ise, örfe göre yesin " (en-Nisâ, 4/6) . "Ey iman edenler,... zengin olsun fakir olsun, adaleti titizlikle ayakta tutan (hâkim) ler ve Allah için şahitlik eden insanlar olun'' (en-Nisâ, 4/135). "Eğer sadakaları açık olarak verirseniz o, ne güzel. Eğer onları gizler ve bu şekilde fakirlere verirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/271). "(sadakalar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler için olup, onlar yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. Tanımayanlar, iffet ve müstağni görünüşlerinden dolayı onları zengin sanır. Sen (habibim) o gibileri simalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de bir şey istemezler" (el-Bakara, 2/273). Zekâtın verileceği sekiz sınıf insan sayılırken, en basta fakirler ve miskinler yer alır (et-Tevbe, 9/60). "İçinizden bekârları, köle ve cariyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları evlilik sayesinde zengin kılar" (en-Nûr, 24/32). Ganimetin (fey') verileceği yerler zikredilirken, bunlarda özellikle Mekke'den Medine'ye hicret edenlerin hakkı bulunduğu vurgulanmıştır (el-Haşr, 59/7,8). ''Seni bir fakir olarak bulup da zengin yapmadı mı?" (ed-Duhâ, 93/8).
İslâm'da veren el, alan elden üstün tutulmuş ve müminler helâl yoldan kazanç sağlamaya teşvik edilmiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İyi mal, sâlih kimse için ne güzeldir" (Ahmed b. Hanbel; Taberânî, el-Evsat). "Nerede ise fakirlik, küfre denk olacaktı " (Beyhakî Şuab; Taberânî, el-Evsat). Hz. Peygamber şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, yoksulluk fitnesinin şerrinden, küfür ve yoksulluktan sana sığınırım" (Nesaî, Sehv, 90, İstiâze, 16, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 36, 39, 42, 44; VI, 57, 207). Yine Allah elçisi şöyle buyurmuştur: "Ben görmeyen birisiydim, Allah basiretimi açtı; fakirdim, beni zengin kıldı" (Buhâri, Enbiyâ, 51). "Şüphesiz, insan borçlandı mı, konuşursa yalan söyler, vadederse, sözünde duramaz" (Buhâri, el-İstikrâz).
Fakirlik insan düşüncesi üzerinde olumsuz etki yapar. Muhammed eş-Şeybânî'ınin (ö.189/805) şöyle dediği nakledilir: Ebû Hanife (ö.150/767) ilim meclisinde iken hizmetçisi evde yiyecek kalmadığını söyleyince, o şöyle demiştir: "Allah hayrını versin, kafamdan kırk fıkıh meselesini kaçırttın". Yine Ebû Hanife'nin başka bir sözü şöyledir: "Evinde yiyeceği olmayan kimse ile istişârede bulunma. Çünkü onun fikri dağınık, kalbi meşguldür; kararı isabetli olmaz" (Yûsuf el-Kardâvî, Fakirlik Problemi ve İslâm, terc. Abdulvehhâb Öztürk, Ankara, 1975, s.24). "Hâkim, öfkeli iken karar vermesin " hadisi de aynı esası belirtir. İslâm hukukçuları fazla açlık, susuzluk ve benzeri etkenleri öfkeye kıyas etmişlerdir.
Yoksulluk evlilik hayatını da etkiler. Ayette "Evlenmeye çare bulamayanlar, Allah kendilerini fazl-u kereminden zengin kılıncaya kadar, zinaya karşı iffetlerini korusunlar" (en-Nûr, 24/33) buyurulur. Ebû Hanife'ye göre, kocanın yoksulluğu sebebiyle kadın boşanma davası açamaz. Sabretmesi, gerekirse kocasından izin alarak çalışması ve kocasının nafakayı borçlanması gerekir. Delili şu ayettir: "Eğer borçlu, darlık içinde ise ona geniş bir zamana kadar mühlet (vermenizdir). " (el-Bakara, 2/280). Şâfii (ö.204/819), Mâlik (ö.179/795) ve Ahmed b. Hanbel'e (ö.241/855) göre, kadın, kocasının nafakayı temin edemeyecek şekilde yoksulluğu yüzünden boşanma talebinde bulunabilir. Ric'i talaktan (cayılabilir boşama) sözeden ayetin sonunda şu uyarı vardır: "Bu kadınları haklarına tecavüz için, zararlarına olarak tutmayınız" (el-Bakara, 2/231).
Yoksulluk, toplumda huzursuzluk yaratır. Ashâb-ı kirâmdan Ebû Zer el-Gifârî'nin (ö.32/652): "Evinde yiyecek bulamayânın, insanların üzerine yalın kılıç yürümediğine şaşıyorum" dediği nakledilmiştir (el-Kardâvî, a.g.e., s.27). Bir toplumda zenginlerle yoksullar arasındaki mesafe büyür, zengin azınlık israf ve sefâhet içinde yüzerken, yoksullar aslı ihtiyaçlardan bile mahrum kalırsa, kalplere kin, buğz ve nefret tohumları ekilir, toplum düzeni bozulur.
Allahu Teâlâ rızkı, mal-mülk edinmeyi çalışma ve risk esasına bağlamıştır. İnsanların becerileri farklı olduğu, çocuk ve servetler bir imtihan aracı sayıldığı için, servette mutlak eşitlik amaçlanmamıştır. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Allah, rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı" (en-Nahl, 16/71). "Şüphesiz Rabbin, dilediği kimsenin rızkını genişletir, dilediğini de daraltır. Çünkü O, kullarının her halinden haberdardır; her şeyi hakkıyle görendir" (el-İsrâ, 17/30) . "O, sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi imtihan etmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır" (el-En'âm, 6/165).
Servetlerin gerçek mâliki yüce Allah'tır. İnsan, malı üzerinde vekil ve yed-i emindir. O, serveti, yaratıcının koyduğu sınırlar içinde kazanmak, harcamak ve tasarruflar yapmakla yükümlüdür. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Size (tasarruf için) vekâlet verdiği maldan O'nun uğrunda harcayın " (el-Hadid, 57/7). "Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin" (en-Nûr, 24/33). Servetinde toplumun hiçbir hakkı bulunmadığını öne süren ve Kapitalizmin sembolü sayılan Karun'u, Allahu Teâlâ yurdu ile birlikte helâk etmiştir: "Sonunda biz onu da, sarayını da yere geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek hiçbir cemaati de yoktu, onun. Bizzat kendini savunmak için gücü de yoktu" (el-Kasas, 28/81).
slâm'da fakirliğe karşı şu çözümler getirilmiştir.
1. Çalışma: Allah (c.c.), insan için ancak çalıştığının karşılığı olduğunu bildirmiş; dünyada ve göklerde bulunan her şeyi insanoğlunun emrine amade kıldığını haber vermiştir: ''O, yeri sizin için itaatkâr kılandır. O halde, onun omuzlarında yürüyün; Allah'ın rızkından yeyin..." (el-Mülk, 67/15). "Yerden yürüyen hiçbir canlı hariç olmamak üzere rızıkları Allah'a aittir (el-Mü'min, 23/64).
Hz. Ömer (ö. 23/643), rızık için çalışmadan oturan ve Allah'a tevekkül ettiğini ileri süren bir topluluğa şöyle demiştir: "Hiçbiriniz; Allah'ım bana rızık ver, diyerek, çalışıp rızık aramaktan geri durmasın. Bilin ki, gökten ne altın yağar, ne gümüş. Allahu Teâlâ'nın; "Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın, Allah'ın fazlından nasip arayın" buyurduğunu görmüyor musunuz" (el-Cum'a, 62/10; el-Kardâvî, a.g.e., 57).
2. Zengin hısımların himayesi: İslâm'da prensip olarak, yoksulluğa karşı herkes çalışarak karşı koyar. Ancak çalışmaya gücü yetmeyenler, dul kadınlar, küçük çocuklar, yaşlılar, kötürüm, hasta ye yatalaklarla, basına gelen bir musibet yüzünden kazanç elde edemeyenler, öncelikle zengin hısımları tarafından desteklenir. Bu konu İslâm'da nafaka hukuku hükümlerine göre çözümlenir.
Ebû Hanife'ye göre her mahrem hısımın, kendi hısımına nafaka vermesi vacibtir. Eğer hısım, çocuk ve torunlardan veya baba yahut dedelerden ise, dinleri bir olsun farklı olsun nafaka hukuku cereyan eder. Diğer hısımlar arasında ise, ancak dinlerinin bir olması halinde vacib olur. Bu durumda, müslümanın kâfir olan hısımına nafaka vermesi gerekmez.
3. Zekât: İslâm'da, fakirliğe karşı en büyük ekonomik kuruluş, zekât müessesesidir. Zekât, servetlerin yalnız zenginler arasında dolaşmasına engel olur, zengin-fakir arasında sosyal ve ekonomik dengeyi sağlar. Toplumda, zengin sayılan tüm müslümanların elindeki altın, gümüş, nakit para ve alıp-satmak üzere elde bulunan ticaret malları kırkta bir; tarım ürünleri onda veya yirmide bir (özel mas rafla yapılan üretimde); madenlerde beşte bir ve hayvanlarda belli cins ve miktarlara göre, değişen sayıda zekât farz olur. Bu kadar büyük bir ekonomik potansiyelin işletilmesi hâlinde, bir beldede, yoksulların yeme, içme, giyim, tedavi, mesken ve benzeri problemleri mâkul bir süre içinde çözülebilir. Ancak bunun için zekâtın İslâmî ölçülere göre toplanması ve aynı ölçülere göre dağıtılması gereklidir. Tevbe Sûresi 60. ayette zekâtın verileceği sınıflar şöyle belirlenir: "Zekât, Allah 'tan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, zekâtı toplayan memurlara, kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenenlere, kölelere, borçlulara,ı Allah yolunda cihad edenlere ve yolda kalanlara verilir.
Zekât çeşitlerinin devlet eliyle toplanması asıldır. Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidin'in uygulaması böyle olmuştur. Ancak Hz. Osman, bâtını malların zekâtını vermeyi, mal sahiplerine bırakmıştır. Kur'an'da "zekât memurları" ından (Tevbe, 9/60) sözedilmesi, ayrıca Hz. Peygamber'e hitaben; "Onların mallarından zekât al" (Tevbe, 9/103) buyurulması bunu gösterir. Diğer yandan Hz. Peygamber, Muâz b. Cebel'i (ö. 18/639) Yemen'e vali olarak gönderirken, "Onlara zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek bir sadakayı, Allah'ın kendilerine farz kıldığını bildir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230, 236, 242; Tirmizi, III, 616; Ahkâm, 3) buyurulmuştur. Muâz (r.a.), bu tâlimatâ uyarak Yemen'in zenginlerinden aldığı zekâtı aynı beldenin yoksullarına dağıtmıştır (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtar, II, 161). İlk halife Hz. Ebû Bekir (ö. 13/634), zekât vermek istemeyenlerle savaşmış ve bu konuda şöyle demiştir: "Allah'a yemin olsun ki, namazla zekâtın arasını açanlarla harp ederim. Çünkü zekât malın hakkıdır. Yemin olsun ki, Allah elçisine zekât olarak verdikleri bir hâyvanın ipini dahi eksik bırâksâlâr, onlarla savaşırım" (Buhâri-Müslim). İbn Hazm (ö. 456/1063) şöyle der: "Zekât vermeyenin hükmü, istese de istemese de zekâtı elinden âlmâktır. Vermemek için mücâdele ederse muhâriptir. Eğer inkâr ederse mürteddir" (el-Kardâvî, age, s.99).
4. İslâm Devletinin diğer gelir kaynakları: Zekât geliri yoksulların ihtiyaçlarını karşılayamadığı takdirde; vakıflar, maden ocakları ve madenler gibi, çalıştırmak, kiraya vermek ve ortaklık etmekle, devletin idare ve kontrol ettiği ammeye ait mallarda, ganimetlerin beşte birinde, savaşsız elde edilen mallarda, haraçta ve her çeşit vergilerde muhtaçların hakkı vardır (el-Enfâl, 8/41; es-Serahsı, el-Mebsût, III, 18). Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında şöyle dediği nakledilmiştir: "Devlet malına kimse kimseden daha lâyık değildir. Ben de başkalarından daha lâyık değilim. Her müslümanın bu malda hissesi vardır. Eğer ömrüm yeterli olursa San'a dağındaki çobana bu maldan hissesini veririm" (eş Şevkânî, age, VIII, 79).
Zekât dışındaki çeşitli kaynaklarda gayr-i müslim fakirlerin de hakkı vardır. Hz. Ebû Bekir devrinde Hâlid b. Velid'in (ö. 21/641). Hıre Hristiyanları ile yaptığı sulh antlaşması, onların fakirlik, hastalık ve yaşlılığa karşı bir çeşit sigorta edildiklerini gösterir. Bir sosyal sigorta niteliğindeki bu antlaşma metnini Ebû Yûsuf (ö. 182/798) Hâlid b. Velîd'ten şöyle nakleder: "Onlar için şunu kabul ettim: Onlardan herhangi birisi çalışamazsa yahut başına bir felâket gelirse veya zengin iken fakir düşer, din kardeşleri ona sadaka vermeye başlarlarsa cizye borcu kaldırılır. Kendisi ve ailesi müslümanların beytülmâlinden geçindirilir. İslâm ülkesinde kaldıkları sürece bu uygulama devam eder. İslâm ülkesini terk ederlerse, müslümanların onlara bakma yükümlülüğü kalkar" (Ebû Yûsuf, el-Harâc, 2. baskı, Selefiyye Matbaası, s.144).
Hamdi DÖNDÜREN