Şamil | Kategoriler | Konular

Hz. fatıma (r.a)

HZ. FÂTIMA (r.a)



Hz. Muhammed (s.a.s.)'in neslinin kendisiyle devam ettiği
en küçük kızı. Müslümânların dördüncü halifesi
"ilmin kapısı" Hz. Ali (r.a.)'ın hanımı.
Kerbela'da zulme boyun eğmeyip başkaldırı ruhunu
kendisinden sonra gelen müminlere miras bırakan "cennet gençlerinin
efendisi" Hz. Hüseyin (r.a.)'ın ve Kerbela'da esir edildikten
sonra Kûfe sokaklarında teşhir edilen, Yezid'in sarayında
yaptığı etkileyici konuşmayla halkı galeyana,
Yezid'i ise dize getiren Peygamber torunu Hz. Zeynep (r.a.)'nın
annesi. Hz. Peygamber'in, "Dünyadaki en iyi dört kadın
şunlardır: Meryem, Asiye, Hatice ve Fâtıma"
buyurduğu "âlemlerin kadınlarının ulusu".
Peygamberimizin Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm'den sonra dördüncü
ve en küçük kızı. Doğum tarihi ihtilaflı olup (605,
609, 615) yıllarında dünyaya geldiğine dair çeşitli
rivâyetler ve görüşler vardır. Hicrî II. Milâdî 633. yılda
Medine'de Mescid-i Nebevî'ye bitişik odâsında vefât eden Hz.
Fâtıma'nın kabri konusunda da üç değişik görüş
vardır: Cennetü'l-Bakî', Akil'in evinin avlusu, Hz. Abbas'ın
daha sonra yaptırılan türbesi. Ancak bugün kabul edilen yer
Cennetü'l Bakî'dir.

Diğer kadınlardan her bakımdan üstün
olan Hz. Fâtıma'nın birçok lâkabı vardır ki
bunların herbiri onun üstün meziyetlerini tanımlamaktadır:
Hz. Fâtıma'nın yüzü parlak olduğu için saf, berrak, ay
gibi parlak anlamına gelen "Zehrâ"; yalnızca Hz.
Meryem ve Fâtıma'ya kadınların özel hallerinden muaf
tutuldukları için eşi bulunmaz anlamında "Betül";
diğer Fâtıma'lardan ayrılması için ulu anlamına
gelen "Kübrâ"; oğullarıyla tanınması için
"Ümmü Hasan", "Ümmü Hüseyin", "Ümmü Muhsin";
Hz. Peygamber'in kızı olduğundan dolayı "Bint-i
Resul"; Bedir ve Huneyn savaşlarında bilfiil bulunduğu
için "Bedir ve Huneyn Hurisi"; ağırbaşlılığı
sebebiyle kadınların efendisi anlamında "Seyyid-i Nisâ";
Güzelliği ve temizliği nedeniyle "İnsanların
Hurisi"; babasına çok benzediğinden ötürü babasının
kızı anlamına gelen "Bint-i Ebiha"; babasına
bir anne şefkatiyle düşkün olduğundan dolayı
babasının annesi anlamındaki "Ümmü Ebiha"; zeki
ve kavrayışlı olduğundan "Zekiyye"; bereketi,
uğurlu, kuvvetli ve kutlu olduğuna işaret için "Meymune",
itâatli ve alçak gönüllülüğünden dolayı "Râziyye";
ve herkes tarafından sevildiği, insanlarla olan
ilişkilerinde kimseyi incitip gücendirmeyecek denli tutarlı
olduğundan dolayı kendisine "Marziyye" denmiştir.
En çok kullanılanı ise "Zehrâ"dır.

Hz. Peygamber'in risâletinin beşinci
yılında, hicretten sekiz yıl önce Mekke'de dünyaya gelen
Hz. Fâtıma'nın doğum müjdesini Resulullah şu cümleleriyle
veriyordu: "İşte şimdi vahiy meleği bana geldi ve
bu doğan çocuğu kutladı. Allah ona Fâtıma
adını verdi." Câhiliye geleneğinde kız çocuğu
büyük bir utanç vesilesi sayılıp babaların yüzünü kızartan
ve bu yüzden diri diri kumlara gömüldüğü bir zamanda Hz. Fâtıma'nın
doğum müjdesi aynı zamanda kadınların kurtuluş müjdesi
oluyordu. Hz. Fâtıma'yı dünyaya getiren Hz. Hatice (r.a.) ile
Hz. Peygamber'in soyu yedinci ataları Gâlib oğlu Lüveys'te
birleşir. Annesini küçük yaşta yitiren Fâtıma
diğer kardeşleri gibi babasının sonraki
hanımlarını anne edindi. Ancak öz annesinin
şefkatinden mahrum kalan Fâtıma ile babası arasında
daha sıcak bir yakınlık doğdu. Hz. Peygamber
kızına babalık yanında anne şefkatini de göstermek
durumunda idi ve bunu en iyi şekilde yerine getirdi. Babasıyla Fâtıma'nın
arasındaki sıcaklığın diğer nedenlerinden
biri de Hz. Peygamber'in diğer çocuklarının ard arda vefât
etmeleridir; Peygamberimiz diğer çocuklarının
acısını, sevgi ve özlemini Fâtıma'da
toplamıştı. (Ana-baba bir kardeşleri Kâsım iki,
Abdullah üç, Zeynep otuz, Rukiyye yirmi bir; Ümmü Gülsüm yirmi altı
yaşlarında Fâtıma'dan önce vefât ettiler). Ayrıca
Hz. Peygamber'in soyunun Fâtıma ile devam etmesi de
babasının yanında Fâtıma'ya ayrı bir değer
kazandırıyordu. Ama Fâtıma'yı

"Seyyid-i Nisâ" yapan etkenler yalnızca
bunlar değildi. O kısacık ömründe İslâm kadınına
örnek olacak zorlu ve çileli bir hayat sürdü.

Hz. Fâtıma çocukluğunu İslâm'ın
en zayıf, müslümanların en çok ezildiği bir ortamda Hz.
Hatice gibi bir annenin terbiyesi altında geçirdi. Babasının
ve müslümanların çektiği acılara en az onlar kadar o da
ortak oldu. Babası evden çıkıp İslâm'ı
tebliğ ederken o ya endişe içinde merakla kapıda bekler ya
da babasını adım adım izler ve onu kollamaya çalışırdı.
Bir gün Hz. Peygamber Mescid-i Haram'a gitmiş ve oradaki
topluluğa İslâm'ı anlatıyordu. Fakat
karşısında bulunan câhiliye mensupları kendi düzenlerini
tehdit eden bu sesi boğmak için toplanmış ve Hz.
Peygamber'e her türlü hakareti yaparak saldırmışlardı.
Babasının dövülüşünü bir kenardan korkuyla izleyen
Fâtıma müşriklerin dağılmasından sonra kanlar içindeki
babasını alıp eve götürmüş ve bir anne
şefkatiyle yaralarını sarmıştı. Buna benzer
nice olayların içinde pişen Fâtıma âdeta geleceğin
Hz. Fâtıma'sı olmaya hazırlanıyordu. Yine bir gün
Hz. Peygamber Mescid-i Haramda secde hâlindeyken müşrikler her
zamanki vahşetleriyle deve barsaklarını ve işkembesini
basına atarak kahkahalarla eğlenirken, Fâtıma o pislikleri
kendi elleriyle temizler ve babasını alıp eve götürür.
Hz. Peygamber Fâtıma'ya hem babalık hem analık yaparken Fâtıma
da o zorlu ortamda hem "babasının kızı" hem
de "babasının annesi" olmuştur.

Hz. Peygamber'le kızı arasındaki
ilişkiler aynı zamanda yaşadıkları toplumun
geleneklerini de yerle bir ediyordu. Bir defa; "Kendisine kız
çocuğu müjdelendiği zaman babaların yüzleri utançtan
simsiyah kesilirken", kız çocuğu oldu diye
dostlarının yüzüne bakamayan babalar gizlice çöle götürüp
bu çocukları diri diri toprağa gömerken Hz. Peygamber kızının
doğum müjdesini alınca sevinçten yüzü aydınlanmış
ve bu müjdeyi dostlarına bizzat kendisi duyurmuştur. Câhiliyede
soy, mutlaka erkek çocuk kanalıyla devam ederken Hz. Peygamber'in
soyu kızı Fâtıma ile devam etmiş ve yüce Allah
câhiliyenin bu geleneğini bizzat Resulullah
aracılığıyla yoketmiştir. Peygamberimizin
oğlu Abdullah da vefat edince câhiliye mensupları "Muhammed'in
soyu kesildi" diye sevinip "o artık ebter, yani soyu
kesiktir" diye Peygamberimizi alaya aldıklarında onu bizzat
yüce Allah savunmuş ve Peygamber'i teselli eden Kevser sûresi
nâzil olmuştur: ''Biz sana kevser'i verdik. O halde namaz kıl,
kurban kes. Senin şanın yücedir. Asıl ebter ise o (sana
ebter diyen)dir." Buradaki "kevser"i İslâm âlimleri
Peygamberimizin hadislerinden yola çıkarak "bol hayır",
"sonsuz", "sayısız ümmet", "çok
sahâbe", "şefaat" anlamlarında tefsir
etmişler, ayrıca "kevser" kelimesiyle Hz. Fâtıma'nın
kastedildiğini de bildirmişlerdir.

Hz. Peygamber kızına o kadâr şefkatli
idi ki onu ellerinden ve yüzünden öperdi. Halbuki o toplumda bir babanın
kızının elinden öpmesi bir yana erkek çocuklar bile
öpülmezdi, ayıptı. "Benim on çocuğum var daha bir
kez öpmüş değilim" diyen insanların
yaşadığı bir toplumda kadını diri diri gömülmekten
eli öpülen bir konuma yükselten de yine Hz. Peygamber'in getirdiği
İslâm'dı.

Rasûlullah kızını anlatırken
"Babasının annesi", "Baban sana fedâ olsun",
"Alemlerin kadınlarının ulusu", "Fâtıma'yı
hoşnut eden beni hoşnut etmiştir, onu kızdıran
beni kızdırmıştır" ve, "Kızım
Fâtıma'yı seven beni sevmiştir, Fâtıma'yı
memnun eden beni memnun etmiştir; Fâtıma'yı üzen beni
üzmüştür. Fâtıma benden bir parçadır, kim onu
incitirse beni incitmiş olur, beni incitense Allah'ı
incitmiştir" buyururdu.

Hz. Fâtıma Mekke döneminin tüm zorluklarına
babasıyla birlikte katlandı ve Hz. Peygamber dâhil
müslümanların tamamına yakını Medine'ye hicret edene
kadar Mekke'den ayrılmadı. Resulullah Kûba'ya ulaştıktan
sonra Hz. Ali, Hz. Ali'nin annesi ve Ümmü Eymen'den oluşan bir
kafileyle Medine'ye hicret etti.

Medine'ye hicret ettikten sonra Hz. Fâtıma'yı
Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve daha başka sahâbîler babasından
istediler. Ancak Peygamberimiz bu istekleri nazikçe geri çeviriyor ve
bekliyordu. Hz. Ali de Fâtıma'ya tâlib oldu ve Peygamberimiz kızının
bu konudaki görüşünü alarak Allah'ın vahiyle izin
vermesinden sonra Ali ile Fâtıma'nın evlenmelerine karar
verildi. Daha sonra nikâhları da Mescid'de kıyıldı.
Mehir olarak Hz. Ali'den dört yüz dirhem gümüşü uygun gören
Efendimiz onun zırhı ve atından başka bir şeyinin
olmadığını öğrenince zırhını
satmasını söyler. Hz. Ali dört yüzseksen dirhem gümüşe
zırhını satar ve bunun dört yüz dirhemi mehir olarak Hz.
Fâtıma'ya verilir. Ancak Fâtıma bu mihri çok bulur; kendisine
en güzel mihrin kıyamet günü İslâm ümmetinin Peygamber'in
şefâatiyle affedilmesi olacağını söyler ve bu konuda
dua eder. Ancak kendisi için ayrılan dört yüz dirhemi düğün
masraflarına harcanmak üzere hibe eder. Nikâh mescidde
Peygamberimizin bir hutbesi ile ilân edilir: "Allah'a hamd... yüce
Allah evlenmeyi bir görev, adalet, ve geniş bir hayır
kılmıştır. Şimdi Allahu Teâlâ bana kızım
Fâtıma'yı Ali b. Ebı Tâlib'e nikahlamamı
buyurmuştur. Ey ashâbım ben de sizi şâhit kılıyorum
ki Ali b. Ebi Talib mevcut gelenek ve Allah'ın emriyle söyleyeceğim
şeyi kabul ederse dörtyüz dirhem gümüş mehirle
kızım Fâtıma'yı kendisine nikâhladım. Yüce
Allah kendilerinin varlıklarını biraraya getirsin ve bunu
kendilerine mübârek kılsın. Rabbim nesillerini temiz,
kendileriyle çocuklarını geniş rahmetinin anahtarı, yüce
hikmetinin kaynağı ve Muhammed ümmetinin güvenlik sebebi kılsın....Rabbimden
kendim ve sizin için mağfiret dilerim." Hz. Ali'nin
şartları kabul etmesi üzerine sâde bir törenle nikâh kıyılır
ve misafirlere bal şerbeti hurma ve gül suyu ikram edilir. Daha
sonra hurma, yağ ve süzülmüş yoğurttan yapılan bir
de düğün yemeği verilir. Yemeğin az olmasına
rağmen yedi yüz misafirin yediği halde Allah'ın
bereketlendirmesi ile yetip artar.

Babasından ayrılıp Hz. Peygamber
mescidine bitişik, zemini toprak eve yerleşirken çeyiz ve ev eşyası
olarak şunları götürmüştü: Üç adet minder, bir halı.
bir yastık iki eldeğirmeni, bir su tulumu, bir su testisi
meşinden bir su bardağı, bir elek, bir havlu, bir koç
postu eski bir kilim, hurma yaprağından örülmüş bir
sedir, iki elbise, uzunlamasına örttüklerinde ayakları
enlemesine örttüklerinde baslarını açıkta bırakan
bir küçük yorgan.

Hz. Peygamber kızını evlendirmekle ondan
kopmadı, ilişkileri azalmadı; yine her sabah onları
namaza kaldırır, bir yolculuğa, sefere çıkacağı
zaman en son vedâlaşacağı kişi Fâtıma olur; döndüğünde
ise hanımlarından önce ona uğrardı. Hz. Peygamber bu
yeni yuvaya çok önem veriyor; İslâm ümmetinin geleceğini bu
yuvanın etkileyeceğini bilerek onları yönlendiriyor, eğitiyordu.
Hz. Ali ve Hz. Fâtıma arasında işbölümünü bizzat
kendisi yapmıştı.

Câhiliye geleneğinde ağır işlerde
ezilen kadınların aksine Hz. Fâtıma sadece evin iç işlerinden,
Hz. Ali de dış işlerinden sorumlu olacaktı.

Müslümanların çektiği
sıkıntılar ve savaşlar bu aileyi de etkiliyor, Hz. Fâtıma
da diğer müslümanlar gibi yarı aç yarı tok
yaşıyordu; Peygamber kızı olmasından dolayı
hiçbir ayrıcalığı yoktu. Hz. Ali'nin ekonomik durumu
genelde iyi olmamasına rağmen Beytü'l-Mal'den haklarından
fazla bir şey almadılar. Hz. Ali ticaret yapıp dünya malı
biriktirme yerine Hz. Peygamber'in kâtipliğini yapıyor,
İslâm ümmeti için ilim biriktiriyordu. Hz. Fâtıma ise avuçları
kabarana kadar un öğütüp kendi işini kendi yapıyordu. Bu
yuvada katı kurallar yoktu; Hz. Ali ev işlerinde Hz. Fâtıma'ya
yardımcı oluyordu. Hz. Fâtıma da Hz. Ali'ye. Fâtıma'nın
ev işlerinde çok yıprandığını gören Hz.
Ali Peygamberimize gelerek bir hizmetçi verip veremeyeceğini
sorduğunda Hz. Peygamber, "Ya Fâtıma, Allah'tan kork;
Rabbinin farzını ifâ et; eşinin hizmetine bak.
Yatağına girdiğinde otuz üç defa tesbih oku, otuz üç
defa hamd et, ve otuz dört defa tekbir getir. Bunların toplamı
yüzdür; bunları okuman senin için daha hayırlı
olacaktır" diyerek bu isteği geri çevirdi; onlar da razı
oldular.

Gerçekte, Fâtıma isteseydi çok lüks bir hayat
sürebilir, bir değil birçok hizmetçisi olurdu. Müslümanlar Hz.
Peygamber'in biricik kızı razı olsun, iyi bir hayat sürsün
diye tüm varlıklarını onun önüne sürebilirlerdi. Ama o
lüksün yerine çileyi seçti; tıpkı İslâm toplumunun diğer
fertleri gibi. Fakirlere kölelere, zayıflara baktı, zenginlere
değil. Hz. Fâtıma annesi Hatîcetü'l-Kübrâ'dan kalan bütün
mirası İslâm yolunda Allah için Resulullah'a vermiş ve
evlendiği zaman sıkıntılarla
karşılaştığında da bunda hiçbir pişmanlık
duymamıştı.

Hz. Fâtıma ve Ali örnek bir İslâm ailesi
oluşturdular. İhtiyaçtan fazlasını elde
tutmadıkları gibi ihtiyaçları olduğu halde muhtaçlara
verdiler, kendileri sabrettiler. Bir elbiseleri olurdu genellikle ve onu
gece yıkayıp gündüz tekrara giyerlerdi. Hatta bir defasında
Hz. Fâtıma babasının yanına üzerinde kısa,
başını örtse ayağı, ayağını
örtse başını açıkta bırakan bir elbise ile çıkmıştı...
Onun kısa yaşantısında gösterişe, giyim
kuşama, eşyaya, leziz yemeklere, ayıracak zamanı
olmadı. Onun ve peygamberin terbiyesinde yetişen diğer
kadınlar gözünde giyim, iffeti koruyacak, tesettürü sağlayacak
bir örtüden ibaretti. Hattâ tesettür farz kılındığı
zaman üstlerine elbise örtmeye bulamayan kadınlar yatak çarşafları
ve perdelerle tesettür emrini yerine getirdiler. Hz. Fâtımâ'nın
evine normal ziyaretlerini yaptığı bir günde Hz. Peygamber
bir köşede nakışlı bir örtü görür, kapıdan
geri döner ve ardından Fâtıma'ya şu ikazı yapar:
"Bir peygambere zevki çeken şeylerle donatılmış
bir eve girmek uygun değildir" Fâtıma o örtüyü derhal
kaldıracak bir daha da bu görüntüleri evine sokmayacaktır.

Hz. Fâtıma ve Ali ailesi cömert bir aile idi.
Oruçlu oldukları bir günün akşamı iftar için hazırladıkları
bir miktar yiyeceği sofraya koymuşken kapıya gelen bir
yoksula verirler ve suyla iftar edip ertesi gün yine oruç tutarlardı..
O akşam bir yetim, üçüncü akşam bir esir gelir ve her
defasında bir parça yiyeceklerini aç oldukları, canları
çektiği halde yoksula, yetime ve esire yedirirler, kendileri de
sadece su ile üç gün oruç tutarlar. Kur'an-ı Kerim'de İnsan
suresinin şu ayetleri bu olay üzerine nâzil oldu "...İyiler
de karışımı kafûr olan bir kadehten içerler; bir
kaynak ki Allah'ın kulları ondan içerler, (İstedikleri
yere de) fışkırtarak akıtırlar.
Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir
günden korkarlar. Yoksula, yetime ve esire sevdikleri yemeği
yedirirler. 'Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz,
sizden karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Çünkü
biz suratsız, çok katı bir gün(ün azâbın)dan ötürü
Rabbimizden korkarız' derler. Allah da onları o günün
şerrinden korumuş onlar(ın yüzlerin)e parlaklık ve (gönüllerine)
sevinç vermiştir..."

Ayrıca Kur'an-ı Kerîm'deki şu âyetler
de Hz. Fâtıma ile ilgilidir: "Ey ehli beyt, Allah ancak sizden
her çeşit pisliği gidermeyi ve sizi tertemiz yapmayı
dilemektedir" (el-Ahzâb, 33/33). (Bu ayet-i kerime Hz. Peygamber,
Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin hakkında indirilmiştir).

Kevser suresinde, "Biz sana kevseri verdik."
ayetindeki "kevser"in anlamı "Fâtıma"dır.
Ayrıca Hz. Peygamber, "Ben, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin
kıyâmet gününde arş'ın altında bir kubbeyiz"
buyurmakta ve "Habibim, deki: 'Ben bu (tebliğimi)
karşı akrabalıkta sevgiden başka bir mükâfat
istemiyorum" (eş-Şûra, 42/23) âyetinde yakınlık
kelimesinin kimler olduğunu soran sahâbîlere Hz. Peygamber şu
cevabı vermiştir: "Ali Fâtıma ve çocuklarıdır."

Veda Haccından dönerken Gadıru Hums denilen
yerde müslümanlara iki şey bıraktığını
bildirdi: Biri Allah'ın kitabı Kur'an, diğeri
ise..."Diğeri de ehl-i beyt'imdir. Ben ehl-i beyt hakkında
sizlere Allah'ı hatırlatırım" Kendisinden sonra
ehl-i beytin başınâ gelecekleri bilen Resulullah bu cümleyi
üç kez tekrarlamıştı ki müslümanlar ehl-i beytine sahip
çıksın, onlara yapılan zulümlere karşı dursun.
Ama Kerbela'da Hüseyin'in başı mızrak ucunda
taşınır, Hz. Zeynep Kûfe sokaklarında esirlerle
birlikte teşhir edilirken Hum mevkiinde Resulullah'ın üç kez
tekrarladığı ehl-i beyt hakkındaki sözleri unutulmuş
veya kılıçların gücü karşısında fayda
vermemişti.

Yine bir gün sofranın basında
oturmuşken Hz. Peygamber ellerini açar: "Ey Rabbim, bunlar
benim ehl-i beytimdir. Hayırlılarım, yakınlarım
ve has kimselerimdir. Bunlardan senin rızana aykırı olan kötülük,
günâh, şek ve şüpheleri, bütün kötülük ve
şeytanın kışkırtmalarını giderip
onları koru. Kötü alışkanlıklardan ve diğer
gizli-açık ayıplardan tam olarak temizle." Hz. Fâtıma
ehl-i beytin içinde ayrıca Rasûlullah'a en sevgili olanıydı.

Hz. Fâtıma'ya Hz. Ali de o derece değer
verirdi ki dönemin şartları gereği müslüman erkekler
birden fazla kadınla evlenmek durumunda kaldıklarında Hz. Fâtıma
da Hz. Ali'nin diğer erkekler gibi başka bir kadınla
evlenmek isteyebileceğini düşünerek, ona eğer evlenmek
isterse bu konuda kendisinden yana bir problemin
olmayacağını söylemiş, ısrar etmiş, Ali ise
Peygamber kızının üzerine herhangi bir kadın
almayı kendisine yakıştıramadığı için
buna yanaşmamıştı. Hz. Fâtıma bizzat babası
Resulullah'a çıkmış ve Ali'nin bir başka kadınla
daha evlenmesi gerektiğini söylemiş ama Rasûlullah kızının
bu isteğini geri çevirmiştir. Hz. Fâtıma İslâm'a
yararlı olacağını varsayarak Hz. Ali'den kendi
üzerine herhangi bir kadını almasını isteyecek
derecede, fedakâr, kendi çıkarını değil ümmetin
geleceğini düşünen bir örnek İslâm kadınıydı.

Hz. Ali ile evliliği vefatına kadar süren
Hz. Fâtıma'nın, Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm ve
Zeyneb adında üçü erkek ikisi kız beş çocuğu oldu.
Resulullah'ın soyu Hasan ve Hüseyin kanalıyla devam etti.
Çocuklarının herbirini İslâm ahlâkı ve üstün
ilimle yetiştiren Hz. Ali ve Fâtıma kendilerinden sonra
İslâm bayrağını dalgalandıracak Hz. Hüseyin ve
Zeynep gibi fertler kazandırdılar ümmete.

Çok sevdiği babasının bu dünyadan ayrılma
vakti geldiğinde babasının başucunda olduğu halde
Resulullah Hz. Fâtıma'nın kulağına bir şeyler söyler.
Bunun üzerine ağlamaya başlayan Fâtıma Resulullah'ın
kulağına eğilip tekrar bir şeyler söylemesiyle ağlamayı
keser ve gülümser. Daha sonra bu olayın nedenini anlatan Fâtıma,
Hz. Peygamber'in, yakalandığı hastalıktan
kurtulamayarak vefât edeceğini söylediğini ve kendini
tutamayarak ağladığını; ancak daha sonra ehl-i
beytinden kendisine ilk kavuşacak kişinin kendisi olduğunu
müjdelediğinde gülümsediğini söyler.

Hz. Fâtıma Hz. Peygamber'in vefatıyla çok
sarsılmış, ancak Resul'ün vefat etmeden önce kendisine
söylediği şu sözler ona moral vermişti: "Ya Fâtıma,
bugünden sonra babana elem yok; ancak peygamber için yaka-yen yırtılmaz,
yüze vurulmaz, senden sonra öleyim gibi sözler söylenmez; yalnız
babanın İbrahim'e dediği gibi 'gözler yaş dökmede,
kalp burkulmada; bu Rabbin gazâbı demiyoruz fakat ey İbrahim,
senin için mahzunuz biz' diyebilirsin."

Babasının vefatından sonra Fâtıma'nın
bir daha yüzünün gülmediği rivâyet edilmektedir. Bu vefat ona
çok ağır gelir ve acı-içli, edebî mersiyeler okur Hz.
Peygamber'in ardından: "...Varsın dünyanın doğu
ve batısında bulunanlar senin vefâtım işitince
ağlasınlar; neye yarar. Ben senin
ayrılığının verdiği üzüntüyle yüzüme
gözyaşlarından resim yaparak geliyorum. Gündüzlerim ise
gecemden farksız. Gönlümde kocaman yaralar hâkim ve canım
yanıyor, ruhum sızlıyor..." ve mersiyeler devam edip
gidiyor.

Fâtıma babasının defniyle
başından sonuna değin ilgilendi. Hatta cenaze suyu
hazırlandığı sırada Resulullah'ın elbisesi
üzerinde olduğu halde gusledilmesini bizzat o hatırlattı.

Daha sonra da sık sık Peygamber'in kabri
basında saatlerce ağlayacak, dua edecek olan Fâtıma,
Peygamber'in vefatından önce kendisine verdiği kavuşma müjdesini
bekleyecekti. Ancak bu, günlük hayattan, ailevî, İslâmî,
ibâdî, analık sorumluluklarından koparamıyordu onu. O
yine hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıyordu.

Fâtıma İslâm toplumuna, Peygamber'in öğretisini
unutmasınlar diye vaazlar veriyordu. Peygamber'in vefatından
sonra Mescid-i Nebevi'de bir hutbe verir ki, bu hutbesi onun hitâbetteki
gücüne en büyük delildir. Zaten onun anlatım tarzı ve söz
söyleyiş stilinin Hz. Peygambere benzediği de kaydedilmektedir.
Bu hutbede hamd ve salâtü selâmdan sonra İslâmi hükümleri bir
bir hatırlatan Fâtıma daha sonra Peygamber'in vefatından
İslâm toplumu etkilenmesin, o tekrar eski hallerine dönme yanlışlığınâ
düşmesinler diye uyarıyordu onları: "...Siz
azlıktınız; dosttan yoksundunuz. O halde tasın dibinde
kalan içilip tüketilecek olan bir yudumluk suydunuz. Ateş dolu bir
çukurun kenarındaydınız. Aç kişinin fırsat gözetmeden,
müddet beklemeden kapıp yutuvereceği bir lokmaydınız.
Yanan ateşten alınmış bir kordunuz.
Yabancıların ayakları altına düşmüş bir
toplumdunuz. Çöldeki çukura dolmuş deve sidiği ve hayvan
pisliğiyle kokuşmuş bir içimlik suydunuz. Yediğiniz,
ağaçların yaprakları ve tabaklanmış keçi
derisinin yağlarıydı. Aşağılık bir hale
düşmüştünüz; adamların ayakları altında
kalmaktan korkuyordunuz ki, Allah'ın salât ona ve soyuna olsun,
Muhammed'in sâyesinde güçlüklerin belasına uğradıktan
sonra Arabın kurtlarına lokma olduktan, kitap ehline tutsak düştükten
sonra kurtuldunuz. Allah sizi bu sıkıntılardan
kurtardı..."

Hz. Fâtıma hastalanıp yatağa düştüğünde
bile İslâmî düzenin korunması için konuşuyordu.
Kendisini ziyarete gelen bir kısım kadına; "...ömrüme
yemin ederim ki bu yaptığınız işler gebedir,
bekleyin. Bundan böyle rahatça oturun; tam inançla gitmeyi bekleyip
durun. Müjde olsun size; kesip biçen kılıç geliyor,
zâlimlerin her yönü kaplayan hükümleri yürüyor. Hakkınızı
çarpıp almadalar, toplumunuzu darmadağın etmedeler. Size
son pişmanlık gelip çatar, nice olur haliniz o zaman; ki,
şimdi görmedikleriniz meydana çıkar..."

Hz. Fâtıma ile Hz. Ebû Bekir arasında Hz.
Peygamber'den miras kalan Fedek arazisi yüzünden ihtilâf çıktı.
Hz. Fâtıma'nın mirasın kendisine verilmesi isteğini
Hz. Ebû Bekir, "Biz miras bırakmayız.
Bıraktığım sadakadır. Ancak Muhammed'in ailesi bu
maldan yer" hadis-i şerifini delil göstererek geri çevirir.
Daha sonra Hz. Ömer bu araziyi Hz. Ali'ye verdi; Hz. Osman ise bu hurmalığı
Hz. Ali'den alarak Nervan'a bağışladı. Muaviye ise bu
araziyi üçe bölüp bir parçasını Hz. Osman'ın
oğluna, bir parçasını Mervan'a diğer parçasını
da oğlu Yezid'e vermiş; arazi ancak Ömer b. Abdülaziz
döneminde gerçek sahiplerinin eline geçebilmiş ve Hz. Fâtıma'nın
torunlarına iâde edilmiştir.

Hz. Fâtıma'nın
hastalığının iyice arttığı bir dönemde
kendisine gelen ziyaretçiler arasında Hz. Ebû Bekir de vardır
ve Fedek arazisi yüzünden aralarında hafif bir
kırgınlık devam etmektedir. Hz. Fâtıma Ebû Bekir'i
kabul eder ve helâlleşirler. Fâtıma misafirlerinden izin
alarak temizlenmek istediğini söyler, onlar ise
şaşırır; çünkü Fâtıma her zaman temizdir,
"Betül"dür; Kadınların özel halleri onda yoktur.
Fatıma temizlenir, kokulanır giyinir ve misafirlerine dönerek;
"Ben öleceğim" ...Ve son vasiyeti: "Ben şimdi
öleceğim. Kimse yıkamasın beni; yıkandım.
Kefenlemesinler beni; çünkü temiz elbiselerimi giydim. Ancak vasiyetim
şu ki, beni kabrime babam Resulullah gibi gece defnetsinler." Bu
sözlerinden sonra temiz örtüsünün üzerine, sağ elini
kafasının altına koyarak yanı üzeri yatar ve kıbleye
döner. Hz. Ali'ye de, "Ya Ali, benim üzerime kimsenin eli değmeden
sen al götür Bakı mezarlığına göm." ...Ve Hz.
Peygamber'in müjdesine kavuşur Fâtıma. Vasiyeti gereği
gece Hz. Ali tarafından defnedildi. (3 Ramazan 1 1/22 Kasım
632). Cenaze namazı Hz. Ali -diğer bir rivâyette ise amcası
Hz. Abbâs- tarafından kıldırılmıştır.
Vasiyeti gereği Hz. Ali'nin gecenin karanlığında
defnettiği yer konusunda da üç değişik rivâyet vardır:
Bakî mezarlığındadır; Akil'in evinin
avlusundadır; amcası Abbas için ileride yapılacak olan türbenin
içindedir.

Fedakar KIZMAZ


Konular