Şamil | Kategoriler | Konular

Takvim

TAKVİM

Kelime olarak "doğrultmak, kıymet verip
değerlendirmek" mânâlarına gelen "takvim",
zaman ve mekân mefhumlarının idraki ile başlar. Bu idrak
ve anlayışın belirmesinde gece - gündüz, yaz - kış
gibi müşahhas devrî hareketlerin temel olduğu bir gerçektir.
Bu sebeple, tarihlendirmede kullanılan yegâne zaman ölçüsü
takvimdir.

Asırları ve asırların çerçevesi
içinde bulunan hadiseleri, meydana geliş sırasına göre sıralayabilmek
için bir başlangıca ihtiyaç vardı. Fakat bu
başlangıç, her toplum için aynı delildi. Çünkü her
toplum ve kavim, kendi siyasî, ekonomik ve dinî hayatında derin
izler bırakan mühim olayları kendileri için bir başlangıç
olarak kabul etmiş ve "şu olaydan şu kadar gün önce
veya sonra" şeklinde bir tarih belirlemeye
başlamıştı. Nitekim İslam tarihinde "Fil
vak'asından şu kadar gün önce" ifadesinin kullanılması,
Arap tarihi için önemli bir hadise olan "Fil Hadisesi"nin bir
tarih ve dolayısıyla takvim başlangıcı
olduğunu gösterir. Keza, eski toplumlar, yeni bir devletin ortaya çıkışını
veya çok büyük bir tabiat olayını takvim
başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Şayet
zamanla bu olaydan daha mühim ve toplumda daha çok tesir meydana getiren
bir hadise cereyan etmişse, o zaman bu yeni hadise tarih
başlangıcı olarak kabul edilirdi (Ahmet Cevdet Paşa,
Takvimu'l-Edvar, İstanbul 1287, 3; Osman Turan, Oniki Hayvanlı Türk
Takvimi, İstanbul 1941, 3). Bunun için tarihte pek çok tarih başlangıcı
ve takvim başları ortaya çıktı. Nitekim, dünyanın
yaratılışı, Sirius yıldızının görünüşü,
Olimpiyat oyunları, Roma'nın kuruluşu, Milâd, Fil Senesi,
Hicret gibi daha nice takvim başlangıçları vardır.
Bununla beraber, bunların büyük bir kısmı unutulmuş,
sadece Hicri ve Miladî takvim, halen günümüz dünyasında geçerli
olarak uygulama sahnesinde bulunmaktadır.

Bilindiği gibi tarih, olayları zaman ve mekân
içinde tesbit ettikten sonra kendisine mal edebilir. Bugün, elimizde
bulunan tarihî eserler, alıştığımız
tarihlere göre tarihlenmiştir. Halbuki geçmişe doğru çıkıldıkça
medeniyetlerin şümûl sahaları daraldığından ve
birbirlerine olan karşılıklı tesirleri
azaldığından değişik toplumlardan bize intikal
eden yazılı belgelerde, farklı takvim sistemleri
kullanılmıştır.

Başlangıçta tarihçiler, sadece milli
tarihleri ile uğraşır, genel dünya tarihi ile kendi savaş,
münasebet ve irtibatları derecesinde ilgilenirlerdi. Olayları
da buna göre değerlendirirlerdi. Bu değerlendirmede de önemli
rol, zaman dolayısıyla takvim başlangıcına düşerdi.
Yazının kullanılmaya başlanması, Roma
İmparatorluğunun ikiye bölünmesi, Batı Roma'nın
yıkılışı, Amerika'nın keşfi,
Fransız ihtilali, İstanbul'un fethi gibi olaylar, Batı dünyası
için önemli birer hadise olarak kabul edilmişlerdi. Bunların
tarih ve takvim başlangıcı olarak kabulü de yine Batı
dünyası için söz konusu olmaktadır. Buna
karşılık İslâm dünyasında Hicrî takvim kullanılmaya
başlanmıştır. Türk dünyasında da İslâm'dan
önce "Oniki Hayvanlı Türk Takvimi" kullanılıyordu.
Türkler, İslâmiyet'i kabul edip bu dinin medeniyet dairesi içine
girdikten sonra Hicrî takvimi kullanmaya başladılar.

Eski topluluklar, takvimde ay senesini
kullanıyorlardı. Güneş yılı ilk defa eski
Mısırlılar tarafından
kullanılmıştır. Mısır'ın bu ilk güneş
takvimi, Milattan önce 45 tarihinde, Roma diktatörü Jul Sezar tarafından
alınmış, böylece "Julien Takvimi" denilen Rumî
Takvim doğmuştu. Bu takvim Milattan sonra 1582 yılında
Papa XIII. Gregoir tarafından ıslah edildi. Böylece, Gregorien
adıyla Batı takvimi (Efrenci Takvim) meydana çıktı.

İslâm dünyasında ikinci halife Ömer (r.a.)
zamanına kadar yazılan yazılara tarih koyma adeti yoktu.
Bir gün bir alacaklı, Halife'ye şaban ayında ödenecek bir
borçlu senedi göstermiş. Halife bunun hangi şaban
olduğunu sorarak, geçtiğimiz senenin şaban ayı
mı, bu senenin şaban ayı mı, yoksa gelecek senenin
saban ayı mu olduğunu öğrenmek istemişti. Keza vali
Ebû Musa'ya birbirini tutmayan iki emir verilmiş. Bunlardan
hangisinin ilk, hangisinin son olduğu bilinememiş. Ebû Musa
durumu halifeye sormuş. Bunun üzerine şura meclisi
toplanmış. Mecliste çeşitli görüşler ortaya
atılmış. Sonunda Hz. Ali'nin teklifi üzerine Hz.
Peygamberin Mekke'den Medine'ye hicreti, tarih ve takvim başı
olarak kabul edilmiştir. Bu olay, hicretin 17. senesinde oldu. Gerçi
hicret, senenin üçüncü ayı olan rebiyülevvelde yapılmıştı.
Halbuki eskiden beri Araplarca muharrem sene başı olarak
biliniyordu. Bu sebeple muharrem ayı, yeni yılın
başı olarak kabul edilmiştir (Ahmed Muhtar Paşa, Islâhu'-tTakvim,
Mısır 1307, 3).

İslâm dünyasında bazı ibadet ve
belirli günler, bu sayede her mevsimde icra edilebiliyordu. Hicrî
takvime göre ay yılı esas alındığından oruç,
hac gibi ibadetler farklı zamanlarda eda edilebiliyordu. Böylece her
otuz beş senede bir, tekrar başa gelme mümkündü .

Müslüman Türk dünyasında Celaleddin
Melikşah zamanında hükümdarın adını
taşıyan "Celalî Takvimi" adıyla yeni bir takvim
yapıldı. Bu takvim de güneş senesine dayanıyordu.
İlkbaharın ilk günü yılbaşı
sayılıyordu. Melikşah devrinde tatbik edilmiş olan bu
takvim Gregorien takviminden daha az hatalı idi.

Osmanlı Devleti'nde Tanzimat'a kadar ay senesi ve
hicret başlangıcı kullanılıyordu. Bilindiği
gibi güneş senesi ay senesinden onbir küsûr gün daha fazlaydı
(Güneş senesi küsuratı ile birlikte 365 gündür. Ay senesi
ise, aylarının 29 veya 30 gün sayılmasından
dolayı 354 gündür). Bunun için ay senesi mal bakımdan bir
devlet için uygun değildi. Bu yüzden Tanzimat döneminde
"Malî sene" adıyla yeni bir sene ihdas edildi (9 Muharrem
1256 = 1 Mart 1256). Bu Malî senenin ilk yılı 1256, ilk günü
de Cumartesi oldu.

Güneş aylarını kullanmaya başlayan
bu malî sene, yine hicret başlangıcına dayanıyordu.
Fakat sene başı olarak Gregorien takviminde olduğu gibi
"ocak" ayını değil, Jülien (Rûm) takvimine
göre "mart" ayını kullanıyordu. Bu sebeple malî
seneye "Rumî yıl" adı verilmişti.

Cumhuriyet Türkiyesi, 26 Aralık 1925 tarihinde
Hz. İsa'nın doğumunu takvim başlangıcı
olarak kabul eden Milat başlangıcına döndü. Yılbaşı
da Gregorien takvimindeki "Ocak" ayı olarak kabul edildi.

Türklerin kullandığı önemli
takvimlerden biri de "Oniki Hayvanlı Türk Takvimi"dir.
İslâm medeniyeti ile karşılaşmadan önce kullanılan
bu takvim, Türk kavimlerinin eski zamanlardan beri en çok kullandıkları
takvim sistemi, devrî on iki hayvanlı takvim sistemidir.
Değişik coğrafi sahalarda yaşayan, birçok medeniyetle
temas kuran Türk halkları, bunu ya müstakil olarak kullanmış
veya yabancı medeniyetlerden gelen takvimlerle mezc ederek
kullanmışlardır. Oniki yıllık daim bir devir
teşkil eden bu takvimin her yılı muayyen bir hayvana nisbet
edilir. Böylece her yıl, nisbet edildiği hayvanın ismini
alır. Bunlar: Sıçan, sığır, pars, tavşan,
ejderha, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek ve domuzdur.

Devreyi teşkil eden hayvanlardan her birinin,
devrederken mensub oldukları yılların mukadderatı
üzerine ve belirli bazı hükümlere müessir olduklarına;
yılların, muhtelif zamanlarında doğan çocukların
karakteri üzerinde de tesiri olduğuna inanılırdı.

Ziya KAZICI


Konular