Şamil | Kategoriler | Konular
Ma'ruf
MA'RÛF
Arapça'da "aklın ve dinin hoş gördüğü şey, ihsan, iyilik" anlamına gelen kelime. Kökü; bilmek, idare etmek, tanımak manasındaki "a-ra-fe" sözcüğüdür. "Örf/Urf" kelimesiyle kökdeş olup aslî manası bakımından da "örf olan şey" demektir.
Kelime, Kur'an-ı Kerim'de 30'a yakın yerde kullanılmıştır. Kullanımın tamamına yakın bir kısmında harfi tarif almış olarak, "el-Ma'ruf" şeklindedir. Anlaşılıyor ki, kullanım sırasında sıradan kimi örf olan şeyler değil, çerçevesi ve içeriği ile belli ve belirgin bir kavram ifade edilmektedir. Bu kavramın mahiyetini Kur'an-ı Kerim, bize, apaçık bir biçimde bildirir. Nitekim;
"Toptan Allahın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size ayetlerini açıklar. Sizden, hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve fenalıktan alıkoyan bir cemaat olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır. Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın. Bir takım yüzlerin ağaracağı ve bir takım yüzlerin kararacağı günde büyük azap onlaradır. Yüzleri kararanlara; İnanmanızdan sonra inkâr eder misiniz; inkârınızdan ötürü tadın azabı" denilecektir. Yüzleri ağaranlar ise, Allah'ın rahmetindedir. Onlar orada temellidirler. İşte bunlar, sana doğru olarak okuduğumuz Allah'ın ayetleridir. Allah hiç kimseye zulmetmek istemez. Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. İşler Allah'a varacaktır. Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, marufu emreden, kötülükten alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiziniz. Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu. İçlerinden inananlar olmakla beraber, çoğu yoldan çıkmıştır" (Âl-i İmrân, 3/103-110).
"(Onlar) ellerindeki Tevrat ve İncil'de yazılı bulacakları ümmî nebi olan O Resul'e uyanlardır. O kendilerine marufu emrediyor, onları kötülükten nehyediyor, onlara temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri de haram kılıyor. Üzerlerindeki ağır yüklerini, sırtlarındaki zincirleri indiriyor. İşte, O'na iman edenler, O'nu tazim edenler, O'na yardım edenler ve O'nunla birlikte indirilen Nur'a tabi olanlar var ya, onlar selâmete erenlerin ta kendileridir" (el-A'raf, 7/157) anlamındaki ayeti kerimeler, birarada alındığında, marufu tanımamıza imkân sağlayıcı bir aydınlık getirmektedir. Buna göre maruf, insanlara peygamberler eliyle getirilen ve her peygamberin gelişiyle birlikte bir bölümü de değişebilen, insanları birleştirici ve ateşten kurtarıcı günlük uygulamalar bütünüdür. Öyle ki, inanmış olmak bile (burada kitap ehli anılarak belirtiliyor), ancak marufa uymak ve onu emretmekle mümkün görünüyor. Gerçekten de, Tevbe suresinin 71 ve 112. ayetlerinde müminlere has davranışlar olarak namaz, zekât, Allah ve Resulüne itaat, tevbe, ibadet, hamd, seyahat, rükû ve secdeyle birlikte marufun emredilmesi ve kötülüğün nehyi de zikredilmekte; Lokman'ın oğluna olan nasihatındaysa, bu uygulama namazla birlikte anılmaktadır (Lokman, 29/17). A'raf suresinin 199. ayetinde kolaylığı tutma ve cahillerden yüz çevirmeyle birlikte anılan marufu emretmek, "Eğer kendilerine yeryüzünde bir iktidar verirsek, onlar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, marufu emreder, kötülükten nehyederler; bütün işler Allah'a dönecektir" (el-Hacc, 22/41) anlamındaki ayette hâkimiyet durumundaki üç temel uygulamadan biri olarak anılacak ölçüde önem taşımaktadır.
Nitekim, Allah'ın Resulü de, İslâm dininin sekiz esası olarak, "Ortak koşmaksızın Allah'a ibadet, namaz, zekât, oruç, hac, marufu emretmek, kötülükten nehyetmek ve cihat "ı sayar (bu, Bezzar rivâyeti olup; Hâkim, sekizinci sırada cihad yerine "ev halkına selâm"ı zikreder) ve bunlardan birini terkedenin dininin bir parçasını terkettiği hüsranda olduğu ve tümünü bırakanın da İslâm'a sırt dönmüş olacağı haberini verir (el-Münzirî, Tergîb ve Terhib, Terc. A. Muhtar Büyükçınar, A. Arpa, D. Pusmaz, A. Yücel İyiliği emir ve kötülükten nehiy bölümü 28 Sayılı Hadis; Tirmizi'de, Birr ve Sıla 13); küçüğümüze şefkat, büyüğümüze saygı göstermeyen, marufu emretmeyen ve kötülükten sakındırmayan bizden değildir" buyurularak, konunun önemi vurgulanır. Marufun emir ve kötülüğün nehy edilmesinin terkinin duaların kabulüne engel olacağı (İbn Mâce, Fiten 20), bunun Yüce Allah'ın ceza göndermesine yol açacağı ve duaların kabulünü önleyeceği (Tirmizi, Fiten, 9) hususları da, yine Peygamberimiz Efendimizin bildirdikleri arasındadır.
Marufun emri ve münkerin nehyi, farzlar arasında zikredilmiş ve özellikle Mu'tezile olaya çok büyük bir önem atfederek, onu, dinin beş esası arasına almıştır. Şu var ki, sünnilikte gerek maruf ve gerekse münkerin şer'an öğretilmiş ve tasrih edilmiş olmasının gerektiğine inanılırken; Mu'tezile, belirleyici öğenin akıl olduğu görüşünde bulunmuş (N. Çağatay, İ A. Çubukçu, İslâm Mezhepleri Tarihi, 112); Şia ise, belirlemenin hem şer'an, hem aklen olabileceği kanaatini öne sürmüştür (Kâşif'ul-Gıta, Caferî Mezhebi, terc. A. Gölpınarlı, 69).
Zübeyr YETİK