Şamil | Kategoriler | Konular

Kefalet

KEFÂLET

Bir şeyi bir şeye katmak ve eklemek. Kefilin
zimmetini, esas borçlu olan kişinin zimmetine mutlak bir
şekilde eklemek demektir. Bu tarifteki mutlak ifadesiyle kefâlet;
şahıs, borç veya belirli bir mal üzerindeki kefâleti
kapsamaktadır. Kefâlet, borcu veya yüklendiği hususu kefilden
isteme hakkı verir, yoksa borç, esas borçludan düşüp de
kefil üzerinde sabit olmaz (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut
1328/1910, VI, 2; İbnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, t.y., V,
389; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, Mısır, t.y., IV, 260).
Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre kefâlet; kefilin
zimmetini, kefil olunanın zimmetine, onun borcunu kendi üzerine
alarak eklemektir. Bu tarife göre, borç, hem esas borçlu, hem de kefil
üzerinde sâbit olmaktadır (İbn Kudâme, el-Muğnî,
Kahire, t.y., IV, 534; eş-Şirbînî, Muğni'l-Muhtâc
Şerhu'l Minhâc, Mısır, t.y., II, 198). Şahıs ve
ya belirli mal üzerindeki kefâletin hak sahibine yalnız "yüklenilen
şeyin ifasını isteme" hakkını verdiği
konusun dâ iki tarif zorunlu olarak birleşmektedir. Borca kefâlette,
borç (deyn) asılın üzerinde devam etmekle birlikte kefilin
zimmetinde sâbit olmaktadır. Alacaklı bunlardan yalnız
birisinden borcu alma hakkına sahip olduğu için, sonuç olarak
borç zimmeti tek kişide toplanmaktadır. Eğer borca kefâlet,
mücerred "isteme hakkı"ndan ibaret olsaydı,
alacağın, kefil öldükten sonra onun terekesinden alınamaması
gerekirdi. Çünkü şahsa kefâlette olduğu gibi, kefilin
ölümü ile, ondan alacağı isteme hakkı düşer, fakat
mirasından alınır (İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 261).

Kefâlet; Kitap, Sünnet ve İcmâ' delillerine
dayanır.

Kur ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
"Rabbi O'na (Meryem'e), Zekeriyya'yı kefil kıldı"
(Alu İmrân, 3/37). Burada, Zekeriyya (a.s)'nın Hz. Meryem'in
bakımını üstlendiği belirtilmektedir. "Bunun
üzerine Hz. Yûsuf'un adamları: Biz hükümdarın su
kabını kaybettik. Bulup getirene bir deve yükü mükâfat var,
dediler. Başkanları da. Ben bu mükâfatın
verileceğine kefilim, dedi" (Yûsuf, 12/72).

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Kefil, üzerine aldığı borcu bizzat yüklenendir"
(Ebû Davud, BUYÛ, 88; Tirmizî, Büyû, 39; Vesâyâ, 5; İbn Mâce,
Sadakât, 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 267, 293). Hz. Peygamber'e namazı
kıldırması için bir cenaze getirilmişti. Miras olarak
bir şey bırakıp bırakmadığını
sordu?. Bir malı olmadığını söylediler. Bir
borcu var mıdır? diye sordu. "Evet iki dinar borcu
var?" denilince; cenaze namazını kıldırmak
istemedi ve "Arkadaşınızın namazını siz
kıldınız" buyurdu. Ebû Katâde'nin; "Ey Allâh'ın
elçisi, bu iki dirhemi ben üzerime alıyorum" demesi üzerine,
Hz. Peygamber onun namazını kıldı (Buhârî,
Havâlât, 3, 6; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 237 vd.).

Diğer yandan İslâm hukukçuları;
insanların ihtiyacı ve borçlunun sıkıntısının
giderilmesi için kefâletin caiz olduğu konusunda görüş
birliği içindedir. Sadece bazı ayrıntılarda görüş
ayrılığı vardır.

İyi niyetle kefil olma, kefile sevap
kazandıran taat kabilinden bir ameldir. Kefil olan kimse Allâhu
Teâlâ'nın yardımını üzerine çeker. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: "Bir kimse mü'min kardeşinin
yardımında bulunduğu sürece, Allahu Teâlâ da o kimsenin
yardımındadır" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 274). Diğer
yandan, insanlar arasında iyilik iyiliği çeker. Karşılıklı
yardımlaşmaya sebep olur. Kur'ân'da şöyle buyurulur:
"iyiliğin karşılığı ancak iyilikten
başka bir şey değildir" (er-Rahmân, 55/60).

Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre kefâletin
rüknü, kefilin teklifi ve alacaklının kabulünden ibarettir.
Çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, kefil olacak
kimsenin "ben kefilim" demesi yeterlidir kabul bir rükün değildir.
Çünkü Rasûlüllah (s.a.s), Ebû Katâde'nin, ölen bir kimsenin
borcunu üstlenmesine karşı çıkmamıştır
(bk. Buhârî, Havâlât, 3, 6). Ancak borçlunun rızasının
gerekmediği konusunda İslâm hukukçuları arasında görüş
birliği vardır. Çünkü başkasının borcunu
izinsiz ödemek caiz olunca, bu borca kefil olmak öncelikle caiz olur. Diğer
yandan iflas etmiş olarak ölen bir kimseye kefâletin geçerli olduğunu,
Ebû Hanîfe dışındaki bütün fakihler kabul ederler
(el-Kâsânı, a.g.e., VI, 2; İbnu'l-Hümâm, a.g.e., V, 390;
İbn Âbidin, a.g.e., IV, 260; eş-Şirazî, el-Mühezzeb, I,
340; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3. baskı, Kahire, t.y., V,
535)

Kefillik şahıs veya mal yahut nakit para borçları
için söz konusu olur. Şahsa kefil olmak onu belirli bir tarihte,
belirli bir yerde hazır bulundurmayı eder. Mal veya paraya
kefillikte ise, asil borçlu mal ya da para horcunu vadesinde ödemezse,
kefil bunları alacaklıya ödemeyi üstlenmiş olur.

Kefillik mutlak ve mukayyed olmak üzere de ikiye ayrılır:

1. Mutlak kefillik: Borcun ödenme şekil ve
vadesinde söz etmeksizin yapılan kefillik sözleşmesidir.
Burada borç peşin ödenecekse, kefillik de başlamış
olur. Borç va'deli ise kefil bu vade sonuna kadar süreye sahip olur.

2. Mukayyed kefillik: Kefillik için bir ay veya bir yıl
gibi sure sınırlaması yoluna gidilebilir. Kefillik süresinin,
asıl borç suresine denk, ondan az vefa süre olması mümkün ve
câizdir. Çünkü borcu istemek alacaklının hakkı olup, o,
kefil ve asil ile dilediği şekilde anlaşma yapabilir.

Kefalet akdi, bir yıl gibi bir süreyle sınırlandırılmış
ise, süre dolmadan borçlu ölse, onun malından ödenmesi gerekli
olur. Kefil için süre devam eder. Bir yıldan önce kefil vefat
ederse, borç, onun malından ödenir hale gelir. Süre, asıl,
borçlu için devam eder. Bu görüş Hanefi, Şâfiî ve
Mâlikilere aittir. Çünkü Hanefîlere ölüm, zimmeti sona erdirir ve
zarurî bazı durumlar dışında insanın ehliyetini
ortadan kaldırır. Hanbelîlerin ibn Kudâme tarafından
tercih edilen bir görüşüne göre, borçlar, ölüm sebebiyle
muacceliyet kazanmaz. Çünkü borç bir vadeye bağlanmışsa,
vade tarihi gelmedikçe talep edilemez (es-Serahsî, el-Mebsût, XX, 28;
el-Kâsânî, a.g.e., V l, 3; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 545).

Bir kimse, bir şahsı belli bir yerde, meselâ
mahkemede hazır bulundurmak üzere bir ay veya üç gün gibi bir
süreyle kefil olsa, caizdir. Bu durumda kefilden kefâlet süresi
geçmedikçe kefili olduğu kimseyi teslim etmesi istenemez.

Şartlı kefâlette, şartın kefâlet
akdinin niteliği ile bağdaşır nitelikte olması
gerekir. "Ali geldiği zaman onun kefiliyim veya Ali bu beldeyi
terkederse onun kefiliyim" demek gibi. Yağmurun
yağması veya rüzgârın esmesi gibi bir şarta
bağlı olan kefâlet, derhal meydana gelir, vade geçersiz olur.
Çünkü bu süreler belirsizdir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 4; İbnü'l-Hümâm,
a.g.e., V, 414; İbn Abidîn, Reddü'lMuhtâr, IV, 277).

Kefâlet akdinin şartları

Bu şartlar; kefil, borçlu veya alacaklı ile
ilgili olmak üzere üç kısına ayrılabilir.

1. Kefille ilgili şartlar: Kefilin
akıllı olması ve büluğ çağına gelmiş
bulunması gerekir. Akıl hastası ve küçük çocukların
kefil olması geçerli değildir. Çünkü kefillik, başkasının
borcunu yüklenme sebebiyle, bir teberru akdidir. Bu yüzden, teberru
ehliyeti bulunmayan kimse kefâlet akdi de yapamaz. Bu konuda görüş
birliği vardır. Sefahat sebebiyle kısıtlı
bulunanlar da kefâlete ehil değildir. Kefâlet malî bir tasarruf
olduğu için kefilin reşid olması gerekir (es-Serahsı,
a.g.e., XX, 8; el-Kâsânı, a.g.e., VI, 5; İbn Âbidîn, a.g.e.,
IV, 262).

2. Borçlu (asil) ile ilgili şartlar:

a. Kefilin, kefâlet konusunu ifaya gücü yetmesi
gerekir. Ebû Hanîfe'ye göre, borcunu ödemeye yetecek mal bırakmaksızın
müflis olarak vefat eden kimsenin borcuna kefâlet geçerli değildir.
Çünkü bu borç dünya hukuku bakımından düşmüştür.
ibrâ ile düşen borçta olduğu gibi, buna da kefalet sahih
olmaz. Ölünün zimmeti ölümle sona ermiştir. Onun zimmetinde borç
devam etmez. Ebû Yûsuf, imam Muhammed ve çoğunluk İslâm
hukukçularına göre, iflâs eden ölünün borcuna kefâlet
geçerlidir. Delil, yukarıda verdiğimiz Ebû Katâde'den
nakledilen hadistir. (bk. Buhârî, Havâlât, 3, 6).

b. Kefilin, borçlunun kimliğini bilmesi gerekir.
Kefil, "İnsanlardan herhangi birisine kefil oldum" gibi
belirsiz tasarrufta bulunsa, kefâlet geçerli olmaz (el-Kâsânî,
a.g.e., VI, 5 vd.; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., V, 419; İbn
Âbidîn, a.g.e., IV, 262, 278).

3. Alacaklıda bulunması gereken şartlar:

a. Alacaklının belirli olması gerekir.
Aksi halde, kefâletten beklenen amaç gerçekleşmez.

b. Alacaklının, akit meclisinde hazır
bulunması gerekir.

c. Alacaklının akıllı olması
gerekir (es-Serahsî, a.g.e., XX, 9; el-Kâsânî a.g.e., VI, 6 vd.;
İbnü'l Hümam, a.g.e., V, 417; İbnü'l-Arabî,
Ahkâmî'l-Kur'ân, III, 1085; ibn Kudâme, a.g.e., V, 535 vd.).

4. Kefâletin konusu ile ilgili şartlar:

a. Kefâlet konusunun borçlu adına yüklenilmiş
olması şarttır. Konunun borç, belirli bir mal,
şahıs veya bir eylem olması mümkündür.

b. Akdin konusunun, kefil tarafından if asına
guç yetirilmesi gerekir. Bu yüzden had ve kısas cezalan için
kefâlet geçerli değildir.

c. Borcun, sahih ve lazım olması gerekir. Bu
borç, ancak ibrâ veya edâ ile düşer. Bu şart, malla ilgili
kefalete âittir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 9; İbnu'l-Hümâm,
a.g.e., V, 402 vd.; ibn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, l l. 294; ibn
Kudâme, a.g.e, l V, 536 539, 557; es-Serahsî, a.g.e, XX, 50).

Kefâletin hükümleri

Kefilin, asile rucû etme hakkı vardır. Kefâlet,
borç üzerinde ise, kefil, ödemek zorunda kaldığı borcu
asıl borçludan talep eder. Kefil iki kişi olursa,-borç
onlardan yarı yarıya tahsil edilir. Daha sonra bu kefiller, bunu
asıl borçludan isterler. Alacaklı, alacağını
asıl borçludan veya kefilden dilediğini tercih ederek isteme
hakkına sahiptir.

Kefil, borcu ödemeden önce, asıl borçludan
isteyemez (es-Serahsî, a.g.e, XIX, 162; el-Kâsânî, a.g.e, VI, 10 vd.;
İbnü'l-Hümâm, a.g.e, V, 391, 403; eş-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî
ve Edilletüh, Dımaşk 1404/1984, V, 148, vd.)

Kefâletin sona ermesi

Mal ile ilgili kefâlet iki durumda sona erer.

1. Borcun alacaklıya ödenmesi. Bu ödeme ister asıl
borçlu, isterse kefil tarafından yapılsın kefâlet akdini
sona erdirir. Yine, alacaklı alacağını kefile veya
asile hibe etse kefâlet ilişkisi sona erer. Çünkü hibe, edâ
yerindedir. Kefile veya asile borcu tasadduk etmek hibenin benzeridir.
Alacaklı vefat eder ve borçlu yahut kefil, ona mirasçı olursa
yine kefâlet akdi sona erer. Çünkü mirasla onun zimmetinde bulunan
şeylere de mâlik olunmuştur.

2. İbrâ ve bu anlamda olan tasarruflar:

Alacaklı, kefili veya asili borçtan ibrâ etse
kefâlet sona erer. Ancak, yalnız kefili veya yalnız asili ibrâ
etmesi, diğerini de ibrâ etmesi anlamına gelmez. Kefilin borçtan
ibrâsı, yalnız borcun ondan istenmesi hakkını düşürür,
fakat borcun aslını ortadan kaldırmaz. Ancak alacaklı
borcun ödendiğini ikrar ve itiraf ederse, kefil de, asil de borçtan
kurtulmuş olur.

Kefâlet sulh yoluyla da sona erebilir. Kefil, alacaklı
ile iddia konusu borcun bir bölümü üzerinde anlaşsalar, iki
durumda kefil ve asil birlikte borçtan kurtulmuş olurlar. Kefil ya;
"Ben ve borçlu, ikimiz de geri kalan borçtan beriyiz" der veya
mutlak ibrâ anlamında, alacaklı ile belli bir rakam üzerinde
anlaşma yapılmış olabilir (Es-Serahsî, a.g.e., XX,
58, 91; el-Kâsâni, a.g.e., VI, 11 vd; İbnü'l-Hümam, a.g.e., V,
412)

Şahıs üzerindeki kefâlet üç durumda sona
erer:

1. Kefil olunan şahsın teslim edilmesi: Bu,
daha çok, bir tutukluyu veya tutuklanmayı gerektirecek bir suçla
itham edilen kimseyi, duruşma için mahkemede hazır bulundurmak
amacıyla yapılan bir kefâlet sözleşmesidir. Sanık,
kefili tarafından belirtilen tarihte mahkemede hazır
bulundurulunca akit sona erer. Mahkemenin bulunmadığı bir
beldede, sanığı karakola teslim etmekle kefil görevini
tamamlamış sayılmaz. Eğer, mahkeme bulunan
şehirde, çarsı veya pazarda sanık teslim edilmiş
olursa, kefâlet akdi sona erer. Çünkü, burada sanığı
yargılama imkânı vardır. Kefil, sanığı
kararlaştırılan şehirden başka bir şehirde
teslim etse, Ebû Hanîfe'ye göre, yargılama imkânı
doğduğu için kefâlet akdi sona erer. Ebû Yûsuf ve İmam
Muhammed'e göre ise, belirlenen şehirde teslim etmedikçe, kefâlet
sona ermez. Devlet başkanı yerine, hâkime teslim etmek
kefâleti sona erdirir.

2. İbra: Hak sahibi, kefili, şahsa kefâletten
beri kılınca, kefâlet akdi sona erer. Bu durumda sanık
(asil) yükümlülükten kurtulmuş olmaz. Ancak, hak sahibi asile
karşı, hakkından vazgeçerse, kefil ve asil birlikte
yükümlülükten kurtulmuş olurlar.

3. Şahsa kefil olan kimsenin ölümü: Kefâlet
konusu olan şahıs ölünce, kefil, kefâletten kurtulur.
Çünkü artık onu belirlenen yerde bulundurmaya gücü yetmez.
Kefil, öldüğü zaman da kefâlet akdi sona erer. Çünkü bu
durumda da, onun kefil olduğu kimseyi hazır bulundurma imkânı
yoktur. Onun mirası borca da kefâletin aksine bu görevi ifaya
elverişli değildir.

Lehine kefil olunan şahsın ölümüyle, sahsa
kefâlet sona ermez. Nitekim mala kefâlette de, alacaklının
ölümüyle kefâlet sona ermiş olmaz. Çünkü kefilin, görevini
ifaya gücü yetmektedir Bu durumda vasî veya vârisler, alacağı
istemede, vefat edenin yerine geçerler (es-Serahsî, a.g.e., XIX, 166,
175; el-Kâsânî, a.g e., VI, 12 vd.; İbnü'l-Hümam, a.g.e., V, 393
vd.; el-Meydânî, el-Lübâb fî Şerhi'l-Kitab, İstanbul t y,
II, 153).

Belirli bir malın tazminine yönelik olan kefâlet
akdi iki durumda sona erer:

Kefil olunan mal, mevcutsa bunun hak sahibine teslimi,
malın helâk olması hâlinde ise mislini veya kıymetini
verme durumunda kefâlet akdi sona erer. Hak sahibinin kefili kefâletten
ibrâ etmesi hâlinde de akit sona erer. Çünkü kefil isteme, alacaklının
hakkıdır Borçta olduğu gibi, onun düşürmesiyle
kefillik de düşmüş olur (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 13).

Kefilin ödediği borç için asile rucû etmesi
için şu şartların bulunması gerekir:

1. Kefâletin borçlunun izniyle olması. Borçlu
olan bir kimse, borcu için birisine kefil olma izni vermemişse,
başkasının onun adına yapacağı ödeme
teberru niteliğinde olur. Eğer teberruda bulunan kefilin
asıl borçluya rucû hakkı olsaydı, Hz. Peygamber'in, borçlu
olarak ölen sahabenin namazını, Ebû Katade'nin tazmini
sebebiyle kılmaması gerekirdi. Bu, Hanefi ve Şâfiîlerin
görüşüdür. Mâlik ve bir rivâyette Ahmed b. Hanbel'e göre,
ödemenin kendisi için ödeme yapılanın izniyle olması
şart değildir. Çünkü bu, onun yükümlülükten kurtaran bir
ödemedir. Bu, borçlunun ödemeden kaçınması hâlinde,
hâkimin onun adına ödeme yapması gibidir

2. Ödemenin asıl borçlu adına
yapılması. Kefil, temelde borçlunun borcunu yüklenir. Eğer
borçlu tazmini kendisine izafe etmezse, kefille kendi arasında
kuruları "karz akdi" gerçekleşmez. Çünkü kefâlet,
borçluya göre ödünç para istemekten (istikraz), kefile göre ise
ödeme yaptığı takdirde, borçluya ödünç para vermekten
(ikraz) ibarettir. Kefil ödeme konusunda borçlunun naibi (vekili)
durumundadır (es-Serahsî, a.g.e., XIX, 178; el-Kâsânî, a.g.e.,
VI, 13 vd.; İbnü'l Hümâm, a.g.e., V, 408 vd.; es-Şirâzî,
a.g.e., I. 341; İbn Kudâme, a.g.e., IV, 449 vd.).

Kefilin asile rucû etmesi:

Hanefilere göre, kefil asile, onun adına ödediği
meblağı ile değil, tazmin etmeyi üstlendiği miktar
ile rucû eder. Çünkü o, borcu ödemekle asıl borçlunun
zimmetindeki borca sahip olmuş bulunur. Kısaca, kefil,
alacaklıya borcu başka cins paradan ödeyen kimseye borç yerine
başka bir mal verse, asıl borçludan kefil olduğu
miktarı taleb edebilir. Bir borcu vekil sıfatıyla ödeyen
kimse ise, müvekkile ödediği şeyin cins ve miktarı ile
rucû eder. Çünkü vekil, edâ ile borca mâlik olmuş
sayılmaz. Belki, ödediği meblağı müvekkile ödünç
(karz) olarak vermiş sayılır. Bu yüzden borçluya,
ödünç verdiği şeyle rucû eder.

Ancak kefil sulh yoluyla borcun bir bölümünü ödemiş
olursa, artık borçludan borcun tümünü değil, ödediği
kadarını isteyebilir. Çünkü o, bu durumda bir bölümünü
ödemekle tüm borca mâlik olmuş sayılmaz. Kefili borcun bir bölümünü
sulh yoluyla düşmesinin, temlik sayılması halinde, kefilin
ödediği ile borcun tamamı arasındaki fark faiz
işlemine girer.

Şafiî ve Malikîlere göre, kefil borçluya
fiilen ödemek zorunda kaldığı miktarla rucû eder. Borcun
bir bölümü üzerinde sulh veya ibrâ halinde de, kefil ödediği
kadarıyla rucû eder Hanbelilere göre ise kefil, asil borçla,
fiilen ödediğinden hangisi azsa, onunla asile rucû eder. Çünkü,
eğer borç, ödenenden azsa fazlalık teberru
niteliğindedir. Ödenen azsa o, ödediği kadarıyla rucû
edecektir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 14-15; el-Meydânî, a.g.e., II, 157;
ibn Kudâme, a.g.e., IV, 551: ez-Zühaylî, a.g.e., V, 159-160)

Bir kimse, alıcı için satıcının
sattığı mala, helâk olursa parasını yahut
kıymetini vermek yahut rehin veren için, rehin alan kimseden dolayı
rehin verilen mal helâk olursa, parasını yahut kıymetini
vermek üzere kefil olursa, sahih olmaz. Çünkü satılan,
satıcının elinde iken helâk olsa, alıcıdan bir
şey alamaz. Rehin alanın yanındaki rehin helâk olsa, rehin
alana bir şey lâzım gelmez. Buna göre, helâk olduğunda
ödenmesi gerekmeyen mallara, kefil olmak geçerli değildir.

Bunun gibi, emânetlere, âriyetlere, kiralanan
şeylere ve ortak mallara kefil olmak caiz değildir. Çünkü
bunlar helâk olduğu takdirde ödenmeleri gerekmez. Ancak, satılan
malın, alıcıya; rehin verilen malın, rehin verene;
kiralanan malın kiracıya; satılan malın,
parasının satıcıya teslim edilmesine kefil olmak mümkün
ve câizdir (İbrahim Halebî, Şerh Mehmed Mevkûfâtî,
Mültekâ Tercemesi, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1980, II, 87).

Kefâlet için bir ücret istemenin hükmü:

Kefâlet, bir teberru akdi ve kefilin kendisi sebebiyle
sevap kazanacağı bir taattır. Çünkü bu, hayırda
yardımlaşmadır. Diğer yandan kefil ödemek zorunda
kalacağı şeyle, asile rucû eder. Bunun bir bedel talep
edilmeksizin Allah rızası için ve karşılığı
âhirette beklenmek üzere yapılması en güzelidir. Şüpheden
uzak olan şekli de budur. Ancak alacaklı, kefilin ödemede
bulunarak kendisine yaptığı iyiliğe bir
karşılık olmak üzere, ona hibe veya hediye olarak bir
şeyler verse bu câiz olur. Diğer yandan kefil, kefâletine bir
karşılık veya belli bir ücret şart koşsa, kefil
göstermek zorunda olan borçlu, meccânen kefil olacak birisini bulamazsa
zarûret veya ihtiyaç sebebiyle ücret karşılığı
kefâlet caiz olur. Günümüzde pek çok ticarî yatırımlarda
ve taahhüt işlerinde istenen "teminat mektubu" da zaruret
hâlinde bu gruba girebilir. Bu görüş İslâm hukukçularına
göre şu esasa dayanır:

Kur'ân-ı Kerim öğretilmesi; imamlık, müezzinlik
ve müftülük gibi, insanı Allah'a yaklaştıran bazı
ibadet ve taatlerin ifası karşılığında
ücret vermek, ihtiyaç sebebiyle caiz görülmüştür. Diğer
yandan, hakkı hâkim kılmak, zulmü kaldırmak veya bir
beldeden düşmanın zarar veya tehlikesini bertaraf etmek için
düşmana rüşvet yoluyla bir şeyler verilmesinde de bir
sakınca görülmemiştir. (ez-Zühaylî, a.g.e., V, 161; Ö.
Nasuhi Bilmen, Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu,
İstanbul 1970, VI, 281 vd.).

Sonuç olarak kefâletin aslının teberru
niteliğinde olduğu ve kefile karz-ı hasen sevabı
kazandırdığı dikkate alınarak, bunun bir
karşılık beklemeksizin yapılması gerekir. Ancak
bir beldede, menfaat karşılığı
olmaksızın kefil bulunamaz hale gelmişse, zarûret ve
ihtiyaç hallerinde ücret karşılığı kefâlete
bâşvurulabilir. Nitekim, Hanefîlerde Kur'ân öğretimi,
imamlık ve müezzinlik gibi taatler önceleri ücret veya maaş
almaksızın yürütülürken, bunu meccânen yapanların
kalmayışı, aksi halde bu hizmetlerin büyük ihmallere uğrayacağının
anlaşılması üzerine bunları yapanlara ücret
verilebileceğine fetvâ verilmiştir. Böylece Hz. Peygamber
devrinde yapılmayan bir iş, şartların
değişmesiyle sonraki müctehidler tarafından yeni
şartlara göre değerlendirilmiş, toplumun ve İslâm'ın
maslahatı için bu yola gidilmiştir.

Hamdi DÖNDÜREN


Konular