Şamil | Kategoriler | Konular

Efsane

EFSÂNE



Masal, geçmişlerin tuhaf ve şaşılacak hikâyeleri, baştan geçen şeyler mânâlarına geldiği gibi, meşhur ve belli olmuş haberler de demektir. Farsça olup fesâne* şeklinde de söylenir.

Efsâne kelimesi Araplarda Esâtîru'l-evvelîn, Türk'lerde masal, Yunanlılarda misus, Fransız'larda mit ifadelerini karşılamaktadır. Bunlar, eski kahramanlık hikâyeleri, evvel zaman haberleri, destanları olarak mülâhaza edilmiş ve uydurma hurâfeler mânâsında kullanılmıştır. Buna sebep de, önceki toplumların tarihinin önce ağızlarda en çok dolasan sözler olarak satıra geçmiş olması ve sonra da satırdan satıra geçerken birçok değişikliklere uğramış bulunmasıdır.

Yunanlılar, masallar, tarihî efsaneler yazmayı bir edebî sanat saymışlar ve bu suretle birçok mâbudlar ve eski kahramanlık hikâyeleri vücuda getirmişlerdir. Fransızlar bu ilme mitoloji derler ve bundan en ziyade Hind, İran, Yunan, Lâtin, Cermen, Slav ve Selt milletlerinin ilk masallarını kastederek bahse konu ederler. Bu masalları ilk insanların duygu, düşünce, tefekkür, güç ve bilgilerini anlamak için delil ve ilmin ilk kaynağı sayarlar ve tarih, felsefe ve dinler bunlardan çıkmıştır derler. Bu nedenle mitoloji'ye felsefe ve dinler tarihi'nde mühim bir yer verirler. Böyle demek; tarih, felsefe, ilim ve din, masal ve efsâneden ibarettir anlamına gelmez. Fakat birçokları bundan tarihin, felsefenin, ilmin ve özellikle dinin bir efsâne demek olduğu vehmine kapılarak yeni yeni masallar uydurmakla; yeni tarihler, yeni felsefeler, yeni dinler, yeni ilimler icat ve keşfedilebileceği iddiasına düşmüşler, Hak Din'in bir hakikat olduğunu, hayallerin, masalların bile bir hakikatın yansıması ve inhirâfı demek olduğunu anlayamamışlardır. Bunlar, hak ve bâtılı ayırmayarak bütün dinlere "Esâtırü'l evvelin", efsâne ve hurâfeler derler ve böyledir diye de mücâdele ederler. Bu da kalplerinin hurâfe ve uyduruk şeylerle dolu olmasından ve bu engeller içinde hakkı anlama kabiliyetini kaybetmiş bulunmalarından doğmaktadır. Bunların uzantıları olan Mekke'li müşrikler de Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatarak, "O bir ilâhi vahiy, bir kitâb-ı hak değil; aksine, ilham kaynağı eskiden yazılmış olan mestûrat ve mektûbattan ibarettir; Muhammed bunu eski kitaplardan alıp yazdırıyor. Binâenaleyh bu bir mûcize değildir; hatta bunda yeni bir hakikat olmadıktan başka hiçbir hakikat da yoktur. Zira bu, sadece esâtîr (efsâne) değil, esâtîr-i evvelinden, esâtîr-i evvelîn gibi hakikatte manası olmayan boş satırlardan, yalan hurâfelerden, masallardan ibarettir. O bunları yazdırıp yazdırıp söylüyor" diye bir târiz de yapıyorlardı. Kalplerinin bozukluğundan dolayı en güzel kelâm olan kelâm-ı hak ile esâtîr-i evvelini ve hurâfeleri ayırıp temyiz edemeyecek bir halde bulunuyorlardı. Bugün de Kur'ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed (s.a.s)'e dil uzatanlar bunların öğrencileridir.

Onlar, Kur'ân-ı Kerîm'in eskilere âit bir efsâne (İranlıların Rüstem ve İsfendiyar'a ait efsaneleri gibi) olmadığını yakînen bilmekte idiler... Ve eğer insanları Kur'ân-ı Kerîm'i dinlemeye bıraksalardı; onların "bu öncekilerin masallarından başka birşey değildir" yolundaki iddiaları bir mânâ taşımayacaktı. Kureyş büyükleri, taraflarına Kur'ân-ı Kerîm'in tesir edeceğinden korktukları gibi, bizzat kendilerine de müessir olacağından endişeleniyorlardı. Ahnes b. Şürayk, Ebû Süfyân, Amr b. Hişâm'ın; Kur'ân-ı Kerîm'in cazibesine mukavemet ettikleri halde, gizliden gizliye onu dinledikleri ve dinlemekten kendilerini alamadıkları tarihin meşhur hakikatlerindendir.

Bir efsâne, çoğu zaman, halk veya folklar hikâyelerini konu almakla beraber, bir hikâyeci veya bir şâirin, zamanının tasavvuruna veya kendi hayal gücüne dayanarak meydana getirdiği orijinal bir masal da olabilir. Efsâneler sanatlı bir anlatıma sahip olmayışlarıyla destandan ayrılırlar. Türleri bakımından şu gruplarda toplanırlar: 1- Dünyanın yaratılışını, varlıklarının zuhurunu ve şekil değiştirmesini anlatanlar; 2- Tarihî efsâneler. Şehirlerin tarihini, büyük şahısların hayal ve sevdalarını anlatanlar; 3- Olağanüstü varlıklarla ilgili efsâneler, Kader, ölüm ve cin ile perilerden bahsedenler; 4- Dinî efsâneler, din inanışlarına yer veren efsânelerdir.

Müzikte efsâneler iki şekil altında belirir. 1- Tek çalgı için parçalar; 2-Dramatik eserler.

Büyük ve ünlü manasına gelmek üzere bu kelimeden "efsânevî" kelimesi kullanılır.

Aşıklardan Nuri Efendi;

"Efsâne sen söyleme-Hor olursun indallah,

Nazar eyle Kur'ân'a-Kendine gel hey kendine" demekle efsâneyi boş söz olarak değerlendirir.

Hasan Fehmi KUMANLIOĞLU


Konular