Şamil | Kategoriler | Konular
Eda
EDA
Ödeme, yerine getirme, ifa, tarz ve üslûp; soğuk davranış, kurum ve kibir, naz ve işve.
"Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim ermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder" (en-Nisa, 4/58), "Eğer yolculukta olup kâtip bulamazsanız, alınan rehin yeter. Şayet birbirinize güvenirseniz güvenilen kimse borcunu ödesin" (el-Bakara, 2/283), "Katil, öldürülenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine (örfe uyarak ve bağışlayana) güzellikle diyet ödemesi gerekir'' (el-Bakara, 2/187) âyetlerinde geçen "teslim etme" ve "ödeme" sözleri, Kur'ân-ı Kerim'de hep "edâ" lâfzıyla ifade edilmiştir.
Fıkıh ıstılâhı olarak; emir ile farz olmuş bir şeyin bizzat kendisini, müstahak olana teslim etmektir. Meselâ muayyen vâkitte kılınması emrolunan bir namazı o vakitte, (istenildiği şekilde) kılmak bir "edâ"dır. Gasbedilmiş bir malı, aynen sahibine iâde etmek de bir "edâ"dır (Ö.Nasuhî Bilmen, Istılâhâtı Fıkhiyye Kamusu, 1, 32).
Üç türlü "edâ" vardır: Kâmil edâ, nâfiz edâ, kazâya şebih edâ...
Kâmil edâ: Emredilen şeyi, her türlü meşrû sıfatlarıyla birlikte tam, eksiksiz ve en iyi şekilde yerine getirmektir. Namazı cemaatle kılmak, gasbedilmiş bir malı sahibine aynen geri vermek gibi...
Nâfiz edâ: Buna geçerli edâ diyebiliriz. Emredilen şeyi, vasıflarının bazısıyla teslim etmek, yerine getirmektir. Yalnız olarak namaz kılmak, mutlak bey' (satış) ile satılan bir malı ayıplı iken müşteriye teslim etmek gibi...
Kazâya şebih (kazâya benzeyen) edâ: Namazın başlangıcında imama yetişmiş iken, abdesti bozularak, imamın namazı bitirmesinden sonra yalnız başına namazını tamamlayan kimsenin fiili gibi. Başkasına ait bir malı satıp daha sonra o malı, sahibinden alarak müşteriye teslim etmek de kazâya benzeyen edâdır.
Edâ ile kâzâ, icrâ, ifâ, infâz, te'diye ve tesviye arasında benzerlik olmakla birlikte, bazı farklar da vardır. Edâ, ayn; vâcibi (vacibin bizzat kendisini) vaktinde ödemek olduğu halde kazâ, vâcibi vaktinin dışında başka bir zamanda ödemek; icrâ, kararlaştırılmış bir şeyi, tatbik sahasına koymak; îfa, vazifeden sayılan birşeyi yapmak; infâz, bir hükmü icrâ etmek; te'diye, nakit olarak vermek; tesviye, düzeltmek, gidermek demektir.
Edâ, ehliyet ile birlikte "edâ ehliyeti" şeklinde bir isim tamlaması halinde kullanılırsa, fıkıh usûlü'nde şöyle bir anlam kazanır:
Yükümlünün, sözlerinin ve fiillerinin şer'an mûteber sayılma salâhiyetidir. Öyle ki, ondan bir akit veya tasarruf çıktığı zamân o, şer'an mûteber olur ve üzerine gerekli hükümleri terettüp eder. Namaz kılarsa, oruç tutarsa, hacca giderse veya herhangi bir farzı yaparsa şer'an mûteber olur ve üzerinden farz düşer. Bir kimsenin malına, canına veya ırzına karşı bir suç işlerse sorumlu tutulur. Beden veya mal bakımından cezalandırılır (Dr. Abdulvahap Hallaf, İslâm Hukuk Felsefesi Çev: Hüseyin Atay, 321).
Halid ERBOĞA