Şamil | Kategoriler | Konular

Münafikun suresi

MÜNÂFİKÛN SÛRESİ

Kur'an-ı Kerim'in altmış üçüncü
sûresi. On bir âyet, yüz seksen kelime ve yedi yüz yetmiş
altı harften ibarettir. Fasılâsı nun harfidir. Medenî
sûrelerden olup, Hac sûresinden sonra nâzil olmuştur. İlk
âyetinden itibaren münâfıklardan bahsettiği için bu adı
almıştır. Münafık kalben inanmadığı
halde, çeşitli sebeblerden dolayı inanmış görünerek
mü'minlere zarar vermeye çalışan kimselere verilen isimdir.

Medine'de inen sûrelerde, münâfıkların
durumu sürekli olarak ele alınmış, hilelerinden söz
edilmiştir. Ancak, mustakil olarak, münâfıkların durumu
her yönüyle yalnızca bu sûrede işlenmektedir. Bakara sûresinde,
muttakiler, kâfirler ve münâfıkların hallerinden
bahsedilmişti. Muttaki ve kâfirlerin sıfatlarıyla alâkalı
konular, Saf ve Cuma sûrelerinde genişçe işlenmişti. Münâfıkûn
sûresi ise, Bakara sûresinde münâfıklardan bahseden âyetlerin
tafsili ve tamamlayıcısı durumundadır.

İslâm toplumu içerisinde münâfıklık,
Medine döneminde ortaya çıkmıştır. Bunun sebebi
gayet açıktır; Mekke döneminde müslümanlar azınlıkta
olan ve sürekli ezilen bir topluluk olduğu için, kimsenin onlardan
çekinmesi veya onlara hoş görünmeye çalışması diye
bir şey sözkonusu değildir. Bunun için, İslâm düşmanları
gizlice düşmanların aleyhine çalışıp, yüzlerine
karşı gösteriş yaparak kendilerini müslüman göstermek
ihtiyacında değillerdi.

Medine de ise durum tamamen değişikti.
İslâm Medine'de güçlü bir konuma gelmişti. Hz. Peygamber,
Medine'ye gelir gelmez, Medine şehir devletinin tabiî başkanı
kabul edilmiş ve bütün işler onun emirlerine göre
düzenlenmeye başlanmıştı. Müslümanlar, gün
geçtikçe kuvvetlenen siyâsî ve askerî bir güç olmuştu.
İslâm dairesi gazalarla her gün biraz daha genişliyor, müslümanlar
sürekli güçleniyordu. Bu durumda, Medine'de hiç kimsenin açıkça
müslümanların karşısına çıkacak gücü yoktu.
Putperestlik duyguları içerisinde kıvrananlar, kalplerinde kin
ve nefret ateşiyle tutuşanlar ortaya çıktıkları
ah imha edileceklerini bildikleri için, Hz. Peygamber'in davetine ve
nüfûzuna karşı çıkamıyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s)'e
hoş görünüp, dinin icaplarını zahiren yerine getirerek,
müslümanlarla yardımlaşmaktan başka bir çareleri yoktu.

Bunun için oyunlarını, hilelerini,
desiselerini aldatıcı bir uslûbla yürütüyor, tuzaklarını
kurmak için, uygun fırsatları gözetliyorlardı. Bu münâfıklar,
müslümanların sıkışık oldukları
durumlarda, kritik anlarda, hemen harekete geçerek çıkan
fırsatları değerlendirmeye çalışıyorlardı.
Fakat onların İslâm'a karşı
hazırladıkları komploların hiç birisi, Hz.
Peygamber'in gözünden kaçmıyordu. Muhâcir ve Ensar'dan meydana
gelen samimi müslümanlar da bu kimselerin durumlarının
farkında idiler.

Münâfıklar çok etkili olabileceklerini
kestirdikleri ban durumlarda küfür ve nifâklarını alenî
olarak açığa vurmaktan çekinmiyor, hile ve oyunlarıyla
isteklerini gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Bu
oyunları Medine'ye Hicret'in ilk zamanlarında çok tehlikeli bir
mahiyet arzetmekte idi.

İslâm ile küfür arasındaki mücadele kıyamete
kadar devam edecektir. Kâfirlerin, müslümanları yok etmek, dini
yeryüzünden kaldırmak için verdikleri mücadelenin yöntemlerinden
birisi de, nifaktır. İslâm itikadını içten yıkıp,
ümmeti birbirine düşürerek parçalamak için, müslümanların
arasına, satın aldıkları uşakları
vasıtasıyla girerek faaliyet göstermektedirler. Günümüzde
bile bu tür nifak olayları, Asr-ı Saâdet'ten hiç de geri değildir.
Niceleri vardır ki, âlim kılığına girerek,
İslam'ı tebliğ ediyor görüntüsü altında dinin
temellerini tahrib etmeğe çalışmaktadır.

İşte Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de, münafıkların
yaptıkları rezaletleri, bir bir ortaya koyarak hareket ve
tavırlarının mahiyetini inananlara haber veriyor. Münâfıkların
şeytâni oyunları ve hileleri için mü'minler, uyarılarak,
onlara karşı uyanık olmaya çağrılıyor.

Münâfıkların en bariz özelliği iki yüzlü
olmalarıdır. Gerçek yüzlerini sürekli olarak gizlemeye azamî
gayret gösterirler. Onların bu durumu Kur'ân-ı Kerim'de şöyle
açıklanır: "İman edenlerle
karşılaştıkları zaman; "İman
ettik" derler. Şeytanlarıyla baş'başa
kalınca da; "Şüphesiz biz sizinle beraberiz. Onlarla
sadece alay ediyoruz" derler" (el-Bakara, 2/14).

Sûre, ilk âyetine münafıkların çalışma
metodunu anlatarak başlıyor. Onlar küfürlerini kalplerinde
gizler, müslüman olduklarını, Peygamber'i tasdik ettiklerini söylerler.
Müslümanlara karşı yaptıklan hile ve oyunlarında bir
açık verdikleri veya İslâm'a karşı söyledikleri
kötü sözleri duyulduğu zaman, hemen yemin ederek küfürlerinin
açığa çıkmasını önlemeye çalışırlar.
Yemin, insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için arkasına
saklandıkları bir siperdir. Onun arkasına saklanarak
hilelerinin açığa çıkıp rezil olmaktan
kurtulacaklarını sanırlar. Allah Teâlâ, bu durumlarını
Peygamberine hitaben şöyle açıklıyor: "Münâfıklar
sana geldikleri zaman "Biz şehâdet ederiz ki sen mutlaka Allah'ın
rasulüsün"derler. Ve Allah da bilir ki elbette sen, O'nun
peygamberisin. Ve Allah şehadet eder ki, münâfıklar muhakkak
yalancıdırlar. Onlar yeminlerini kalkan edindiler de
insanları Allah yolundan alıkoydular, gerçekten işledikleri
ne kötüdür" (1-2).

İnsanların, Allah'ın rahmetinden bir
esinti almaları her zaman mümkündür. Ama, önce iman edip sonra
küfre dönerek müslümanları kandırmaya çalışanların
kurtuluş ümidleri hiç yoktur. Onlar apaçık deliller
karşısında duyarsız bir hale getirilmişlerdir.
"Bu, önce iman edip sonra küf retmiş
olmalarındandır. Bunun üzerine kalpleri mühürlenmiştir
de artık hiç anlamazlar" (3). Nasıl anlayabilsinler ki?
İmanı tanıyıp onun zevkine erdikten, onun nuruyla
aydınlanıp ferahladıktan sonra, kalkıp küfrün o pis,
katı, öldürücü havasına dönen kimse, nasıl hidayete
erebilir ki?

Yer yüzünde Allah'a karşı hile yapmaya
kalkışmaktan daha büyük ahmaklık yoktur. Bu
yaptıklarına karşılık kalpleri mühürlenmiştir.
Hiç bir şeyi idrak etmeleri mümkün değildir.

Daha sonra münâfıkların bir tasviri
yapılarak müslümanların onlardan sakınmaları
emredilir. Onlara bakıldığında, müslüman kılıklıdırlar,
görünüşleri İslâmî olduğu için hoş görünür,
konuştuklarında ise, herkesten çok âlim ve mücahid
kesilirler. Ancak gerçekte onlar hiç bir şey değildirler.
Onlar İslâm'ın en azılı düşmanlarıdır.
Bunun için, onları tanıyıp zararlarından korunmak
icab eder. Kur'an-ı Kerim onları şöyle nitelendirmektedir:

"Onlara baktığında gövdeleri hoşuna
gider; konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar giydirilmiş
odunlar gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman
onlardır, sakın onlardan. Allah onların canlarını
alsın, nasıl olup da döndürülüyorlar" (4).

Bu tipler, her an ifşa olacaklarının
korkusu ile titrerler. Kendilerinin
araştırıldığını ve
durumlarının herkes tarafından bilindiğini zannederek
korkular içerisinde yaşarlar. Bunun içindir ki, "Her
gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar".

Münâfıklar, kendileri için Allah Teâlâ'dan af
dilesin diye Rasulullah (s.a.s)'e götürülmek istendiklerinde, bunu
hafife alıp büyüklenerek yüz çevirdiler. Fakat onlar, o kadar
korkunç bir durumdadırlar ki, âlemlere rahmet olarak gönderilen ve
duası her halükarda kabul edilen bir peygamberin bile, af
dilemesinin onlar için faydasız olacağı bildiriliyor;
"Sen onlar için af dilesen de dilemesen de Allah onları
bağışlamayacaktır. Şüphesiz ki Allah, doğru
yoldan çıkanları hidayete erdirmez" (6).

Münâfıklar, müslümanların güçlenmeleri
ve Allah'tan başka hiç bir şeyden çekinmemelerinin, Allah'ın
verdiği güçten değil de, başka şeylerden ileri
geldiğini sanırlar. Bu durum Kur'an-ı Kerim de şöyle
ifade edilir: "Onlar Rasûlüllah'ın beraberinde bulunan mü'minlere
bir şey vermeyin de etrafından dağılıp gitsinler,
diyenlerdir. Şeref ve zillet konusunda da aynı sapık düşünceyi
taşırlar..."Münafıklar: "Eğer Medine ye dönersek
yemin olsun ki, en şerefli olan en zelil olanı oradan çıkaracaktır"
dediler. Oysa şeref Allah'a, peygamberine ve mü'minlere aittir.
Fakat münâfıklar bunu bilmezler" (7-8). Bu âyetlerin
nüzûlüne sebeb olan olay, Mustalık oğulları Gazvesi dönüşünde
Medine münâfıklarının reisi olan Abdullah İbn
Ubeyy'in, Hz. Peygamber ve Muhâcirler hakkında sarfettiği sözlerdir
(Ayrıca, diğer nifak olayları hakkında varid olan
rivayetler için bk. İbn Kesir, Tefsîru'l Kur'ani'l-Azim,
İstanbul 1985, VIII, 151-160).

Sûrenin sonunda mü'minler, münâfıklara aid bütün
vasıflardan temizlenmeleri için uyarılıyor.

Burada uyarı konusu, dünya imtihanında
insanoğlunu sapıtmak için baş sırada yer alan mal ve
çocuklardır. İnsan bunların kendisine veriliş
hikmetini kavrayamazsa, onları gerektiği gibi
değerlendiremez ve onlarla oyalanmaya başlar. Böylece yaratanını
unutur ve hüsrana uğrayanlardan olur. Allah Teâlâ, şu âyet-i
kerime ile mü'minleri bu tehlikeye karşı ikaz etmektedir:
"Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız
sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim böyle olursa, işte
onlar hüsrana uğrayanlardır" (9).

Son olarak, mü'mini münafıktan ayıran en
önemli nokta zikredilir. Allah'ın verdiği rızıktan
infak etmek. Bir münafığın en ayırıcı
özelliği; malına sımsıkı sarılarak, ondan
başkalarının faydalanmasını engellemektir. Mü'minler
bilmeden böyle bir tehlike ortamına girmemeleri için uyarılmaktadır:
"...Size verdiğimiz rızıklardan harcayın"
(10).

Ömer TELLİOĞLU


Konular