Şamil | Kategoriler | Konular
ıhlas suresı
İHLÂS SÛRESİ
Kur'an-ı Kerîm'in yüzonikinci sûresi. Mekke'de
nazil olmuştur. Dört ayet, onbeş kelime ve kırk yedi
harften ibarettir. Fasılası "dâl"dır. Sûre,
"yalnız Allah'a tahsis edildiği ve sırf onun
sıfatlarından bahsettiği için, Allah'ın
birliğini hâlis kılmak mânasında "ihlâs" adını
almıştır" Marifet, tevhîd, esâs, necât, nûr,
tefrid, tecrîd, velâyet, cemâl, nisbe, samed, muavvize, mânia, berâe,
müzekkire ve imân gibi isimlerle de anılır (M. Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul, 1938, VIII, 6269-6270;
Mehmed Vehbî, Hulâsatü'l-Beyân Fî Tefsiri'l Kur'ân, İstanbul
1341-1343, XV, 639).
Sûrenin meâli şöyledir: "1.(Ey Nebî) de
ki: O Allah bir tektir. 2. Allah her şeyden müstağni ve her
şey ona muhtaçtır. 3. O doğurmamış ve
doğurulmamıştır 4. Hiçbir şey O'na denk
değildir."
Bu sûre İslâm'ın temel ilkesi olan tevhîd
inancını özlü bir şekilde tasvir eder. Allahu Teâlâ'yı
herkesin anlayıp kavrayabileceği sade bir anlatımla
tanıtır. İlk iki ayet Allahu Teâlâ'nın
birliğini, her türlü ihtiyaçtan uzaklığını ve
her şeyin ona muhtaç olduğunu; son iki ayet de Cenâb-ı
Hakk'ın yüce sıfatlarına aykırı beyanatta
bulunan müşriklere cevap olarak; Allahu Teâlâ'nın
doğurmadığını,
doğmadığını ve hiçbir şeyin ona denk
olmadığını beyan eder. Bu sûre Hristiyanlıktaki
teslis ve Yahudilikteki Üzeyr'in Allah'ın oğlu olduğu inançlarını
reddederek, tevhid inancını tarif ve isbat eder.
Bütün kaynaklara göre Mekkeli müşrikler
Peygamber Efendimize "Bize rabbını vasfet" dediler.
Bunun üzerine İhlâs sûresi nazil oldu. Bununla Allahu Teâlâ açık
bir şekilde kendi zatını, birliğini, tevhid
inancının dışındaki bütün itikatların
yanlışlığını belirtmiştir.
Ashabtan biri, bir şahsın İhlâs
sûresini tekrar tekrar okuduğunu işitir. Sabah olunca Hz.
Peygambere gelir ve durumu ona anlatır, adam hakkında söz
söyleyecek olur Hz. Peygamber buyurur ki; "Nefsim yed-i kudretinde
olan Allah'a yemin ederim ki o sûre Kur'an'ın üçte birine denktir"
(Kamil Miras, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarîh Tercemesi,
Ankara 1984, XI, 234).
Resulullah (s.a.s) ashâbına "Sizden biriniz
bir gecede Kur'an'ın üçte birini okumaktan aciz olur mu?" diye
sorar. Bu onlara zor gelir: "Ya Resulullah, hangimiz buna güç
yetirebiliriz?" derler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem: "Allahü'l
Vâhidü's-Samed (İhlâs) sûresi Kur'an'ın üçte biridir"
buyurur (Buhârî, Fedâilu'l-Kur'an, 13; Müslim, Müsâfirûn, 259;
Tirmizi, Fedâilu'l-Kur'ân, 11).
Hz. Peygamber, ashaptan bir zâtı, bir askeri
birliğe komutan tayin ederek gazâya gönderir. Bu zat sefer esnasında
kıldırdığı namazlarda Kur'an okur ve her zaman
ikinci rekatlarda ihlâs sûresiyle bitirirdi. Gazâdan dönüşte
komutanın maiyetindekiler bu durumu Resulullah'a arzettiler.
Rusulullah da niçin böyle yaptığının
sorulmasını buyurdu. Onlar da sordukları zaman komutan:
"İhlâs sûresi Rahmân'ın sıfatıdır. Onun için
bu sûreyi okumayı severim" şeklinde cevap verdi. Bu cevap
Resulullah'a ulaştırılınca, Hz. Peygamber "Ona
haber verin ki Allah da onu seviyor" buyurdu (Müslim, Müsâfirûn,
263; Tirmizi, Fedailu'l-Kur'an, 11).
Hazreti Peygamberin bu sûrenin Kur'an-ı Kerîm'in
üçte birine denk olduğunu belirtmesini âlimler, Kur'an'ın
manası itibariyle üçte birine denk olması ve bir de Kur'an tilâvetinden
hasıl olacak sevap olarak izah etmişlerdir. Çünkü Kur'an-ı
Kerîm'in üçte biri tevhîd ilmi, üçte biri teşri' (yasama,
ahkam) ilmi ve üçte biri de ahlâk ilmi konularını içerir (M.
Hamdi Yazır, a.g.e, VIII, 6343-6345). İhlâs sûresi ise yukarda
da belirtildiği gibi bütünüyle tevhîd ilmini, zatı ve
sıfatlarıyla Cenab-ı Hakk'ın
varlığını, birliğini, hiçbir şeye
ihtiyacı olmadığını, her şeyin kendisine
muhtaç olduğunu, selef ve halefe ihtiyacı olmaması
sebebiyle doğmadığını ve
doğurulmadığını açıklaması münasebetiyle
Kur'an'ın üçte birine müsâvidir. Allah'ın zat ve
sıfatlarından, başka surelerde de bahsedilmektedir; ancak
bu sure, sırf bunlardan bahsetmektedir.
Allah'ın birliği tevhîd inancının
kendisidir. Varlıklar âleminde onun hakikatinden başka bir
hakikat olmadığı gibi, onun varlığından
başka gerçek varlık da yoktur. Diğer bütün varlıklar
varlıklarını Allah'tan alırlar, hakikatlerini
Allah'ın hakikatinden alırlar. Varlıklar âleminde o ilâhi
varlıktan başka hakikat yoktur. Bir kalp, bu hakikatin
dışındaki bağlantıları ve bu hakikatin
dışındaki şeylerin duygusunu ortadan
kaldırırsa, her türlü bağımlılıktan
kurtulur, bütün menfi bağlarını koparır ve birçok
esaretin aslı olan ihtiraslardan uzaklaşır.
Varlıklar âleminde Allah'ın hakikatinden
başka bir şeyi görmeyen bu düşünce zihinlerde ve
gönüllerde yeredince ondan kaynaklanan diğer varlıklarla
ilgili birçok gerçekleri de görebilir. Bu mertebe öyle bir mertebedir
ki orada kalp gördüğü her şeyde Allah'ın kudretini
farkeder. Bunun da ötesinde öyle bir mertebe vardır ki orada
kişi kâinatta Allah'tan başka ezelî hiçbir şey göremez.
Çünkü orada Allah'ın hakikatinden başka hiçbir ezelî
hakikat görülmez. Bu düşüncenin yer etmesiyle birlikte sebeplerin
etkinliği fikri de ortadan kalkar. Her şey, her olay ve her
hareket, doğduğu ilk sebebe havale edilir, onun etkisi
altında bulunduğu kabul edilir. İşte Kur'an-ı Kerîm,
imana dayalı tevhîd düşüncesini yerleştirirken buna çok
önem verir. Bunun için zâhirî sebepleri bir kenara koyup bütün işleri
doğrudan Allah'ın iradesine bağlar. Bu zâhiri sebeplerin
hepsini kenara atıp meseleyi yalnız Allah'ın iradesine
havale etmek kalbe bir huzur verir.
İslâm insanların bu yola gitmelerini ister.
Ancak hayatın bütün özelliklerini taşıyarak beşer
hayatının bütün zorunluluklarını yerine
getirmelerini, Allah'ın yeryüzündeki halifesi oluşlarının
bütün gereklerini ifâ etmelerini ve bununla beraber Allahu Teâlâ'dan
başka bir hakikat bulunmadığını, onun
mevcudiyetinden başka ezelî bir mevcudiyet olmadığını,
onun faaliyetinden başka bir faaliyet
bulunmadığını ve ondan başka gidilecek bir yol
olmadığını bilip kavramalarını ister.
Ahmet ÖZGEN