Şamil | Kategoriler | Konular

ıcra

İCRÂ

Yürütmek, uygulamak yerine getirmek; medenî,
borçlar ve idare hukuku alanlarındaki mahkeme kararlarının
yerine getirilmesi, borcunu kendi rızası ile ödemeyen borçlu
hakkında alacaklının devlet gücüne başvurması
anlamında bir İslâm hukuku terimi. Buna "cebrî icrâ"
denildiği gibi, ceza hukuku ile ilgili mahkeme kararlarının
yerine getirilmesine "infâz" veya "tenfiz" denir.
İslâm hukukunda bazan infaz, her çeşit mahkeme
kararının uygulanması anlamında, "icrâ" ile
eş anlamlı olarak da kullanılmıştır.

Kazaî hüküm safhası, bir İslâm
mahkemesinin en önemli ve sonuncu merhalesidir. Dava açılıp
duruşma yapıldıktan, hakkın ispatı için deliller
değerlendirildikten sonra, hükme sıra gelir.

Mahkeme hükmü; kişiler arasındaki husûmeti
ve anlaşmazlığı, hâkim tarafından
bağlayıcı bir şekilde söz veya fiil ile sona
erdirmektir.

Hâkimin karar vermezden önce şu iki hususu gözetmesi
öngörülmüştür:

1. Davacı ve davalı arasında, son bir
sulh teşebbüsünde bulunmak. Hasımların
anlaşmasında bir yarar gördüğü zaman, hâkimin sulh teşebbüsünde
bulunmasında bir sakınca yoktur.

Ayet-i Kerîme'de sulhun daha hayırlı
olduğu belirtilmiştir (en-Nisâ, 4/128). Çünkü sulh istemek,
hayır istemektir. Hz. Ömer'in (ó. 23/643); "Hasımları,
kendi aralarında anlaşıncaya kadar geri çeviriniz.
Çünkü bir davayı kaza yolu ile çözümlemek, taraflar arasında
kine yol açar" dediği nakledilmiştir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l
İslâmî v e Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VI, 785).

2. Fakihlerle istişâre. Hâkimin, duruşmada
kendileriyle istişâre edip, görüşlerinden
yararlanacağı bilim adamlarını bulundurması
menduptur. Ayette: "..İşlerde onlarla istişare et. Bir
ise de azmettin mi, Allah'a tevekkül et. Şüphesiz ki Allah
tevekkül eden/eri sever" (Âlu imrân, 3/159) buyurulur. Ebû
Hüreyre'den, şöyle dediği nakledilmiştir: "Resulullah(s.a)'tan
sonra, ashabı ile ondan daha çok istişare eden hiç kimse
görmedim" (Tirmizi, Cihâd, 34).

Hukukçuların görüşü bir noktada toplanırsa
buna uyularak hüküm verilir. O konuda görüş
ayrılığı varsa, doğru gördüğü en güzel
görüşü alır.

Mahkeme Kararlarının icrâ ve infazı:

İslam hukukçuları hükümlerin icrasında
iki noktada görüş birliği içindedir: Bunlardan birincisi,
icrâ ve infaz hakkının İslâm devleti adına hâkime
ait olması; ikincisi ise, kişisel kin ve intikama fırsat
vermemek veya hak sahibinin, hükümlü yahut borçlu üzerinde kişisel
sulta kurmasını önlemektir.

Ceza hukuku alanındaki kararları (ilâm)
uygulamak İslâm Devleti'nin görevidir. Bu cezaların
miktarı belirli olsun veya olmasın, ceza; had, ta'zir veya
kısas kabilinden olsun sonuç değişmez. Burada icrâ ve
infaz görevinin devlete verilmesi; kamu düzenini korumak, anarşi,
kargaşa, bozgunculuk ve anlaşmazlıkların
yayılmasını önlemek amacına yöneliktir.

Bir kimsenin fert olarak kısas, dayak, el veya
ayak kesme, hapis, uyan ve benzeri cezaları bizzat infaz etmesi caiz
değildir. Öldürülenin mirasçısı, kısasın
uygulanmasını hâkimden isteme hakkına sahiptir. Hâkimin
olayı inceleyip, mevcut delillere göre karar vermesinden sonra da,
davacı her an talebinden vazgeçerek, kısası düşürebilir
(Abdülkadir Ûdeh, et-Teşrîu'l-Cinâî'l-İslâmî, Beyrut, t.y,
II, 180 vd.; ez-Zühaylî a.g.e, VI, 786, 787; Necmeddin M. Berkin,
Medenî Usûl Huk. Esasları, İstanbul 1969, s. 21 vd.).

Borçlar hukuku alanında, alacaklı
doğrudan talepte bulunur ve alacağı ödenirse anlaşmazlık
ortadan kalkar. Aksi halde hâkime başvurarak, borcun zorla
ödenmesini ister. Eğer borçlu darda ise, ödeme gücüne kavuşması
için kendisine belli bir süre verilir. Ayette şöyle buyurulur:
"Eğer borçlu darda ise, ona genişlik zamanına kadar
bir süre vermek vardır. Bağışlamanız ise,
bilirseniz sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakara,
2/280).

Hâkim borçluyu, borcunu ödemeye üç şekilde
zorlayabilir: Hapis; hacr altına alma (tasarruflarında
kısıtlama) ve icra yoluyla satış.

1. Hapis. Ödeme gücü oları borçlunun, borcunu
ödemekten kaçınması halinde hapsedilmesi mümkün ve caizdir.
Bu Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. Delil şu hadislerdir:
"Varlıklı kişinin borcunu geciktirmesi, onun
şeref ve itibarına zarar verir ve
cezalandırılmasını haklı kılar" (Buhârî,
İstikrâz, 13; Ebû Dâvud, Akdiye, 29; Nesâf, Büyû', 100;
İbn Mâce, Sadakât, 18). Su hadis de bu mânâyı destekler:
"Zenginin, borcunu geciktirmesi zulümdür" (Buhârî,
istikrâz, 12; Müslim, Müsâkât, 34; Ebû Dâvud, Büyû', 10; Tirmizi,
Büyû', 100,101). Ebû Hanîfe'ye göre, borcunu vadesinde ödemeyen
borçlu, ödeyinceye kadar hapsedilebilir. Ebû Yûsuf, İmam Muhammed
ve diğer mezhep imamlarına göre ise; ödemeye zorlamak için
hapsedilir. Borcunu buna rağmen ödemezse, hacr altına
alınır, elinde bulunan malı zorla satılarak
alacaklılar arasında hisselerine göre paylaştırılır.
Eğer, borçlunun darda olduğu sâbit olursa, genişlik
zamanına kadar süre verilir. Bu durum, hapis cezasının, mücerred
olarak, borcu ödemeye zorlama vesilesinden ibaret olduğunu gösterir.

2. Hacr altına almak. Borçlunun hacr altına
alınması, onun malında, alacaklılara zarar verecek
nitelikteki tasarruflarından men etmektir. Ebû Yûsuf ve İmam
Muhammed, hacri borçlunun mal varlığı borca batıl
olduğu veya borcunu ödemede ağır davrandığı
zaman caiz gördüler. Müteahhirûn (sonraki) Hanefi hukukçuları kötüye
kullanımı önleme (seddü'z-zerâyi') prensibine dayanarak
bununla fetvâ verdiler. Kısaca, bu durumda Müteahhirûn fakihler
borcu servetini aşmış kimselerin, hacr altında
olmasalar bile alacaklılar razı olmadıkça hibe ve vakıf
gibi tasarruflarının yürürlük (nefâz) kazanamayacağına
fetvâ vermişlerdir. Buna göre, borç bazı durumlarda edâ
ehliyetini daraltmakta ve bir ehliyet ârızası olabilmektedir.

Hanbelî ve Mâlikî hukukçularından sonra Hanefîler
de bu yolda fetva vermişlerdir. Nitekim Kanunî Sultan Süleyman ve
11. Selim devirlerinin Şeyhu'l-İslâmî oları Ebussuud
Efendi, sultana arz ettiği maruzatında bu hükmü açıkça
belirtmiştir (es-Sibâî, el-Ahvâlü's-şahsiyye,
Dımaşk 1958, s. 30, 31; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm
Hukuku, İstanbul, 1983, s. 144). İmam Şâfiî, malın
borca batık olması hâlinde hacr'i uygun bulur. Ancak borçlu
ödeme imkânı olduğu halde borcunu ödemiyorsa hacr'i gerekli
görmez. Çünkü bu durumda hâkim, onun malını zorla (icrâ
ile) sattırıp, borcunu ödetme imkânına sahiptir. Bu yolu
tercih etmeyip borçlunun tasarruflarının
kısıtlanması uygun değildir.

Darda bulunan borçlunun ne hacredilmesi ve ne de
hapsedilmesi, ödemeye yardımcı olmayacağı için uygun
değildir. Ancak aslî ihtiyaçları dışında
malı varsa bunun icrâ yoluyla satılması mümkündür.

Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre, hâkim,
hacre karar verdiği zaman, borçlunun mallarının zorla
satımı da mümkündür. Bunun için alacaklıların
satış isteğinde bulunması gerekir. Alacaklı
birden fazla ise, icrâ yoluyla satıştan elde edilecek bedel;
alacaklılar arasında paylaştırılır. Mâlikiler
de bu görüşü benimserler.

Borçlunun mallarının satışı;
ancak hâkim kontrolünde, borçlu ve alacaklıların, hazır
bulunmasıyla, pazar yerinde veya rayiç bedelle pazar yeri dışında,
en yüksek bedeli belirlemek için açık arttırma ile
yapılır (bk. es-Serahsî, el-Mebsût, XVII, 28 vd.; İbnü'l-Hümâm,
Fethu'l-Kadîr, Kahire t.y., VI, 137 vd.; el-Kâsânî,
Bedâyîu's-Sanâyi', VI, 222 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid,
Mısır t.y., II, 458 vd.; İbn Kudâme, el-Muğni, Kahire
t.y., IX, 53 vd.; eş-Şîrâzî, el-Muhazzeb, II, 304 vd.;
ez-Zühaylî, a.g.e, IV, 787-789).

Hâkim satışa önce nakitlerden (altın-gümüş,
zinet, döviz vb.) başlar. Sonra menkul eşya satılır.
Bu da yeterli olmazsa gayri menkul satışına geçilir. Bazı
İslâm hukukçularına göre ise, hâkim, önce, bozulması
muhtemel oları menkul malları, sonra dayanıklı
menkulleri, sonra da gayri menkulleri satar. Sonuç olarak hâkim burada
her iki tarafın da menfaatini koruyarak takdir hakkını
kullanır (İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, Bulak 1272 H., V, 95).

Türkiye'de beşerî hukuk açısından
hukuk ve idare mahkemelerince verilmiş ve kesinleşmiş hükümlerin
devlet gücüyle yerine getirilmesine "icrâ"; ceza
mahkemelerinin verdiği kesinleşmiş ceza hükümlerinin
uygulanmasına ise "infaz" denir. Bazen hakkı devlet
eliyle almak, mahkeme kararına dayalı olmadan da söz konusu
olabilir. Bono, çek veya poliçenin doğrudan icrâ işlemine
tabi tutulması gibi. Ancak bunlara, imza sahiplerinin bir
itirazı olursa, yine icra hâkimi anlaşmazlığı
çözümler ve icrâ sürdürülür. Hak sahibinin mahkeme hükmüne veya
kambiyo senedine dayanarak, icrâ dairesinden hakkını istemesine
"cebrî icrâ" adı verilir.

Osmanlılarda ilk icrâ kanunu 1295/1878 tarihinde
çıkarılmıştır. Altmışdokuz madde ve
bir de geçici maddeden ibarettir. Baştan on iki madde mukaddime;
1620 arası icrâ daireleri; 21-31 icrânın şartları;
32-39 borçlunun hapsi; 40-69 arası borçlunun mallarının
haczi ve icrâ yoluyla satışı hakkındadır.

Türkiye'de icrâ ile ilgili konular, İsviçre
kanunundan tercüme edilen İcra ve İflas Kanunu ile düzenlenmiştir.
1929'da yürürlüğe giren bu tercüme kanun çeşitli
yıllarda sürekli, değişikliklere
uğramıştır.

Hamdi DÖNDÜREN


Konular