Şamil | Kategoriler | Konular

Tegabün suresi

TEĞÂBÜN SÛRESİ

Kur'an-ı Kerim'in altmışdördüncü
suresi. Ondokuz ayet, dörtyüzyirmibir kelime ve binyetmiş harften
ibarettir. Fasılası, ra, dal, nun ve mim harfleridir. Medenî
surelerden olup, Tahrim suresinden sonra nazil olmuştur.
Adını dokuzuncu ayetinde geçen "Teğâbun"
kelimesinden almıştır. İbn Abbas ve Ata b. Yesar ilk
onüç ayetin Mekke'de diğerlerinin Medine'de nazil olduğunu söylemişlerdir
(Alûsî, Ruhu'l-Meânî, Kahire (t.y), XVIII, 119).

Sure, Medenî olmakla birlikte son bölümü hariç
Mekkî surelerin özelliklerini taşımaktadır. Allah Teâlâ'nın,
mülkün sahibi olduğunu, her şeyi O'nun
yarattığı ve kalplerde saklananlara kadar her şeyi
bildiği gibi hususlar zikredilerek, O'nun varlığı, gücü
ve kudreti hakkında şüphesi olanlar uyarılmaktadır.
Ayrıca, geçmişte helak edilmiş kavimlerin haberlerinin
birer ibret vesilesi olması gerektiği bildirilerek, onların
helâklerinin sebebi olan şey olarak, kendilerine gösterilen apaçık
mucizelere karşı peygamberlerini yalanlamaya devam etmiş
olmaları gösterilmektedir.

Surenin bu şekilde, iman ve öldükten sonra
dirilme gibi inançla ilgili konuları işlemesi, Mekkî olduğuna
dair rivâyetleri güçlendirildiği intibaını verebilir.
Ancak, sadece bu sebepten dolayı bu görüşü benimsemek doğru
değildir. Çünkü Medine'de nâzil olmuş bir sûre pekâlâ
iman konusunu Mekke'de inen âyetlerin üslûbunda ele alabilir. Surenin
hitap ettiği zümrenin Mekkeli müşrikler, Medine çevresinde yaşayan
diğer müşrik kabileler ve Medine'de henüz iman etmemiş
olan kimseler olduğu söylenebilir. Bunun yanında imanın
kalplerine yerleşmediği münafıklar da bu zümreye dahil
edilebilir. İlk dört ayette tüm insanlara, beşinci ayetten
onuncu âyete kadar Kur'an'ın davetini reddeden kimselere, buradan
surenin sonuna kadar da Müslümanlara seslenmektedir.

Her şey Allah'ı tesbih eder. Mülk O'na
aittir ve O her şeye kadirdir. Sure bu gerçeği vurgulayarak
başlamaktadır:

"Göklerde ve yerde olanlar Allah'ı tesbih
ederler. Mülk O'nundur. O her şeye kadirdir" (1)

Bütün insanlara yönelik hitapta şu gerçekler
yer almaktadır: İçinde yaşanılan kainat sahipsiz
değildir. Allah Teâlâ, onun yaratılışı ve
mutlak sahibidir. O, her şeyden münezzehtir. Bu kainatın bir
yaratılış gayesi vardır. Onun maksatsız bir
şekilde eğlence olsun diye yaratılmış
olduğunu düşünmek çok yanlış bir zandır.
Allah, insanları en güzel şekilde yaratmıştır.
İnsanlar başıboş ve sorumsuz
bırakılmamışlardır. Hiç bir şey O'nun
ilminden gizli değildir. O, gizleneni de açığa
vurulanı da bilir:

"O, göklerde ve yerde olanları bilir.
Gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da
bilir. Allah, kalplerin özünü bilendir" (4)

Daha sonra hitap kâfirlere yönelmekte, onları
inkarlarının sonucunda mutlaka
cezalandırılacakları konusunda uyarmaktadır.

Daha önce inkar edenlerin haberi size ulaşmadı
mı? Onlar yaptıklarının cezasını
tattılar. Onlar için can yakıcı bir azap vardır"
(5)

Helâk olan geçmiş kavimlerin helâk edilişlerine
sebep olan husus zikredildikten sonra, kâfirlerin öldükten sonra
dirilmeyi inkar etmelerinin hiç bir dayanağı
olmadığı, mutlaka gerçekleşecek olan bu olayın
Allah için hiçte zor olmadığı bildirilmekte ve
peşinden şöyle buyurulmaktadır:

"O halde Allah'a, peygamberine ve
indirdiğimiz aydınlatıcı Kur'an 'a iman edin. Allah
sizin yaptıklarınızı çok iyi bilir" (8)

İnsanların dünya hayatında
işledikleri amelleri, kıyamet gününde önlerine koşulacaktır.
Allah'ın emirlerine uyanlar yaptıklarının
karşılığını, inkar edenler de
işlediklerinin karşılığını
bulacaklardır:

"İnkar edip ayetlerinizi yalanlayanlara
gelince, işte onlar Cehennemliklerdir. Orada ebediyyen
kalacaklardır. O ne kötü bir dönüş yeridir!" (10)

Peşinden müminlere hitap edilerek, başlarına
gelen musibetlerin kaynağı zikredilir ve birer imtihan vesilesi
olan bu musibetlere sabredilmesi gerektiği, iman edip en zor
şartlar altında bile imanından taviz vermeyen kimselerin
kalplerinin Allah'ın hidayet nuruyla dolacağı
bildirildikten sonra, Allah'a, O'nun emirlerini insanlara
ulaştıran peygamberlere itaat edilmesi emredilmekte ve
peygamberin görevinin açıkça tebliğ etmekten başka bir
şey olmadığı dile getirilmektedir.

Peşinden, akıl sahipleri için inkar edilmesi
mümkün olmayan ve gerçekliği hiç bir delile ihtiyaç duymayan her
şeyin kaynağı olan yüce Allah'ın var olduğu ve
O'ndan başka tapınılacak hiç bir ilahın
bulunmadığı, "Allah vardır. O'ndan başka ilâh
yoktur. Müminler sadece Allah'a güvensinler" (13) meâlindeki
ifadeyle vurgulanmaktadır.

Daha sonra, müminler, hanımları ve çocuklarına
karşı uyarılarak, onlarla olan ilişkilerde dengeli
davranılması tavsiye edilmekte, onlardan düşman
olanların bulunabileceği dile getirilmektedir. Mallar ve
çocukların birer imtihan aracı olduğu
hatırlatılarak, onların sevgisinin, Allah yolunda yürümekten
alıkoyması tehlikesine karşı müminler uyarılmaktadır.
İman eden kimseler güçleri ölçüsünde Rablerinden korkmalı,
emirlerine itaat etmeli ve
rızıklandırıldıkları mallardan O'nun
emrettiği yerlere gönül hoşnutluğu içerisinde harcamalıdırlar:

"Gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun.
Emirleri dinleyin, itaat edin. Mallarınızı emrettiği
yolda harcayın. Bu sizin için daha hayırlıdır.
Nefsinin cimriliğinden korunmuş kimseler, işte onlar,
kurtuluşa erenlerdir" (16)

Böyle davranıp emirleri, ellerinden geldiği
ölçüde yerine getirmeye çalışanlar, işledikleri
şeyler karşılığında kat kat mükâfat
bulacaklardır. Ayrıca onların günahları da
bağışlanacaktır. Allah Teâlâ, şükreden kullarına
karşı rızk sahibidir. İman eden kimselere
karşı merhametinin bir tezahürü olarak, emir-tavsiye
şeklinde verilen, uyulması gereken hususlar dile getirildikten
sonra sure şu mealdeki ayet-i kerime ile son bulmaktadır:

"O, görüleni de, görülmeyini de bilir. O,
Azîz'dir, Hakîm'dir" (19).

Ömer TELLİOĞLU


Konular