Şamil | Kategoriler | Konular

Zimmi

ZİMMÎ

Mal, can, ırz ve dini için İslâm devleti
tarafından güvence verilmiş olan ehl-i kitap. Zimmet ehlinden
bir kişi. Zimmet; söz, güvence, kefâlet, hak, saygı,
kendileriyle anlaşma yapılan topluluk anlamlarına gelir.
Ehl-i zimmet ise; hristiyan, yahudi ve başkaları gibi ehl-i
kitaptan İslâm yurdunda oturanlardan kendileriyle anlaşma
yapılanlar demektir. Zimmetin çoğulu "zimem"dir. Bir
fıkıh terimi olarak zimmet; gayri müslimlerin cizye verip itaat
etmelerine karşılık İslâm topraklarında
yerleşmelerine izin verilmesi; mal, can, ırz ve inançlarının
korunması ve dış saldırılara karşı
İslâm Devleti tarafından savunulmaları demektir. Gayr-i müslimlerle
zimmet anlaşmasını ancak İslâm devlet başkanı
veya yetki verdiği kimse yapabilir. Çünkü ehl-i kitapla zimmet
anlaşması yapılması görüş ve takdir hakkı
kullanılması gerektiren önemli bir konudur. Diğer yandan Mâlikîlere
göre, zimmet akdini İslâm devlet başkanından
başkası yaparsa yine onlara emân verilir, öldürülmez ve esir
edilmezler. Ancak bu durumda devlet başkanı bu akdi geçerli
sayma ya da onları güvencede olacakları bir yere kadar geri
çevirme yetkisine sahiptir (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, 1. baskı,
Mısır 1316/1898, IV, 368; eş-Şirbinî, Muğnî'l-Muhtâr,
Mısır t.y., IV, 243; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî
ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk, 1405/1985, VI, 442).

Zimmet anlaşmasının yapılma
şekli:

Ehl-i Kitapla zimmet anlaşması, ya ahid, akid
gibi açık sözcüklerle belirli şekilde yapılır,
yahut da cizye ödemeyi kabulü kapsayan bir fiil ile olur. Meselâ; harbi
olan bir kimsenin dâru'l-İslâm'a girmesi ve orada bir yıl
kaldıktan sonra kendisine ülkeyi terketmesi veya zimmî olması
bildirilince, dâru'l-İslâm'da kalmayı tercih ederse "zimmet
ehli"nden olmuş bulunur.

Kendisi ile Zimmet Akdi Yapılanda Aranan
Şartlar

1- Kendisi ile zimmet akdi yapılacak kişinin
ehl-i kitaptan olması gerekir. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
buyurulur: "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret
gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram
kıldığı şeyleri haram tanımayan ve hak dini
din olarak kabul etmeyen kimselerle küçülmüş olarak kendi
elleriyle cizyelerini verinceye kadar savaşınız" (et-Tevbe,
9/29). Mecûsîler de kitap ehlinden sayılmıştır.
Çünkü Abdurrahmân b. Avf (r.a): "Ben, Rasûlüllah'ın;
"Onlara kitap ehli uygulaması yapınız"
dediğini duydum, demiştir" (Mâlik, Muvatta', Zekât, 42;
ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 448; eş-Şevkânî,
Neylü'l-Evlâr, VIII, 56). Diğer yandan Hz. Ömer'in, Abdurrahman b.
Avf, Rasûlüllah (s.a.s)'ın Hecer mecûsilerinden cizye aldığına
dair tanıklık edinceye kadar onlardan cizye
almadığı da rivayet edilmiştir (bk. Zeylaî, a.g.e.,
III, 448; eş-Şevkânî, a.g.e.). Mecûsîlerin Arap
ırkından olup olmaması sonucu değiştirmez. Hanefi,
Hanbelî ve Zâhirîler bu görüşü benimsemiştir.

Diğer yandan kendileriyle zimmet
anlaşması yapılacak kimselerin Arap müşriklerinden
olmaması gerekir. Çünkü Arap müşriklerinden ya İslâm'a
girmeleri istenir veya onlarla savaşılır. Âyette şöyle
buyurulur: "Onlarla ya savaşacaksınız veya İslâm'a
gireceklerdir" (el-Feth, 48/16).

Mâlikîlerin meşhur görüşüne, İmam
Evzaî ve Sevrî'ye göre cizye bütün küfür ehlinden alınır.
Kitap ehli olup olmaması veya Arap ırkından bulunup
bulunmaması hükmü değiştirmez (İbn Âbidîn,
Reddü'l-Muhtâr, III, 293; Ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 443). Delil
Süleyman b. Büreyde (r.anh)'ın babasından naklettiği
şu hadistir:

"Hz. Peygamber ordunun başına bir
komutan tayin ettiği vakit; kendisi hakkında Allah'tan
sakınmasını ve beraberindeki müslümanlar için de hayrı
tavsiye eder, sonra şöyle buyururdu: "Müşriklerden olan düşmanlarınla
karşılaştığın vakit onları üç
şeyden birisini kabul etmeye çağır. Bunlardan hangisini
kabul ederlerse, sen de bu kabullerini benimse ve onlara dokunma.
Onları İslâm'a davet et. Eğer yüz çevirirlerse cizye
ödemelerini iste..." (Müslim, Cihad, 3; İbn Mâce, Cihâd 38;
Dârimî, Siyer, 5/8). Bu hadisteki "senin düşmanın"
ifadesi bütün kâfirleri kapsamına almaktadır.
eş-Şevkânî; "Bu hadis, cizyenin yalnız ehl-i kitaba
ait bir vergi olmadığının delilidir" der (ez-Zühaylî,
a.g.e., VI, 443).

2- Zimmet sözleşmesinin süresiz olarak yapılması
gerekir. Eğer sözleşmeye bir süre konulursa akit geçerliliğini
kaybeder. Çünkü zimmet akdi insanın malının ve
canının korunmasında İslâm'ın yerini tutar.
İslâm süresiz olduğuna göre, onun yerini tutan zimmet akdi de
süresiz olmalıdır. Bu şart üzerinde görüş
birliği vardır (el-Kâsânî, el-Bedâyi', Beyrut 1394/1974,
VII, 110; İbnü'l-Hümâm, Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukî İslâmiyye
ve Istilâhâtı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1968, III,
423)

3- Zimmet sözleşmesi yapılacak kimsenin
irtidat (dinden dönme) ehlinden olmaması gerekir. Çünkü mürtede
tevbe etmediği zaman ölüm cezası uygulanır. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: "Kim dinini değiştirirse, onu
öldürünüz" (Buhârî, Cihâd, 149, İ'tisâm, 28, İstitâbe,
2; Ebû Dâvud, Hudûd, 1; Tirmizî, Hudûd, 25; Nesaî, Tahrîm, 14;
İbn Mâce, Hudûd, 2).

Bu şart üzerinde de görüş birliği
vardır. Çünkü irtidat eden kimse İslâm'ın güzelliklerini
gördükten sonra dinden çıktığı için, bunlarla
zimmet sözleşmesi yapmanın bir yararı bulunmaz. Bu,
onların İslâm'a yeniden dönmelerine de yardımcı
olmaz. Onlar, İslâm'a dönüşte savaş arasında tercih
yapma hakkına sahiptir (bk. Bilmen, a.g.e., III, 423).

4- Zimmet sözleşmesinin dâru'l-İslâm'da
yapılması caiz görülmeyen bir şartı
taşımaması gerekir. Meselâ; kitap ehlinin azınlık
liderleri kendi mensuplarına öldürme, idam gibi dilediği muâmelelerde
bulunmak şartıyla zimmet anlaşması yapmak isteseler
buna muvafakat edilmez. Çünkü, zimmet akdi İslâm Devletine azınlığın
mal, can ve ırz güvenliğini sağlama görevini vermiştir.
Akdin niteliği ile çelişen bu gibi maddeler çıkarıldıktan
sonra yeni bir anlaşma yapılabilir.

Cizye Yükümlüsünde Bulunması Gereken
Şartlar

Zimmî'nin cizye yükümlüsü olabilmesi için aşağıdaki
şartların bulunması gerekir:

1- Ehliyet: Cizye yükümlüsünün akıllı ve
ergin olması gerekir. Çocuklar ve akıl hastaları cizye
vergisi ile yükümlü tutulamazlar. Çünkü bunlar savaş ehlinden
değildirler.

2- Erkek olmak: Kadınlara da cizye yoktur.
Çünkü kadınlar da savaş ehli değildir. Allah Teâlâ
cizyeyi savaşa katılabilen kimselere gerekli
kılmıştır, çünkü âyette; ...Allah'a ve âhiret
gününe inanmayanlarla savaşınız" (et-Tevbe, 9/29)
buyurulur. Bu âyetteki "Mukâtele ediniz" emri her iki tarafın
da savaşçı olmasın gerektirir.

3- Sağlık ve mâlî güç: Bir yıl veya
yılın yarıdan fazlasında hasta olan kimseye cizye
gerekmez. Çünkü çoğun hükmü bütünün hükmü gibidir. Yine
çalışamayan yoksula ve insanların arasına
karışmayan rahiplere de cizye gerekmez.

4- Müzmin hastalık, körlük ve yaşlılık
gibi iptilâlardan uzak olmak

5- Hür olmak: Köleden cizye alınmaz. Çünkü o,
bir mala mâlik değildir.

Sonuç olarak İslâm fakihleri cizye yükümlülüğü
için akıllı, ergin, hür ve erkek olma şartlarında görüş
birliği içindedir. Buna göre, kadınların, çocuğun,
akıl hastasının, bunağın, müzmin bir hastalığa
yakalananların, kölelerin, felçlilerin ve ileri yaşta
olanların cizye yükümlülüğü bulunmaz. Çünkü bunlar savaşçı
sayılmazlar. Yine çalışmayan yoksullar ve insanların
arasına karışmayan kitap ehli din bilginleri de cizye yükümlüsü
değildir.

Şâfiîler ve tercih edilen görüşlerinde
Hanbelîler ise yukarıda üç ve dördüncü maddelerde zikredilen
özürlülere karşı çıkarak bunların cizyeyi düşüremeyeceğini
söylerler (el-Kâsânî, el-Bedâyi', VII, 111 vd.; Zeylaî,
Tebyînü'l-Hakâik, el-Emiriyye tab'ı, IV, 278; İbnü'l-Hümâm,
Fethu'l-Kadîr, IV, 372; el-Meydânî, el-Lübab, IV, 145).

Cizye Akdinin Hükmü

Gayri müslimlerle yapılacak ümmet akdi, onlarla
müslümanlar arasındaki savaşı sona erdirir, zımmîlerin
mal, can, ülke ve ırzlarını koruma altına alır.
Akit yapıldıktan sonra bunların mübah kılınması
caiz olmaz. Delil yukarıda zikrettiğimiz Büreyde hadisidir. Bu
hadisin sonunda; "Onları cizye vermeye çağır.
Eğer bunu kabul ederlerse, sen de kabul et ve onlara dokunma" (Müslim,
Cihâd, 3; İbn Mâce, Cihâd, 38; Dârimî, Siyer, 5, 8) buyurulur.

Diğer yandan cizyeden söz eden âyette de şöyle
buyurulur: Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe
iman etmeyenlerle, küçülmüşler olarak kendi elleriyle cizyelerini
verinceye kadar savaşınız" (et-Tevbe, 9/29). Bu
âyette kitap ehlinin İslâm'ı kabul etmesi veya cizye vermeye
razı olması halinde onlarla savaşın sona erdirilmesi
gerektiği bildiriliyor. Buna göre kitap ehlinin müslüman olması,
mal, can ve ırz güvenliğini sağladığı gibi,
kitap ehli kalarak ve zimmî statüsüne geçerek cizye vermesi de ayni
hakları ve korumayı sağlar. Nitekim Hz. Ali'nin şu sözü
de cizyenin gayri müslim toplumla ilgili fonksiyonunu açıklıkla
belirtir: "Onlar, cizyeyi ancak malları bizim
mallarımız, kanları da bizim kanlarının gibi
olsun diye ödemişlerdir" (el-Kâsânî, a.g.e., VIII, III;
Zeylaî, Nasbü'r-Râye, III, 281). Usâme (r.a)'ten Rasûlüllah (s.a.s)'ın
şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Dikkat ediniz! Kim
bir anlaşmalıya haksızlık eder veya ondan
haklarını eksiltir, yahut ona gücünün üstünde yük yükler
veya ondan rızası dışında bir şey
alırsa, kıyamet gününde onun karşısında
hasmı ben olurum" (Ebu Dâvud, İmâre, 33)

Düşman eline esir düşen zimmîler ve bunların
mallarını kurtarmaya çalışmak tebaası
bulundukları İslâm devletinin görevidir.

Dâru'l-İslâm'da bir zimmîyi haksız yere
öldüren kimseye katlin niteliğine göre kısas veya diğer
cezalar uygulanır. Öldüren kimse müslüman, zimmî veya müste'men
(pasaportlu yabancı) olsun hüküm değişmez.

Zimmet ehlinin bulunduğu yerlerde eksiden beri var
olan kilise, havra gibi ibadet yerlerine dokunulamaz. Bunlar harap
olmuş bulunursa onarılmalarına engel olunmaz. Ancak
zımmîlerin yeni kimse veya havra yapmalarına veya eskiden var
olanların yerlerini değiştirmelerine izin verilmez. Hatta
İslâm devlet başkanının
yıkılmasını uygun bulduğu eski kiliseler ve
benzerleri de yeniden yapılamaz.

Zimmet ehlinin bir köyde veya bir şehir
dışında mabetleri bulunduğu halde bir çok evler yapılmakla
o köy bir şehir haline gelse veya o şehir
dışında yapılan binalar şehre kadar
bitişerek şehrin bir mahallesi gibi olsa, o mabetler sağlam
görüşe göre hali üzere bırakılır ve
yıkımları yoluna gidilmez.

İslâm ordusu tarafından fethedilen bir belde
halkı, zimmî statüsü ile İslâm Devletine bağlansa ve
halkın orada kalmalarına izin verilse, bunlar o beldede kilise
yapmaktan, şarap ve domuz eti gibi şeyleri açık bir
şekilde satmaktan men edilemezler. Çünkü onlar bununla gayri
Müslimlik şiarını kendi beldelerinde açığa
vurmuş olurlar. Fakat bir grup gayri müslim, kendi istekleriyle
İslâm Devletine başvurarak zimmî statüsüne geçmek
isteseler, beldeleri İslâm beldesi hükmünde olur. Bu yüzden orada
eski kiliselerine müdahale edilemezse de, yeniden mabetler yapmalarına
izin verilmez (bk. Bilmen, a.g.e., III, 426, 427).

Cizye Çeşitleri ve Miktarları

Cizye konuluş durumuna göre ikiye ayrılır:

1. Sulh yoluyla konulan cizye: Bu İslâm devleti
ile kitap ehlinin karşılıklı anlaşma ve
rızalaşma yoluyla belirledikleri cizyedir. Burada cizyenin
miktarı ve alınacak şahıslar bakımından
zimmet sözleşmesi hükümlerine uyulur. Artık tek yanlı
irade ile cizye miktarı değiştirilemez. Bu çeşit
cizyenin delili Hz. Peygamber'in Necran hristiyanlarına
yaptığı uygulamadır. İslâm'da konulan ilk cizye
budur. Allah elçisi Necranlılarla yaptığı
anlaşmada her yıl Safer ayında iki bin ve Recep'te de bin
takım elbise cizye koymuştur. Her takım elbisenin
değeri bir rukye olarak belirlenmiştir. Bir rukye kırk
dirhemdir. Bir dirhem de yaklaşık bir koyun bedelidir.

2. İslâm Devleti tarafından doğrudan
doğruya konulan cizye. Müslümanlar kendi güçleriyle bir düşman
ülkesini ele geçirirler ve gayri müslim olan halkını
yurtlarında "tebea" olarak bırakırlarsa, bunlara
miktarı İslâm Devleti'nce belirlenen cizye vergisi konulur.

Hz. Peygamber döneminde sulh yoluyla miktarı
belirlenen cizye uygulamasından sonra, Hz. Ömer (r.a) 'hilafeti
zamanında zimmîler ekonomik durumlarına göre aşağıdaki
şekilde üç sınıfa uyararak yıllık cizye vergisi
belirlemiştir.

a- Zenginler: Dış görünüş
bakımından zengin sayılanlardan yıllık 48 dirhem
cizye alınmıştır. On bin dirhem ve daha çok bir
paraya sahip olanlar zengin sınıfta kabul edilmiştir. Hz.
Peygamber zamanında 10 dirhem gümüş parayla iki koyun
satın alınabiliyordu. Bu duruma göre yaklaşık iki bin
koyun tutarında serveti olan zengin sınıfında yer
almıştır.

b- Orta halliler: İki yüz dirhem ve daha fazlasına
sahip olanlardan 24 dirhem cizye alınmıştır.

c- Çalışma gücü yeten yoksullardan ise yıllık
12 dirhem cizye alınmıştır. Bunlar 200 dirhemden daha
fazla veya hiç parası olmayan ve elinin emeği ile geçimini sağlayan
çiftçi ve işçi kesimidir.

Yukarıdaki cizye miktarları 12 aya bölünerek
her ay eşit taksitler halinde ödenir. Ancak devlet, cizyeyi yıl
sonlarında topluca alma yoluna da gidebilir. Bu üç sınıf
bir beldenin sosyal ve ekonomik durumu dikkate alınarak belirlenir.
Çocuklar, kadınlar, din adamları ve çalışmayacak
durumda bulunan gayri müslimler bu vergiden muaf tutulmuştur (el-Kâsânî,
a.g.e., VII,112; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr,III, 292; Zeylaî,
Nasbü'rRâye, III, 447; Ebû Yûsuf, Kitabü'l-Harâc, Kahire, 1397 H.
131, 132).

Şâfiîlere göre cizyenin en az miktarı
yılda bir dinardır (yaklaşık 4 gr. altın para).
Çünkü Muaz b. Cebel'i (ö. 18/639) Allah'ın Rasûlü Yemen'e
gönderirken ergenlik çağına gelmiş her erkekten, bir
dinar veya onun değerinde meâfir denilen elbiseden almasını
emretmiştir (bk. Ebû Dâvud Zekât, 5, İmâre, 3; Tirmizî,
Zekât, 5; Nesâî, Zekât, 8; Ahmed b. Hanbel, V, 230, 233, 247).
"Meâfir", Yemen'de Hemdanlılara nisbet edilen bir Yemen
kumaşı türüdür. Şâfiîlere göre, zenginden dört
dinar, orta halliden iki dinar alınması müstehaptır. Böylelikle
Beyhakî'nin (ö. 458/1065) dediği gibi Hz. Ömer'in uygulamasına
uyulmuş olur.

İslâm'ın ilk dönemlerinde genel olarak bir
dinar altın paranın satın alma gücü on dirhem gümüş
paraya denk durumda idi. Bu para denkliği dikkate alınınca,
Şafiîler, 40, 20 ve 10 dirhem cizye miktarlarını üç sınıfın
ekonomik durumuna göre benimsemiş olurlar.

Mâlikîlere göre ise, cizye, altın parası
olanlar için yıllık dört dinar, gümüş parası
olanlar için ise kırk dirhemdir. Ancak yoksul olanların cizye
miktarı gücüne göre azaltılabilir (ez-Zühaylî, a.g.e., VI,
448).

İslam'da Gayri Müslimlerden Alınan
Diğer Vergiler

1- Gümrük Vergisi: Hz. Peygamber döneminde, İslâm'dan
önceye ait şehirler arası gümrük vergisi uygulaması
kaldırıldı. Allah Rasûlü kendisine tabi olan kabilelerle
yaptığı anlaşmalarda bunu da bir şart olarak öne
sürüyordu. Bununla birlikte dış ticaret 1/10 gümrük
vergisine tabi olmakta devam etti veya yüzde üzerinden başka oranda
bir vergi özel ya da devletler arası anlaşmalarda şart
koşuldu (bk. Muhammed Hamidullah, İslâm'da Devlet İdâresi,
trc. Kemal Kuşçu, İstanbul 1963, 117):

Ebu Yusuf'un (ö. 182/798) ve es-Serahsî'nin (ö.
490/1097) belirttiğine göre, Hz. Ömer'in gümrük uygulaması
şu oranlarda idi. O, müslümanlardan 1/40, zimmîlerden 1/20,
harbîlerden (düşman ülkesi tebaası gayri müslim) ve yabancılardan
1/10 oranında gümrük vergisi alıyordu (Ebu Yûsuf, el-Harâc,
145, vd.; es-Serahsî, el-Mebsût, II, 199).

Hz. Ömer yabancı ülkelerin müslümanlardan ne
kadar gümrük vergisi aldıklarını
araştırmış ve 1/10 oranında vergi
aldıklarını öğrenince o da "mütekabiliyet (karşılıklılık
esası)" prensibini uygulayarak yabancılardan ayni oranda gümrük
vergisi almıştır (es-Serahsî, a.g.e., II, 199).

Kısaca bir İslam toplumu çevre, ülke ve
toplumlarla ithalat ve ihrâcat ilişkilerinde gümrük miktarlarını
karşılıklı gümrük tarifeleri ve anlaşmalar
çerçevesinde çözümler. Yabancı ülke gümrük duvarlarını
düşürürse, İslâm Devleti de düşürebilir (Sahnûn,
el-Müdevvene, II, 41).

2. Haraç: Mülkiyeti İslâm Devleti'ne ait olan
ve köylülere yalnız ekip biçme hakkı tanınan
topraklarla, mülkiyeti gayri müslim halka bırakılan yerler,
haraç vergisine tabidirler. Genel kanaate göre haraç arazisini
müslümanlar da işletseler, ödedikleri vergi haraç hükmünde
olur.

Haraç muvazzafa ve mukaseme diye ikiye ayrılır:

a- Harac-ı Muvazzafa: Gayri müslimlere ait bir
araziye dönüm başına konulan vergidir. Bazan da bu vergi
arazinin bir dönümünden çıkacak ürüne göre belirlenir. Hz.
Ömer geniş Irak ve Sûriye topraklarına bu çeşit vergiyi
koymuştur (Ebû Yusuf a.g.e., 38 vd.; el-Kâsânî, a.g.e., II, 62).

b- Harac-ı Mukaseme: Öşürde olduğu
gibi, elde edilecek ürünün kendisine, ondalık hesabı ile
konulan vergiye de bu ad verilir. Bu verginin oranı ürünün I/4,1/3
veya 1/2 ölçüsündedir (el-Kâsânî, a.g.e., II, 63).

Hz. Peygamber, Hayber ve Fedek arazilerine bu çeşit
bir vergi koymuş ve bu yerlerde oturan yahudilerden 1/2
oranında, yani çıkan ürünün yarısını vergi
olarak almıştır (Ebû Yûsuf, a.g.e., 55). Yahudiler bu iki
yerdeki arazileri üzerinde mülkiyet haklarını
kaybetmişler ve "yarıcı" olarak çalışmaya
başlamışlardır. Bu yüzden onlardan alınan
gelirlere vergi olarak bakmak tartışılabilecek bir konudur.
Ancak bunlar harcama yerleri bakımından haraç hükmündedir
(bk. Celal Yeniçeri, İslâm'da Devlet Bütçesi, İstanbul
1984,191,192; İslâm İktisadı, İstanbul, 1980, 244
vd). 3- Ganimetlerden alınan beytülmal payları: Savaş
sırasında gayri müslimlerden zorla ele geçirilen mallara
"ganîmet" denir. Ganimet her yıl veya belirli dönemlerde
alınabilir düzenli bir gelir türü değildir. Kur'ân-ı
Kerîm'de ganîmetlerin paylaşılma biçimi ve devlete düşen
paylar belirlenmiştir (el-Enfâl, 8/41).

Cizyeyi Düşüren Haller

1- Zimmî'nin İslâm'a girmesi. Zimmet ehli bir
kimse İslâm'a girince cizye vergisinin düşeceği konusunda
görüş birliği vardır. Çünkü İbn Abbas (r.anhümâ)'dan
nakledildiğine göre Allah elçisi şöyle buyurmuştur:
"Müslüman'a cizye yükümlülüğü yoktur" (Ahmed b.
Hanbel, I, 223, 285; Tirmizî, Zekât, II).

2- Cizye yükümlüsünün ölmesi. Hanefî, Mâlikî
ve Zeydîlere göre ölümle cizye düşer. Çünkü bunlara göre
cizye bir ceza olup, hadlerde olduğu gibi ölümle düşmelidir.
Şâfiî ve Hanbelilere göre ise cizye ölümle düşmez ve
terekeden alınır. Çünkü hayatta iken ödenmesi gereken bir
borç olmuştur.

3- Zamanın geçmesi ile de cizye düşer. Ebû
Hanîfe ve Zeydîlere göre, cizye tahsil edilmeden önce yıl sonu
gelir ve bir sonraki yıl girerse cizye düşer. Çünkü cizye
bir ceza olup, hadlerde olduğu gibi biri diğerinin içine girer.
Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve diğer imamlara göre ise cizyede
iç içe girme (tedâhul) söz konusu olmaz. Çünkü cizye bir bedel (ıvaz)
olup, ödenmesi gereken bütün cizyeler ödenmelidir. Diyet, zekât gibi
mâli haklar da böyledir (İbn Kademe, el-Muğnî, VIII, 511,
vd.; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 449).

Zimmet Akdinin Niteliği

İslâm müctehitleri, zimmet akdinin müslümanlar
için bağlayıcı (lazım) bir akit olduğunda görüş
birliği içindedirler. Müslümanlar tek yanlı irade ile böyle
bir anlaşmayı bozamazlar. Gayri müslimler için ise bağlayıcı
olmayan bir akittir. Hanefîlere göre kitap ehli ile yapılan zimmet
sözleşmesi aşağıdaki üç sebepten birisi ile
bozulabilir.

a-Zimmî'nin müslüman olması,

b-Dâru'l-harbe kalmak üzere geçmesi,

c-Bir bölgede üstünlüğü sağlayarak,
İslâm toplumuna karşı savaş açmaları. Bu üç
sebebin dışında meselâ; cizye vermekten kaçınmak,
Hz. Peygamber'e dil uzatmak, bir müslümanı öldürmek veya
müslüman bir kadınla zina etmek gibi sebeplerle zimmet akdi
bozulmuş olmaz. Çünkü İslâm Devleti zimmîyi cizye vermeye
zorlayabilir, suç işlediğinde ise ceza hükümlerini
uygulayabilir. İslâm Devleti, cizye karşılığında
onların kendi inançları üzere kalmalarına izin
verdiğine göre, diğer halleri küfrün altında kalır
(el-Kâsânî, a.g.e., VII, 112 vd.; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr,
VI. 381; el-Meydânî, el-Lübâb, IV,147).

Çoğunluk fakihlere, İmâmiyye Şîa'sına
ve Zeydiye'ye göre kitap ehli ile yapılan zimmet akdi cizye
ödemekten veya İslâm'ın kendilerini ilgilendiren genel hükümlerini
uygulamaktan kaçınmaları yahut İslâm Devleti'ne karşı
toplu isyana kalkışmaları halinde bozulmuş
sayılır. Çünkü bunlar zimmet akdinin gerektirdiği
hususlardır. Bunlara uymamak akdin bozulmasını gerektirir.

Şâfiîlerde sağlam görüşe göre,
zimmîlerin ma'siyetleri işlemesi, zimmet sözleşmesinde
şart koşulmadıkça akdi bozmaz.

Zimmîlerin Hak ve Görevleri

1- Hakları:

a- Yerleşme hakkı; zimmet ehli olan gayri müslimler
Mekke'nin harem bölgesi dışında bulunan İslâm
toprakları üzerinde yerleşebilirler. Mekke haremine
onların girememesi şu âyete dayanır: Müşrikler ancak
bir pisliktir (necis), onun için bu yıllarından itibaren onlar
artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar" (et-Tevbe,
9/28). Âyette kastedilen Mekke'nin harem bölgesidir. Bunu âyetin devamındaki;...
Eğer yoksulluğa düşeceğinizden korkuyorsanız,
yakında Allah, dilerse sizi lütfuyla zenginleştirir"
ifadesinden anlıyoruz. Ebû Hanîfe ise onların bütün Hicaz
bölgesi gibi Mekke haremine de girebileceklerini, ancak burasını
sürekli yerleşim yeri olarak seçemeyeceklerini söyler.

b- Can, mal ve ırzlarını İslâm
Devleti'nin koruması gerekir.

c- Mabetlerine, içkilerine ve domuzlarına,
bunları açıktan işlemedikleri sürece dokunulmaz. Bir
müslüman onların içki, domuz vb. yiyecek, içeceklerine zarar
verirse tazmin etmesi gerekir. Şafii ve Hanbelîlere göre ise tazmin
gerekmez.

2- Görevleri:

Yılda bir defa ergin, hür ve erkekler için cizye
ödemek.

Yerleştikleri bölge dışında
ticaret yaparlarsa, onda bir vergi ödemeleri,

Herhangi bir mabedi yeniden inşa etmemeleri.

Müslümanları aldatmamaları ve müslümanların
arasına casus sokmamaları.

Çanları gizlice çalmaları ve dinî
ibadetlerinden herhangi bir şeyi açıktan yapmamaları.

Hiçbir peygambere sövmemeleri ve inançlarını
açıktan açığa dile getirmemeleri.

Zimmîlerle İlgili Bazı Önemli Hükümler

1. Zimmî ile müslümanın evlenmesi: Müslüman
bir erkeğin hristiyan veya yahudi kadınla evlenmesi caizdir.
Çünkü İslâm'da evin reisi kocadır, doğacak çocuklar
babanın dininden sayılır, böylece gayri müslim kadınla
evlenme İslâm'ın yayılmasına yardımcı
olabilir.

Kur'ân'da şöyle buyurulur: Hür ve iffetli
mü'min kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden
hür ve iffetli kadınlar, namuslu olmanız, zina yapmamanız,
gizli dostlar edinmemeniz ve kendilerine mehirlerini vermeniz
şartıyla size helaldır" (el-Mâide, 5/5). Ancak yukarıdaki
âyetin açık olarak ehl-i kitap kadınla müslüman erkeğin
evlenmesine cevaz verdiği halde Hz. Ömer (ö. 23/643) Medâyin
valisi Huzeyfe b. el-Yemân'a (ö. 36/656), evli bulunduğu yahudi
kadının boşamasını bildirmiştir. Kitap ehli
kadınlarla evlenmenin kötüye kullanılması ve müslüman
kadınlara rağbet azalacağı endişesi halife
Ömer'i böyle bir önlem almaya sevketmiş olmalıdır
(el-Cassâs, Ahkâmü'l- Kur'ân, tahkik, Muhammed es-Sâdık, Kahire,
t.y., II, 324). Bu hükmü kaldırma değil, geçici bir uygulamadır.
Çünkü temelde Abdullah b. Ömer (ö. 73/692) dışında
ashab-ı kiramdan kitap ehli kadınla evlenmenin caiz
olmadığını söyleyen yoktur. İbn Ömer bu konuda
şöyle demiştir: "Allah müşrik kadınları, mü'min
erkeklere haram kılmıştır. Ben bir kadının;
Rabbim İsa'dır demesinden daha büyük bir şirk
bilmiyorum" (es-Sâbûnî, Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm, 2. baskı,
Dimaşk, 1397/1977, II, 564). İbn Ömer'in bu sözü haramlığa
değil kerâhete hamledilmiştir. Hristiyan ve yahudilerin inanç
bakımından Allah'a şirk koştukları çeşitli
âyetlerle (bk. et-Tevbe, 9/30; el Mâide, 5/73) belirtilmektedir. Ancak
müşriklerle evlenme yasağı bildiren âyetin (el-Bakara
2/221) genel hükmü, kitap ehli ile evlenmeye cevaz veren başka bir
âyetin hükmü (bk. el-Mâide, 5/5) tarafından tahsis
edilmiştir. Böylece ehl-i kitap kadınlar müşrik
kapsamı dışında
bırakılmıştır. Çoğunluğun görüşü
böyledir (bk. el-Cassâs, a.g.e., II,15, vd.; el-Kâsânî, a.g.e., II,
270, 271; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 37 vd.; Hamdi
Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, 225 vd).

Diğer yandan İslâm toplumuna düşman
olan harbi ve ehl-i kitap bir kadınla evlenmek mekruh olup, bu konuda
icmâ vardır (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II, 372).

2- Zimmî ile müslüman arasında miras hukuku:

Çoğunluk müctehidlere göre, müslümanlarla
gayri müslim arasında miras cereyan etmez. Delil sünnettir. Hadiste
şöyle buyurulur: Müslüman kafir, kâfir de müslümana mirasçı
olamaz" (Buhârî, Hacc, 44, Meğâzî, 48, Ferâiz, 26; Müslim,
Ferâiz,1; Ebû Dâvud, Ferâiz, 10; Tirmizî, Ferâiz, 15). Bu duruma
göre, kitap ehli ile evli müslüman erkekle eşi arasında miras
cereyan etmeyeceği gibi, çocuklar da babalarına tabi olarak
yalnız ondan miras alabilecektir.

Ancak Muaz b. Cebel (ö. 18/639) ve Muâviye (ö.
60/679) ile tâbiîlerden Mesnûk b. el-Ecdâ (ö. 63/683), Saîd b.
el-Müseyyeb (ö. 93/711), İbrahim en-Nehâî (ö. 90/714) ve diğer
bazıları aksi görüştedir. Bu görüşte olanlar
"müslüman kâfirden miras alır, fakat kâfir müslümandan
alamaz" derler. Onlar bu konuda şu hadislerin genel
anlamlarına dayanırlar: İslâm arttırır,
eksiltmez" (Ebu Dâvud, Ferâiz, 10; Ahmed b. Hanbel, V, 230, 236).
İslâm yücedir, onun üzerine yücelinmez" (Buhârî, Cenâiz,
79).

Çoğunluk müctehitler ise yukarıda ilk
verdiğimiz Buhârî hadisini miras konusunu çözümleyen esas delil
olarak alırken, diğer genel anlamlı hadisleri doğrudan
mirasla ilgili görmezler.

Diğer yandan zimmîlerin kendi aralarında
miras cereyan eder. Çünkü küfür ehli tek millet sayılmıştır.

3- Zimmîlerin İslâmî yasaklara saygı göstermesi:

Zimmet ehli, İslâm'ın
yasakladığı ve kendi inançlarına göre de menedilmiş
bulunan şeyleri İslâm ülkesinde işlememekle yükümlüdür.
Zina, eşcinsellik gibi.

Yine zimmîlerin müslümanlarla karışık
bulunduğu yerlerde İslâm'ın şeârine aykırı
olan şeyleri açığa vurmamakla yükümlüdürler. Bu
şey kendi aralarında caiz olsa bile hüküm değişmez.
Mahrem hısımla evlenmek gibi.

Bir zimmî İslâm beldesine açıkça içki,
domuz ve benzeri şeyleri soksa, bunu bilmeme yüzünden yapmışsa
İslâm devletince geri çevrilir ve tekrarı halinde
cezalandırılacağı bildirilir. Bilerek
yaptığı anlaşılırsa, bunlar yine geri
çevrilir ve kendisi darb veya hapis gibi bir ceza ile te'dîb edilir. Diğer
yandan bunları bir müslüman telef etse tazmin etmesi gerekir.
Çünkü bunlar zimmî bakımından mütekavvim (değerli)
maldır.

4. Zimmîye nafile sadaka vermek: Zekât yalnız müslüman
olan yedi sınıfa verilir: "Zekat, Allah'tan bir farz olarak
ancak fakirlere, yoksullara, zekâtı toplayan memurlara, kalbleri
İslâm'a ısındırılmak istenenlere, kölelere,
borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolda kalanlara verilir"
(et-Tevbe, 9/60).

Nafile sadakalar ise yahudi, hristiyan veya
mecûsîlerden fasık ya da kâfir olanlara verilebilir. Bunların
zimmî veya harbî olması da hükmü değiştirmez. Delil
şu âyettir: "Onlar, yemeğe ihtiyaç ve istekleri olduğu
halde, onu yoksula, yetime ve esire yedirirler" (el-İnsân,76/8).
Âyetteki "esir" harbî statüsünde bir kişidir. Hz.
Peygamber'in, susuz köpeği sulayan kimse hakkında şöyle
buyurduğu nakledilmiştir: "Her ciğeri yaş olan
hayvana yardımda ecir vardır" (Buhârî, Mezâlim, 23,
Edeb, 37, Müsâkât, 9; Müslim, Selâm,153; Ebu Dâvud, Cihâd, 44;
Mâlik, Muvatta', Sıfatü'n-Nebî, 23). Başka bir hadiste şöyle
buyurulur: "Senin yemeğini Allah'tan sakınandan
başkası yemesin" (Tirmizî, Zühd, 56; Ebu Dâvud, Edebm,
16; Ahmed b. Hanbel, III, 38). Burada daha fazîletli olan sadaka verme
kastedilmiştir.

Diğer yandan Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e
göre zimmîlere keffaret ve adaktan da verilmesi caizdir. Yemin
kefâretini bildiren âyette şöyle buyurulmuştur: "Bozulan
yeminin keffâreti, ailenize yetirdiğinizin ortalamasından on
yoksulu yedirmek veya giydirmek yahut bir köle azat etmektir. Verecek bir
şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır"
(el-Mâide, 5/89). Bu âyette mü'minle kâfir arasında bir
ayırım yapılmamıştır.

>>>>>


Konular