Şamil | Kategoriler | Konular

Zanni delil

ZANNÎ DELİL

Zanna dayalı olan ve ihtimalli bulunan delil.
Ulaşılmak istenen sonuca götüren kılavuza, huccet, kaynak
veya kanıta "delil" denir. Bir fıkıh terimi
olarak delil; şer'î hüküm elde etmek için başvurulan kaynak
ve kanıt anlamına gelir.

Deliller kesin ve zannî olmak üzere ikiye ayrılır.
Sabit oluşu ve anlama delâlet edişi açık ve kesin olan
delile "kesin delil" denir. Kur'ân-ı Kerîm'deki delâleti
açık olan âyetlerle, mütevatir veya meşhur hadisler ve icma
delilleri kesinlik ifade eder. Kıyas ise kendi başına bir
delil olmayıp o, Kitap, Sünnet veya icmâa dayanan bir "asl"a
muhtaçtır. Başka bir deyimle kıyas, sadece hükmü açığa
çıkarır, yoksa yeni baştan bir hüküm koymaz. Meselâ;
"Cuma günü namaza çağırıldığı zaman
hemen Allah'ı anmağa koşun ve alış-verişi
bırakın" (el-Cuma, 62/9) âyetinden çoğunluk fakihler
cuma namazı sırasında alış-verişin mekruh
olduğu anlamını çıkarmışlardır. Bu
yasağın illeti ise bu vakitteki alış-verişin
namazdan alıkoymasıdır. Öyleyse namazdan alıkoyan
diğer iş ve akitlerle uğraşmak da kıyas yoluyla
aynı hükme tabi olur.

Kesin bilgi veren mütevatir sünnetin hükmü Hz.
Peygamber'e nisbetinin kesin olarak sabit oluşudur. Buna göre
mütevatir sünnetle amel etmek farz olup, bunu inkâr eden dinden çıkar.
Bunların anlama delâleti ihtimalli olmadıkça, ifade ettikleri
anlamla amel edilir. Meşhur sünnet de kesine yakın bir bilgi
ifade eder. Mütevatir sünnet gibi bununla da Kur'ân'ın âmm (genel)
ifadeleri tahsîs, mutlak ifadeleri ise takyîd edilebilir (bk. "Sünnet"
ve "Hadîs" mad.).

Âhad sünnet ise gerek Hz. Peygamber'den rivayet eden
ravîlerinin, gerekse daha sonraki râvîlerinin sayısı, tevatür
sayısının altında bulunan sünnettir. Sünnetin
büyük çoğunluğu Hz. Peygamber'den âhad yoluyla nakledilmiştir.
Âhad sünnet kesin bilgi vermez ve "zann" ifade eder. Bu
yüzden inanç konularında âhad habere dayanılamaz. Ancak,
mezhep imamlarının belirlediği nitelikleri
taşıyan âhad haberler amele ait konularda delil teşkil
eder ve bunlara amel denilir.

Böylece hem sübut ve hem de delâlet bakımından
kesin nasslara (âyet hadis) dayanan namaz, oruç, hac ve zekat'ın
farz oluşu ve zina, hırsızlık, adam öldürme ve
şarap içmenin haramlığı gibi hükümler üzerinde
tereddüt bulunmaz ve bunlarda ictihada da gerek olmaz.

Kesin delillerden olmayan âhad sünnet, maslahat,
istihsan, örf, âdet ve geçmiş şeriatlar gibi zannî deliller
ise müctehidlerin geniş olarak ictihad yaptıkları
alanı teşkil eder. Bunları şu şekilde
belirleyebiliriz:

1- Hem sübut, hem de delâlet bakımından
zannî delillere dayanan hükümler ictihada açıktır. Müctehid
âhad haberden ibaret olan böyle bir hadisi kritiğe tabi tutar.
Şartlarını taşıyan âhad haberle amel eder, aksi
halde hadisi reddedip, problemi ictihadla çözümler. Ebû Hanife'nin tek
kalan ravide şu iki şartı aradığını
biliyoruz: a- Ravî fakih olmalı, b- Naklettiği hadisle kendisi
amel etmeli. Bu nedenle Ebû Hanife, Ebû Hureyre'nin naklettiği;
"Birinizin kabına köpek ağzını sokarsa, birisi
temiz toprakla olmak üzere yedi kere yıkasın" (Buhârî,
Vudû', 33; Müslim, Tahâra, 89, 91, 92, 99) hadisini kabul etmez.
İmam mâlik ise aynı hadisleri Medînelilerin ameline uygunluk
açısından inceler. Bu amele uygun olmayanları kabul etmez.
Nass'lar bir de delâlet bakımından incelemeye tabi tutulur. Amm,
hâs, mutlak, mukayyed, emir, nehiy, anlamına delâletin ibare, işaret
veya başka yollarla olması dikkate alınarak gerçek anlam
belirlenmeye çalışır.

2- Sabır oluşu kesin, fakat anlama delâleti
zannî bir nassa dayanan hükümler de "zannî delil" niteliğindedir.
Bu çeşit delile, lafzı birden fazla anlama ihtimal veren Kur'ân
ve mütevatir sünnet nass'larında
karşılaşılır. Burada ictihad yalnız delâlet
yönünde olur. İki, üç anlamdan birini tercih etmek gibi.

3- Hakkında nass veya icmâ bulunmayan ve dinin
kaçınılmaz temel hükümleri arasında yer alması
gereken esaslar. Kıyas, maslahat, örf ve istishab gibi yöntemlere
başvurarak günlük olarak karşılaşılan
problemler çözümlenir.

Müctehidin zannî delillere dayanarak ulaştığı
sonuç, kendisinin galip zannına göre, Yüce Allah'ın o
meseledeki hükmüdür. Aynı konuda başka bir müctehid yine
galib zannına dayanarak farklı sonuca ulaşmış
olabilir. Müctehid vardığı sonuçta doğruyu
bulabilmişse iki ecir, bulamamışsa bir ecir alır. Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: "Hâkim (müctehid) ictihad
edip de doğru sonuca varırsa iki sevap, varılırsa bir
sevap kazanır" (bk. Buhârî, İ'tisâm, 21; Ebû Dâvud,Akdıye,
2).

Hamdi DONDÜREN


Konular