Şamil | Kategoriler | Konular

Yunus suresi

YÛNUS SÛRESİ

Kur'ân-ı Kerîm'in onuncu sûresi. Yüz dokuz
âyet, bin sekizyüz otuz iki kelime ve beşbin beşyüz altmış
yedi harften ibarettir. Fasılası lam, mim, ve nun harfleridir.
Mekkî surelerden olup, İsra sûresinden sonra nâzil olmuştur.
40, 94, 95, %. âyetleri Medîne'de inmiştir. Mekke döneminin sonlarında,
Mekkelilerin Müslümanlara yönelik baskılarının
arttığı ve Hz. Muhammed'in son uyarılarını
yaptığı bir dönemde nâzil olduğu
anlaşılmaktadır.

Sûrede başından sonuna kadar Hz. Muhammed'in
gerçek peygamber olduğuna inanmayan, ona çeşitli iftira ve
yakıştırmalar yaparak düşman olan müşriklere
kainattan ve daha önceki milletlerin başlarına gelenlerden
örnekler vererek kendilerine gelen bu peygambere inanmaları
gerektiği uyarısı yapılıyor,
inanmadıkları takdirde ahirette başlarına gelecek azab
hatırlatılıyor; bu arada ona inanan Müslümanlar
çektikleri bu sıkıntılar karşısında ahiret
hayatında ödüllendirilecekleri müjdesi verilerek dirençleri arttırmak
isteniyor; Hz. Peygamber'e bizzat hitab eden âyetlerde müşriklerle
yaptığı sözlü mücadelede ona yön veriliyor ve onları
istekleri ve baskıları karşısında teslim
olmaması, bunu yaparsa şiddetli bir cezaya çarptırılacağı
yolunda uyarılıyor. Allah'ın kâinatta ve ahiret hayatında
tek egemen güç olduğu, O'nun çeşitli sıfatları
zikredilerek hatırlatılıyor; müşriklerin
tapındıkları yalancı sahte put ve ilahların Allah
karşısında hiçbir gücü olmayan varlıklar
olduğu kesin bir dille ilan edildikten sonra top yekün Allah'a
dönmeleri konusunda insanlar uyarılıyor.

"İçlerinden olan bir adama: 'İnsanları
(gafilleri) korkut ve iman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri katında
gerçek bir şeref olduğunu müjde ver' diye vahyetmemiz
insanlara şaşırtıcı mı geldi? Küfredenler:
Bu apaçık bir büyücü değil midir?' dediler" (2)
âyetiyle, aralarında yıllarca dürüst, güvenilir, ahlâklı,
kötülüklerden uzak, akrabaya düşkün, zayıfları
kollayan, hiç bir zaman yalan söylememiş ve bu yüzden de her
türlü değerli şeyin kendisine emanet
bırakıldığı "Muhammedü'l-Emin"
dedikleri bir insanın, kendilerini, başlarına şiddetli
bir azab gelmeden önce hak yola dönmeleri için uyarıcı bir
peygamber olarak görevlendirilmesinden
şaşkınlığa düşmek
yakıştırılamıyor insana. Onlar bunun mümkün
olmadığına inanıyor ve Muhammed (s.a.s)'i
yıpratmak için eskiden söyledikleri övgü dolu sözleri bırakıp
ona; "Bundan başka bir Kur'ân getir, ya da onu değiştir"
(15); "Rabbinden üzerine bir âyet (mucize) indirilse ya" (20);
"Bunu kendisi yalan olarak uydurdu" (38); "(Kıyametle
uyarıldıklarında da Eğer doğru sözlüler iseniz
bu belirttiğimiz süre (vaad) ne zamanmış?" (40);
eğlenerek "bu bir gerçek mi?" (53) diyerek karşı
çıkıyorlar, "İlmini kavrayamadıkları ve
kendilerine henüz yorumu gelmemiş bir Şeyi
yalanlıyorlar"dı (39).

Onların bu şekilde karşı çıkışlarına
cevap olarak Allah peygamberden onlara bazı sorular
sormasını istiyor, böylece tartışmada onları köşeye
sıkıştırıyor:

"Güneşi bir aydınlık, ayı da
bir nur kılan ve yılların sayısını ve
hesabını bilmeniz için (aya) duraklar tesbit eden O'dur"
(5).

"Gerçekten gece ile gündüzün ard arda gelişinde
ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde
korkup sakınan bir topluluk için âyetler vardır" (6)
"Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur" (22). "Göklerden
ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere
malik olan (görme ve işitme duyusu haline getiren, istediğinde
de yok etmeye gücü yeten) kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve
ölüyü diriden çıkaran kimdir? Onlar Âllah'ın diyecekler.
Öyleyse de ki: Peki siz (gerçeğe karşı gelmekten) yine de
sakınmayacak mısınız?" (31); "Onlara sor:
Sizin şirk koştuklarınızdan yaratmayı
başlatacak, sonra da onu iade edecek olan var mı? De ki: Âllah
yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra da onu' iade eder.
Öyleyse nasıl olurda şirkin kötü yollarına düşüyorsunuz?
Onlara yine sor: Sizin şirk koştuklarınızdan hakka
ulaştırabilecek var mıdır?' De ki: Hakka
ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse hakka ulaştıran
mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola
ulaştırmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne
oluyor size, nasıl hüküm veriyor musunuz?" (34,35) Onlara sor:
Hiç şunu düşündünüz mü? Eğer o'nun azabı size
gece ya da gündüz geliverse (onu nasıl engelleyeceksiniz?), suçlu
günahkârlar bunu ne diye erkene almak istiyor?" (50); "O,
dinlemeniz için geceyi, gündüzü de ğöz açtırıcı'
olarak sizin için yaratmıştır. Şüphesiz tebliği
işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten âyetler vardır"
(67).. Bu şekilde müşriklerin elini kolunu bağlayan,
onlara söyleyecek hiçbir söz bırakmayan sûre, başka
âyetlerinde inanmaları için davet edildikleri Allah'ın
sıfatlarını tanıtmaya devam ediyor:

"Gerçek şu ki, sizin Rabbiniz altı günde
gökleri ve yeri yarattıktan sonra da arş'ı kuşatan,
işleri evirip çeviren Allah'tır. O'nun izni olmadıkça
hiç kimse (putlarınız dahi) şefaatçi olamaz.
İşte Rabbiniz olan Allah budur; öyleyse O'na kulluk edin
(putlara, tâğutlara, içinizden ileri gelenlere değil). Buna
rağmen anlamayacak mısınız?" (3); "Sizin dönüşünüz
O'nadır..." (4); "Gayb (bizim için sır olan bilgiler)
yalnızca Allah'ındır..." (20); Kıyamet günü
hepsini bir araya toplar (45); Göktekilerin ve yerdekilerin tümü
O'nundur; O öldürür ve diriltir (55-56); insan nerede ve hangi durumda
bulunursa bulunsun Allah onun üzerinde gözetleyicidir; yerde de gökte
de zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden
uzakta (gizli) kalmaz (61); İzzet ve gücün tümü Allah'ındır.
O işitendir, bilendir (65); "Allah çocuk edindi" dediler.
O (bundan) yücedir. O, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır...
(68).

Allah, tanıtıldıktan onların
putları karşısında bütün kainata hakim olan gücü
delillerle anlatıldıktan sonra kendilerine gönderilen peygamber
hakkında taşıdıkları şüphelere cevap
veriliyor sûrenin değişik âyetlerinde: "İçlerinden
olan bir adama insanları korkut ve iman edenlere, muhakkak kendileri
için Rabbleri katında gerçek bir şeref olduğunu müjde
ver' diye vahyetmemiz, insanlara şaşırtıcı
mı geldi? Küfredenler bu apaçık bir büyücü değil
midir?' dediler" (2); Kur'ân hakkında şüpheye düşüp
başka bir Kur'ân daha getirmesini istediklerinde Allah peygambere
şöyle söylemesini emrediyor: "Benim onu kendi nefsimin bir
öngörmesi olarak değiştirmem, haddim değildir. Ben,
yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan
edersem, şüphesiz ben büyük günün azabından
korkarım".Ayrıca de ki: Eğer Allah dileseydi, onu size
okumazdım ve onu size bildirmezdim. Ben bu vahiyden önce sizin
içinizde bir ömür sürdüm. Siz vicdanınızın sesine
kulak vermeyecek misiniz?" (15-16); peygamberliğini
delillendirmek üzere bir mucize istemeleri karşısında ise
söylenecek söz, "Gayb yalnızca Allah'ındır. Siz
bekleyedurun, ben de elbette sizinle birlikte bekleyeceğim (isterse
eğer Allah mucize de verir, azab da indirir)?(20); "Her
ümmetin peygamberi vardır, onun için size de bir peygamber
gönderdik ki, bize peygamber gönderilseydi böyle sapıtmazdık'
(diyecek bir mazeretiniz kalmasın)? (47); onların
inandığı gibi peygamber zengin olacak, altınları,
sarayları, hizmetçileri, olağanüstü yetenekleri olacak diye
bir kural yoktur; o da bir insandır; onun için Allah şu sözü
öğretiyor peygamberine: "Allah'ın dilemesi
dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiç birşeye)
malik değilim, herşey Allah'ın iradesine
bağlıdır" (49). Âyetler peygambere dönerek, hak
davanın öncüsü olarak zorluklarla karşılaşmasının,
hakaretlere uğramasının gayet doğal olduğu
hatırlatılıyor ve şu teselli veriliyor:
"Onların söyledikleri seni üzmesin. Tartışmasız,
izzet ve gücün tümü Allah'ındır. O, işitendir,
bilendir" (65). Daha sonra zorluk karşısında
gevşeyip düşmanlarına pes etmesi halinde
cezalandırılacağı uyarısıyla peygamber dirençli
olmaya çağırılıyor: "Onların söylediklerinden
etkilenip (de) sana indirdiğimizden eğer şüphe
içindeysen, senden önce kitabı okuyanlara sor (senin beklenen
peygamber olduğunu söyleyeceklerdir, onların kitaplarında
bu yazılıdır). Andolsun, Rabbinden sana gerçek gelmiştir;
şu halde kuşkuya kapılanlardan olma" (94), "Ve
Allah'ın âyetlerini yalan sayanlardan olma yoksa kayba uğrayanlardan
olursun" (95); "Sana yararı da zararı da olmayan,
Allah'tan başkalarına tapma. Eğer sen (bu emirlerin
tersini) yapacak olursan, bu durumda muhakkak zulme sapanlardan olursun'
(106); "Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, O'ndan başka
bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır
isterse, O'nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur..."
(107); Ve bu uyarıların ardından kendisine inanıp
hidayete erecek olanların kurtuluşa, karşı çıkanların
ise kendi aleyhine olan bir yola gireceği gerçeği
hatırlatıldıktan sonra kesin bir emir veriliyor kendisine:
"Ve ey peygamber, sana vahyolunana uymaya devam et ve Allah hükmünü
verinceye kadar sabret. O hükmedenlerin en hayırlısıdır"
(109). Kur'ân ise bir yalan değil, kendisinden önce indirilen
kitapları doğrulayan ve onları ayrıntısıyla
açıklayan bir kitaptır.

Allah, müşriklerin şüphelerini ortadan kaldırmak
için az-çok duydukları, bildikleri, hikayeler olarak
anlattıkları geçmişten bazı toplulukların ve
onlara gönderilen peygamberlerin başlarından geçenleri hatırlatıyor.
Bu amaçla Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz. Yunus'tan ve daha başkalarından
sözeden âyetler onlara karşı çıkanların nasıl
cezalandırıldığını haber vererek, bundan
ibret alan müşriklerin hak dine inanmasını sağlamaya
çalışıyor. Örneğin Nuh kavmi; kendilerine okunan
Allah'ın emirleri işlerine gelmeyip ağır geldi ve
iyiliklerini isteyen Nuh ve inananları cezalandırmak için
toplantı yaptılar, onları öldürmeye karar verdiler.
Sonuçta ne oldu?... Biz de onu ve gemide onlarla birlikte olanları
kurtardık ve onları halifeler kıldık. Âyetlerimizi
yalan sayanları da suda boğduk..." (73).

Örneğin Firavun ve adamları: Kendilerine
mucize desteğiyle gelen Musa ve kardeşi Harun'a düşman
oldular, inanmayıp büyüklendiler. Onların peygamber değil
büyücü olduğuna karar verip, kendi büyücülerini onların
karşısına diktiler. Onların sihirli değneklerini
Musa'nın ejderha oluveren değneği birer birer yutunca
Musa'nın Rabbine inanan sihirbazlar Firavun'u yalnız
bıraktılar... Ve Musa'ya inananlar, Allah'a tevekkül etmeye, kıbleye
dönük evler yapıp dosdoğru namaz kılmaya çağırıldılar
(87). Firavun ve adamlarının zenginlikler içinde yüzdürüldüğü
halde isyan etmelerine tahammül edemeyen Musa onların yerin dibine
geçirilmesi için Allah dua etti; ve duaları kabul olundu (88,89).
Musa'yı ve inananların Mısır'ı terkettiklerini
haber alan Firavun ordularının başında peşlerine
düştü ve denizde açılan bir yoldan Musa ve inananlar geçerken
Finavun ve ordusu boğuldu. Firavun ölüm anında gerçek Rabbin
Musa'nın Rabbi olduğuna inandı ama artık geç olmuştu
(90). "Şimdi mi inandın? Oysa sen önceden isyan etmiş
ve fesat çıkarmıştın" (91) denilerek imanı
kabul edilmedi.

Ya Yûnus'un kavmi? Onlar kendilerini azabla korkutan
Yûnus (a.s)'a inanmamışlar, o da azabın gerçekleşmesi
için Allah'a dua ederek bölgeyi terketmişti. Azabı gördüklerinde
ise kavmi inanmış ve azab geri çevrilmişti onların
üzerinden; azabı gördükten sonra imanları kabul edilen tek
topluluktu aynı zamanda Hz. Yûnus'un kavmi (98). Ve bütün bu
örneklerden sonra Allah, Mekkeli müşrikleri uyarıyor:
"Şimdi kendilerinden önce gelip-geçmişlerin
(başlarından geçen) günlerin bir benzerinden başkasını
mı beklemektedirler? De ki: Bekleyedurun, ben de sizlerle birlikte
bekleyenlerdenim. Sonra biz peygamberimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız:
mü'minleri kurtarmamız bizim üzerimizde bir haktır" (102,
103).

Sûrenin değişik yerlerinde insanın bir
başka özelliğinden söz edilerek, aslında onun
yaratılışında tek Allah'a inanma özelliğinin
bulunduğu; nefsi ve şeytanın bunu zamanla
saptırdığı; ancak zor durumda kalıp ölümle
burun buruna geldiğinde (Yûnus kavminde görüldüğü gibi)
içinde tozlanmış küllenmiş olarak korunan tek Allah'a
iman duygusunun ortaya çıktığı, ama tehlikeyi
atlatınca da yine o eski sapıklığına döndüğü
ebedi bir üslupla anlatılıyor.

"İnsana bir zarar dokunduğunda; yan
yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararı üstünden
kaldırdığımızda sanki kendisine dokunan zarara
bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider.
İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle
süslenmiştir" (12); "İnsanlara, şiddetli bir
sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz
zaman, âyetlerimiz konusunda hileler yapmak onların kötü bir işi
(özelliği)dir.." (21); "...gemide bulunduğunuz zaman,
onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla
sevinmektelerken, ona korkunç bir rüzgâr gelip çatar ve her yandan
dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu
(dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını
sanmışken, dinde O'na gönülden katıksız
bağlılar olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: Ândolsun, eğer
bundan bizi kurtaracak olursan, hiç şüphesiz sana şükredenlerden
olacağız! Ama (Allah) onları kurtarınca, onlar hemen
haksız yere yeryüzünde isyana başlar. Ey insanlar, sizin
isyanınızın ancak size zararı dokunur..."
(22,23).

Bu kadar delil ve korkutmadan sonra hâlâ inanmamakta
direnenlerin cezası artık hak olmuştur. Sûrede onların
başlarına gelecekler de haber veriliyor ki kendilerine, belki
bundan sakınırlarda inatlarından dönerler: "Sizin
tümünüzün dönüşü O'nadır... Küfre sapanlar ise, hakikatı
reddetmeleri dolayısıyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve
acıklı bir azap vardır" (4) Allah'la
karşılaşmayacaklarını sanıp dünya ile
yetinen ve bu yüzden de onun dinine kulak vermeyenler; "İşte
bunların kazanmakta olduklarından dolayı barınma
yerleri ateştir" (8). "Sonra o zulmetmemekte olanlara sürekli
olan azadı tadın, denilecek kazanmakta olduklarını
dışında, bir başka şeyle mi
cezalandırılacaksınız?" (52); "Onlar için
dünyada geçici bir meta vardır. Sonra dönüşleri bizedir;
sonra da küfre sapıkları dolayısıyla onlara
şiddetli azabı tattıracağız" (70). Halbuki,
onlar eğer gerçekten bilmiş olsalar, bu azaba uğramadan
önce inanır ve o gün için hazırlık yaparlardı.
Çünkü, "Zulmeden her nefis yeryüzündekilerin tümüne sahip
olsa, bunu (azaptan kurtulma karşılığında) fidye
olarak verirdi. Onlar azabı görünce pişmanlıklarını
gizlerler. Oysa onlar haksızlığa uğratılmadan
aralarında adaletle hükmedilmiştir" (54).

Her yapılanın karşılık
bulacağı o gün, küfretmeyip peygamberin getirdiğine
inanan, bu yolda işkencelere katlanıp malını-mülkünü,
yakınlarını, sevdiklerini, doğup büyüdüğü
toprakları terkedip hicret eden, hak üstün gelsin diye canını
ortaya koyan mü'minler de mükâfatlandırılacaklar: İman
edenler ve salih amellerle bulunanlar da, Rableri onları
imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan,
nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip iletir"
(9); "Güzel iş yapanlara daha güzeli ve fazlası
vardır. Onların yüzlerini en bir karartı sarar, ne de bir
zillet. İşte onlar cennetin halkıdırlar; onda ebedi
olarak kalacaklardır" (26); ...onlar için bir korku yoktur ve
onlar üzülmeyeceklerdir" (62).

Başından sonuna kadar imana çağırılan,
kâinat olayları gösterilerek, daha önceki toplulukların
başlarına gelenler hatırlatılarak, ahirette
karşılaşacakları azabla korkutulup
inandıkları taktirde verilecek mükafatlar haber verilecek ikna
edilmeye çalışılan müşrikler buna rağmen
direnirlerse artık yapacak bir şey kalmamıştır.
... her kötülüğün karşılığı kendi
misliyledir. Bunları bir zillet kaplar. Onları Allah'tan
(kurtaracak) hiç bir koruyucu yoktur. Onların yüzleri, sanki bir
karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir.
İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada ebedi
olarak kalacaklardır.?(27)

Fedkar KIZMAZ


Konular