Şamil | Kategoriler | Konular

Yardımlaşma

YARDIMLAŞMA

Müslümanların karşılıklı
olarak birbirlerine yardımda bulunmaları.

İslâmiyet bir yardımlaşma dinidir.
İslâmiyet'ten önce de sonra da hiç bir din ve fikir sistemi onun
kadar bu konuya eğilmemiş, yardım anlayışı
ve bu anlayışın uygulanışını bu kadar
geniş boyutlara ulaştıramamıştır.

Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerîm'de; "Rabbinin
rahmetini onlar mı bölüyorlar? Dünya hayatında
insanların geçimlerini aralarında dağıtan biziz.
Birini diğerine iş gördürmesi için kimini kiminden zengin kıldık.
Rabbinin rahmeti onların topladıkları
yığınlardan hayırlıdır"
buyurmuştur (Zuhruf, 43/32).

Kur'an-ı Kerîm'den öğrendiğimiz bu gerçeği,
her birimiz günlük hayatımızda da görmekteyiz.
İnsanlık tarihi boyunca olduğu gibi bugün de hiçbir
toplumda, ortak bir hayat ve geleceği paylaşan insanlar
aynı düzeyde değildir. Zayıfı, güçlüsü, fakiri,
zengini, erkeği kadını... ile insan toplulukları hem
bir tezat, hem bir âhenk meydana getirmektedirler. Tabiattaki bu başkalık,
bu tezat bir hareketin kaynağını oluşturuyor ki, buna,
"hayat" diyoruz. Yaratılıştan gelen bu
farklılıkla hayatın içinde yoğrulan insanlar muhakkak
birbirlerine ihtiyaç duymaktadırlar. Pek çok ve değişik
konuda zengin fakire, güçlü zayıfa başvurmak zorunda
kalmaktadır. Hiç bir zengin, "Benim kimseye ihtiyacım
yoktur" diyemez. Çünkü servetini çalıştırdığı
insanların gücü ile kazanır; "Benim param var, kimi
istersem çalıştırırım" demesi bu gerçeği
değiştirmez. Zira, kimi çalıştırıyorsa ona
muhtaç oluyor demektir. Ne tarafa bakarsak bakalım bütün sosyal
ilişkilerde böyle durumlarda karşılaşırız.
Bütün insanların ister istemez bir başkasının gücüne,
parasına, fikrine muhtaç olduğunu görürüz. Onun için Zen
merde, civan pîre, kemân tîre muhtaç, Ebnây-ı beşer, hâsıh
birbirine muhtaç (Yâni, kadın erkeğe, genç ihtiyara, yay oka
muhtaç. Kısacası insanlar birbirine muhtaç) demişlerdir.

İnsanların böyle birbirine muhtaç olmaları,
karşılıklı olarak yardımlaşmaları
zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Yardımlaşma,
toplum hâlinde yaşamanın doğal bir sonucudur. Hem
başkaları ile yaşamak, hem yardıma ihtiyaç duymamak
imkânsızdır. Bunun için İslâmiyet yardımlaşmayı,
bütün maddî ve mânevî hayatımızı kapsayacak
şekilde en geniş sınırları ile ele
almış ve dinî-ahlâkî bir görev olarak ortaya koymuştur.
Kur'an-ı Kerîm'in pek çok âyetinde bu konuya temas edilerek,
müslümanlar yardımlaşmaya teşvik edilmiştir. Hz.
Peygamber de sayısız hadislerinde maddî ve mânevî yardımın
insan hayatındaki önemini dile getirmiştir.

Cenab-ı Hak; "iyilikte ve kötülükten sakınmakta
birbirinizle yardımlaşın; günah ve düşmanlıkta
yardımlaşmayın" (Maide, 5/2), buyuruyor. Zekât
vermekten, tatlı söz ve güler yüzle davranmaya kadar her
şeyin iyilik kapsamına alındığını düşünürsek,
dinimizin yardımlaşma sınırını ne kadar
geniş tuttuğunu daha iyi kavrarız.

Yardım anlayışının özünde
fedâkârlık vardır. Maldan sevgiye kadar her şeyin bir
başkasına verilmesi söz konusudur. Bu verme işi bazan, zekât
ve fitrede olduğu gibi mecbûri olsa da, çoğu zaman tamamen
isteğe bağlıdır. Yine zekât belli bir miktarda alındığı
halde sadakanın sınırı yoktur; dileyen dilediği
kadar verir. Böylece müslümanlar arasında en geniş mânâda
yardımlaşma yapılır. Bu maddî yardımın
dışında, müslümanlar başkalarına söz ve davranışları
ile de iyilik yapmak, onlara sevgi ile bağlanmak zorundadırlar.
Bu da onların görevidir.

Hiçbir iyilikte bulunamayan bir müslüman, eli ve
dili ile başkalarına zarar vermemesi bile iyilik (sadaka)
sayılmıştır.

Aşağıda, genişçe anlatılacak
şekilde bir yardım anlayışının
yaygınlaştırılması fert ve toplum hayatında
önemli değişikliklere sebep olacaktır.
Yardımlaşmanın faydaları hemen hissedilecektir. Bunlar
şöyle sıralanabilir:

1. Yardım yapmakla yoksullar korunmuş olur.
Onların maddi ihtiyaçlarının giderilmesi ile fenalık
yapmaları önlenir. Çünkü fakirlik ve açlık, zayıf
karakterli insanları çoğu zaman kötülüğe sürükler; hırsızlık
yaptırır; haksızlığa iter.

2. Yardım yapanla yapılan arasında sevgi
ve ülfet doğar. Yardım yapılarak topluma
kazandırılan kişiler kin, hased, düşmanlık gibi
kötü duygulardan kurtulur; zenginlerin mallarında gözü olmaz.
Çünkü onların, fakirin hakkını verdiklerini, dinin
emirlerine uyarak en geniş ölçüde yardım ellerini
çevrelerindeki insanlara uzattıklarını bilirler.

3. Peygamber Efendimiz (s.a.s); "Veren el alan
elden üstündür" buyurmuştur. Böylece müslümanlara, yardım
edilen değil yardım eden kişi olmalarının daha
iyi olduğunu bildirmiştir. Sıkıntı ve darlık
zamanlarında müslüman kardeşlerinden yardım,
anlayış ve sevgi görenler, sıkıntılarını
atlatınca çalışıp kazanmaya, alan değil veren
kişiler olmaya bakacaklar. Böylece toplumda bir fazilet yarışı
başlayacaktır.

4. Zekât, sadaka ve diğer maddî yardımlar,
müslümanların güçlü olmalarında, birlik ve beraberlik içinde
bulunmalarında en büyük etken olacaktır. Bir aç ile bir tokun
aynı safta sevgi ve kardeşlik duyguları ile yanyana
bulunabileceklerini düşünmek biraz zordur. Yardımlaşma,
zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu kapatacağı gibi
aralarında bir sevgi ve saygı bağının
kurulmasına da sebep olur.

5. Yardımlaşmanın yaygın
olduğu toplumlarda dostluk duyguları güçlü olur; zenginlik ve
refah artar, fakirlik azalır, dinimizin hoş görmediği
dilencilik ortadan kalkar; hırsızlık ve
dolandırıcılık gibi harâmların işlenmesi en
alt düzeye iner.

Yardımlaşma Çeşitleri

1. Maddî yardım:

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Bilmez
misiniz ki, göklerin ve yerin saltanatı Allah'ındır ve
sizin için Allah'tan başka bir dost ve yardımcı
yoktur" (Bakara, 2/107);

"Göklerin ve yerin mülkü (bütün
hazineleri)Allah'ındır. Allah, her şeye hakkiyle kâdirdir"
(Âlu İmrân, 3/189);

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır"
(Bakara, 2/116, 255). Bu ve benzeri pek çok âyetten de anlaşılacağı
gibi evrende gördüğümüz her şeyin gerçek sahibi Allah
Teâlâ'dır. Fakat, Cenab-ı Hak, yerde ve gökte bulunan bütün
varlıkların, yüce katından bir lütuf ve bağışlama
olarak, insanların hizmetine verildiğini başka âyet-i
kerimelerde beyan buyurmuştur:

"Bir de göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini
(Allah) kendi katından sizin hizmetinize
bağışladı. Şüphesiz ki bunda, düşünecek
bir kavim için ibretler vardır" (Câsiye, 45/13).

Varlığın gerçek sahibi olan Allah
Teâlâ, bunu, kullarından dilediğine verip dilediğinden
alacağını da şöyle açıklamıştır:

"Râsûlüm, Şöyle de: Ey mülkün sahibi
Allahım! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü
çeker alırsın; dilediğini aziz edersin, dilediğini de
zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye
kâdirsin" (Âlu İmrân, 3/26).

Ayrıca, Allah Teâlâ, kendilerine mal ve mülk
verdiği insanları başıboş
bırakmamış, onlara malları ile ilgili bazı
sorumluluklar yüklemiş ve görevler vermiştir.

"Onların mallarında dilencinin ve
(iffetinden dolayı durumunu açıklamayan) yoksulun bir
hakkı vardır" (Zariyât, 51/19);

"O kimseler ki, gayba inanırlar, namazı
gereği gibi kılarlar ve kendilerine verdiğimiz
rızıklardan infak ederler (başkalarına verir ve
yedirirler)..İşte böyle kimseler, Rablerinden olan doğru
yol ve hidâyet üzeredirler ve bunlar azabdan kurtulup sevâba
erenlerdir" (el-Bakara, 2/35), âyetlerinde bu sorumluluk ve
görevlerin; Allah'tan (c.c) bir emânet olarak verilen mallardan bir kısmının
başkalarına verilmesi olduğunu anlıyoruz. Bunun kime,
nasıl ve ne ölçüde verileceği ise Kur'an-ı Kerîm'de
ikiyüze yakın âyet-i kerimede açıklanmıştır.

Dikkat "dilerse, yukarıdaki âyet-i kerimede
iman ve namazdan hemen sonra Cenab-ı Hakk "infak etmeyi"
emretmiştir. "İnfak "Allah'ın (cc) verdiği
malın meşrû bir şekilde elden çıkarılması,
başkalarına verilmesi" demektir. İnfakın farz, vâcip
ve mendup gibi kısımları vardır. Farz olan infak zekât,
vacip olan infak fitredir ki, bunlar hakkında yukarıda
geniş bilgi verilmiştir.

Kur'an'ın pek çok yerinde: "Namazı
dosdoğru kılın, zekâtı verin..." (Bakara, 43,
83,110; Nisâ, 77) emri vardır. İslâmiyet'te en mühim ibadet
namazdır. Müslümanlara namazdan hemen sonra zekât vermelerinin
emredilmiş olması, zekâtın, bir ibadet olarak dinimizde ne
büyük bir yeri olduğunu gösterir. Dinin iman ile temeli atılıp
namaz ile direği dikildikten sonra, geçilecek mühim bir geçidi
vardır ki, zekât, o geçidi geçirecek bir köprü olarak yapılacaktır.

Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

"Üç şey ölünün arkasından mezara
kadar gider: Âilesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner,
birisi kalır. Dönenler âilesi ile malı, kalan da
amelidir" (Riyazü's-Salihîn, I, 139).

Dünyada kalacak olan malımızın,
Allah'ın emrine göre kullanılması ve harcanması
önemli bir iştir. Çünkü bu harcama ile, âhirete uzanan geçide
sağlam bir köprü kurma imkânı elde edilecektir.

Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'de: "Hayır
ve iyilik yapmak hususunda birbirinizle
yarışınız" (el-Bakara, 2/148) buyuruyor.
Hayır ve iyilik mal, el ve dil ile yapılır. Yapılacak
bütün bu iyiliklerin adı "sadaka"dır, ve
Peygamberimiz (sav); "Her iyi iş sadakadır" (Riyâzü's-Salihîn,
I,167) buyurmuştur.

Mal ile yapılacak iyilik ve yardımın
başında zekât gelir.

"Namazı gereği gibi kılın,
zekatı verin ve hayır işlerinden nefisleriniz için önden
her ne gönderirseniz, Allah katında onun sevabını
bulursunuz. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızı
görücü ve kararlığını vericidir" (Bakara,
2/110).

Zekât, mal ile yapılacak mecbûri bir yardım
şeklidir. Fakat mal ile yapılacak yardım zekâttan ibaret
değildir. Müslümanlara, ihtiyaçlarından fazla olan
mallarından başkalarına vermeleri emir ve tavsiye
edilmiştir. Aşağıdaki âyet ve hadisler, zekâtın
dışında, sadaka olarak başkalarına yardım
etmemiz gerektiğini ve bunun önemini anlatmaktadır.

Allah Teâlâ buyuruyor ki:

"Yüzlerinizi (namazda) doğu batı
tarafına çevirmeniz hayır ve taat değildir. Fakat
hayır ve ibadet, Allah'a, âhirete, meleklere, Allah'ın
indirdiği kitaplara ve peygamberlere iman edenin ibadetidir ve Allah
sevgisi üzere, yahut mala olan sevgisine rağmen, malı fakir
akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere, köle
ve esirlere (kurtuluşları için) harcayan, namazı
gereği üzere kılan ve zekâtı veren kimsenin...
hayrıdır" (Bakara, 2/177); "Ey Rasûlüm, onlar neyi
nafaka olarak vereceklerini sana soruyorlar. De ki: Maldan vereceğiniz
şey, ana-babanın, akrabanın, yetimlerin, yoksulların,
yolcunundur. Hayır olarak daha her ne yaparsanız Allah Teâlâ
onu bilir ve mükâfatını verir" (Bakara, 2/215).

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:

"Bir hurmanın yarısı ile, bunu da
bulamazsanız güzel sözle ateşten korununuz" (Müslim,
Zekât, 95);

"Herhangi bir müslümanın diktiği
ağaçtan yenen, çalınan ve eksilen şey, o ağacı
diken için sadakadır" (Riyazü's-Salihîn, I, 168).

Ferdi, sosyal faaliyetlerin merkezi sayarsak, onu, iç
içe bazı çemberlerin çevrelediğini görürüz. Kendisine en
yakın çemberi çocukları ve anne-babası oluşturur.
Daha sonra, yakın akraba, yakın ve uzak komşular ve içinde
yaşadığı toplumun diğer bireyleri gelir. Âyet ve
hadislerden,. insanın, bu yakınlık derecesine göre başkalarına
yardım elini uzatması gerektiğini öğreniyoruz.

Uzre oğullarından, hayır yapmak isteyen
birisi, Peygamberimizin yanına gelmişti. Adamın tek bir kölesi
vardı. Rasûlüllah köleyi ondan aldı, sattı ve
parasını kendisine verdi. Sonra ona şunları söyledi:
"Bu parayı önce kendi ihtiyaçların için harca. Artarsa
âilen için sarfet. Âilenden de birşey artarsa sana
yakınlığı ve hısımlığı olana
harca; bunlardan da bir Şey artarsa -yanındaki yoksulları göstererek,
şöyle, şöyle sadaka yap" buyurdu (Müslim, Zekât, 41).

Yine Peygamberimiz (s.a.s), bahçesini sadaka olarak
vermek isteyen Ebû Talha'ya onu akrabalarına tasadduk etmesini
tavsiye etmiş, Ebû Talha bahçeyi akrabaları ve amca
oğulları arasında taksim etmişti (Müslim, Zekât, 42,
43).

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle
buyurulmuştur: "Verenin eli yüksektir. Hem nafakasını
verdiğin kimselerden başla! Anneni, babanı, kız
kardeşini, erkek kardeşini sonra sana en yakın ve ondan
sonra en yakın olanlarını gör, gözet" (Nesâî,
Zekât, 51).

Şu halde, bir müslüman başkalarına
malı ile yardım etmeyi düşünürse, önce yakınlarından
başlamalı ve derece derece yardım halkasını
genişletmelidir. Tabii bu arada dikkat edeceği en önemli
şey, yardım edeceği kişilerin gerçekten yoksul olup
olmadıklarıdır.

Peygamber Efendimiz: "Gerçek zenginlik malın
çokluğu değildir. Aksine gerçek zenginlik gönül zenginliğidir"
buyurmuştur. Fakat insan hiç bitmeyecek olan gönül zenginliği
yerine daha çok mal zenginliğini ister, gözünü hırs bürür,
kazandıkça kazanmak arzusu içini kaplar. İnsanların bu
ruh hâlini sevgili Peygamberimiz: "Âdemoğlunun iki vâdi
dolusu malı olsa, üçüncü vâdiyi de ister. Âdemoğlunun iç
boşluğunu (ihtiraslı gönlünü) topraktan başka
birşey dolduramaz. Şu kadar ki, bu ihtirasından tevbe eden
kişinin tevbesini Allah kabul eder" (Müslim, Zekât, 116)
sözleri ile açıklamıştır.

Başka bir hadis-i şerifte de;
"Yaşlı kimsenin kalbi iki Şeyi sevmekte dâimi
gençtir: Uzun hayat isteği ve mal sevgisi" (Müslim, Zekât,
III) buyurularak mala olan bağlılığın bir ömür
boyu devam edeceği haber verilmiştir.

Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:

"Şeytan sizi, fakir olacaksınız
diye korkutur, size cimrilik ve sadaka vermemekle emreder. Allah ise lütfundan
bir mağrifet ve fazla üstünlük vaad ediyor" (Bakara, 2/167).

"Âllah'ın fazlından kendilerine
verdiği şeye cimrilik edenler, hiçbir zaman onu kendilerine
faydalı sanmasınlar. Aksine bu, kendileri için bir Şerdir.
Onların cimrilik ettikleri şey, kıyâmet günü boyunlarına
dolanacaktrr. Göklerin ve yerin mîrası Allah'ındır.
Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdârdır"
(Âlu İmrân, 3/180).

Bir müslümanın, hadis-i şeriflerde
belirtilen mal hırsını yenerek âyetlerde belirtilen
şeytanın aldatması ve cimrilik duygularını alt
ederek, Allah'ın kendisine bir ihsan, bir lütuf, bir nimet olarak
verdiği malından hayır yolunda, Allah ve Rasûlü'nün
emrettiği şekilde harcaması şüphesiz çok asîl bir
davranıştır. Böylece nimetin kadri bilinmiş, şükür
edâ edilmiş ve Hakk'ın rızasına
ulaşılmış olur. Lâkin, Cenab-ı Hakk'ın gerçek
anlamda bir yardımda bazı özellikler aradığını
görüyoruz. Âlu İmrân sûresinin 92. âyetinde Allah Teâlâ
şöyle buyuruyor:

"Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe,
siz, Cennete eremezsiniz. Allah yolunda her ne harcarsanız muhakkak
Allah onu bilir" (Âlu İmrân, 3/92).

Şu halde biz, mal sevgisi ile Allah
rızasını kazanmak arasında bir tercih yapmak
zorundayız. Bir imtihandan geçiriliyoruz. Mallarımızdan
sevdiklerimizi, sırf Allah rızasını umarak, yoksullara
verirsek bu imtihanı kazanmış olacağız. Bu konuda
Peygamberimizin yakın dostlarının
davranışları bize örnek olmalıdır.

Enes b. Mâlik şöyle anlatıyor:

"Ensar'dan Ebû Talha, Medine zenginlerinden idi.
Kendisinin en çok sevdiği malı da, Mescid-i Nebevî'nin karşısındaki
Beyraha denilen bahçesi idi. Rasûlüllah oraya gider ve içindeki güzel
sudan içerdi. "Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe,
siz, Cennete eremezsiniz" âyeti nâzil olunca Ebû Talha kalkıp
Rasûlüllah'ın yanına geldi, ve: "- Allah,
Kitabın'da;

"Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe,
siz, Cennete eremezsiniz, " buyuruyor. Mallarımın bana en
sevimlisi Beyraha'dır. O, Allah için bir sadakadır. Bu
sadakanın hayrını ve Allah katında onun tükenmez bir
âhiret azığı olmasını umarım. Yâ
Rasûlüllah! Bu bahçemi istediğin yere sarf et," dedi..."
(Müslim, Zekât, 42).

Mal ile yapılacak bir yardım şekli de
"karz-ı hasen" dir. "Karz" fâiz ve benzeri
herhangi bir menfaat beklemeden ödünç para vermek demektir. Bu da
Allah'ın övdüğü bir malî yardım şeklidir.
Kur'an-ı Kerîm'de bu fedâkârlık o kadar yüceltilmiştir
ki, ödünç veren kişi sanki insanlara değil Allah'a
vermiş gibi telâkkî edilir:

"Sadaka vererek iyilik eden erkekler ve kadınlar,
bir de Allah'a gönül hoşluğu ile ödünç verenler yok mu,
Allah onların mükafatını kat kat verecektir. Onlar için
çok şerefli bir karşılık vardır" (Hadid,
57/18) âyetinde, Allah rızası için ödünç para verenler işte
böyle öğülmüştür. Böylece Allah Teâlâ, dünyada sıkışan
ve darda kalan kullarına, herhangi bir çıkar düşüncesinden
uzak, dinimizin yardım ve iyilik anlayışı içinde
borç verenlere ahirette kat kat manevî mükâfat vaad etmiş
bulunuyor.

Herkesin yararlanabileceği çeşme, köprü,
cami, okul, yol, hastahâne, dispanser gibi hayır kurumları
yaptırmak da mal ile yapılan yardımlardandır. Bu tür
hayır eserlerine sadaka-i câriye (devamlı sadaka) denilir ki,
sevabı çok fazladır. Sadaka-i câriye anlayışı,
vakıfların ortaya çıkmasında çok büyük etki yapmış
ve İslâm dünyasının her tarafı halka hizmet götüren
vakıf kuruluşları ile dolup taşmıştır.

Sosyal ve ekonomik hayatımız açısından
malla yapılacak en önemli yardımlardan biri de servet
sahiplerinin mallarını yatırıma aktarmaları ve
çalışmak isteyenlere iş ve geçim imkânı
hazırlamalarıdır. Hayatını çalışarak
kazanmak isteyen, helâl kazanç peşinde koşan bir kişiye
yardım eli uzatmanın en iyi şekli budur. Çünkü bu davranışımızla
hem bir müslümana geçim imkânı vermiş, hem de onun
şeref ve şahsiyetini korumuş oluruz.

Mânevî yardım:

Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:

"İçinizden, insanları hayra çağıracak,
iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk
bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir; Siz
insanlık için meydana çıkarılmış en
hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, fenalıktan
alıkoyarsınız ve Allah'a imanınızda devam
edersiniz" (Âlu İmrân, 3/104, 110);

"İyiliği emretmek ve fenâlıktan
sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günâh işlemek
ve düşmanlık yapmakta yardımlaşmayın. Allah'tan
korkun, çünkü Allah'ın azabı çok şiddetlidir" (Mâide,
5/2).

"Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar
birbirlerinin yardımcılarıdır; iyiliği emreder,
fenâlıktan alıkorlar, namazı gereği üzere kılarlar,
zekâtı verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler" (Tevbe,
9/71).

"Bir kimse iyi bir iş işlerse
faydası kendisinedir" (Câsiye, 45/15).

Ebû Musa (r.a)'dan rivayet edildiğine göre,
Peygamberimiz:

"- Her müslümana sadaka vermek vâciptir, "
buyurdu. Oradakiler:

"- Yâ Rasûlüllah! Eğer sadaka olarak
verecek bir şey bulamazsa ne yapar, söyler misiniz?" dediler.

- Çalışır, elinin emeği ile
kazandığını hem kendisi harcar hem de sadaka olarak
verir, " buyurdu.

"- Çalışmaya gücü yetmezse ne yapar,
ne dersiniz?" denildi.

"- Sıkıntıya düşmüş bir
muhtaca yardım eder, " buyurdu.

"- Böyle bir yardıma gücü yetmezse?"
denildi.

"- İyilik ile yahuut hayır ile emreder,
" buyurdu.

"- Bunu yapmaya da kudreti yetmezse?"
denildi.

"- Kötülükten kendisini sakındırır,
bu da onun için bir sadakadır" buyurdu (Müslim, Zekât, 55).

Yine, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimin iyi ve kötü bütün amelleri bana
gösterildi. İyi amellerin içinde, eziyet verecek şeyin yoldan
kaldırılması da vardı. Mescidin kirletilmesi ve o hâliyle
bırakılmasını da kötü ve çirkin ameller arasında
gördüm" (Riyazü's-Salihîn, I, 157).

"Kardeşini güler yüzle karşılamaktan
ibaret bile olsa hiç bir iyiliği hor görme"
(Riyazü's-Sâlihîn, I, 159);

"En küçük iyilik, insan olsun, hayvan olsun
gelip geçene eziyet veren şeyi ortadan kaldırmakla
başlayan hazır ve yardımdır" (Kefu'l-Hafâ, I,
198).

Daha pekçok âyet ve hadiste insanlara iyilik yapmaları
emredilmiş ve bunun yolları gösterilmiştir.

Bir insanın bizzat kendisine ve âile bireylerine
karşı görevlerini yerine getirmesi bir iyiliktir. Komşusu
ile olan ilişkilerinde kırıcı olmaması, ona her
konuda yardım elini uzatması bir iyiliktir. Bir yoksulun, bir
yetimin yedirilip-giydirilmesi ve barındırılması
nasıl maddî iyilikse, güler yüz ve tatlı sözle
gönüllerinin alınması, sevgi ile başlarının
okşanması da bir iyiliktir. Üzgün ve dertli birini teselli
etmek, bildiklerini bir başkasına öğretmek, çevredekilere
doğru yolu göstermek, hasta, yaşlı ve kimsesizleri ziyâret
etmek bir iyiliktir. Her konuda çevremizdeki insanların
yardımına koşmak; hasta, yaşlı ve sakat bir
kardeşimize taşıtlarda yer vermek, elinden tutup yolda
karşıdan karşıya geçmesine yardım etmek, bir
yolcuya, bir misâfire gideceği veya aradığı yeri göstermek
iyiliktir. Sokakta, caddede, mahallede, çarşıda, pazarda
taşı, çamuru, pisliği, dikeni kısaca insanlara eziyet
ve tiksinti veren bir şeyi ortadan kaldırmak iyiliktir.
İnsan olsun, hayvan olsun susayan birine su vermek iyiliktir.
Kısaca, Allah ve Rasûlünün bizden yapılmasını
istediği, akıl ve vicdanın hoş gördüğü bir
şeyi yapmak iyiliktir. Hatta kötülükten sakınmak ve bir
başkasına kötülük yapmamaya çalışmak da iyiliktir.
Bütün bu iyilikler de sadakadır.

Sayılmakla bitirilemeyecek kadar çok olan
iyiliklerin bir yarış havası içinde yapılması
her müslümanın görevidir. Herkesin yapabileceği bir iyilik de
mutlaka vardır. Hatta, müslüman yalnız bu iyilikleri yapmakla
kalmamalı, başkalarının da bunları yapmasına
yardımcı olmalı, onları iyilik ve yardım
konusunda teşvik etmelidir. Çünkü Allah Teâlâ, iyilikte ve
kötülükten sakınmakta yardımlaşmamızı
emretmiştir. Allah için iyilik yapan, Allah için maddî ve mânevî
yardımda bulunan kimsenin mükâfatını da şüphesiz
Yüce Mevlâmız verecektir.

İyilikte yardımlaşmak kadar kötülükten
alıkoymaya çalışmak da müslümanların dinî-ahlâkî
görevleri arasındadır. Yukarıda da geçtiği gibi
Allah Teâlâ; "Günâh ve düşmanlıkta
yardımlaşmayın" diye emretmiştir. Kur'an-ı
Kerim'de, "iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak",
faziletli insanların özelliği olarak zikredilir. Bütün
peygamberler bu emri yerine getirmiş ve kendilerine gönderildikleri
toplulukları fenâlıktan alıkoymaya çalışmışlardır.
Peygamberlerinin öğütlerini dinlemeyen isyankâr İsrâiloğulları
hakkında Cenab-ı Hakk; "Onlar, birbirlerini,
yaptıkları kötülükten alıkoymazlardı. Gerçekten ne
kötü iş yapıyorlardı" (Mâide, 5/79) buyurmuştur.

Hz. Peygamber bir hadis-i şerifinde; "Sizden
her kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin.
Eğer eliyle değiştirmeye gücü yelmezse diliyle, ona da
gücü yetmeyen kalbiyle. Bu, imanın en zayıf
olanıdır" (Müslim, İman, 78) buyurmuştur.

Şu hâlde, iyiliğin emredilmesinde
olduğu gibi kötülükten alıkoyma da söz ve davranışlarla
olacaktır. Mü'min kişi gördüğü kötülükleri, ister
büyük ister küçük olsun, eliyle düzeltmeye, o fenâlığa
engel olmaya çalışmalıdır. Bunu yapamayanların kötülük
yapanlara nasihat etmeleri, yaptıklarının çirkinliğini
anlatmaları, sözle onları kötülükten vazgeçirmeye çalışmaları
ahlâkî görevleridir. Eğer bu görev yapılırsa kötüler
ve kötülükler azalır, iyilik yaygınlaşır, toplum
huzur bulur. Aksine davranış kötülüklerin bir salgın
gibi her tarafa yayılmasına, toplumu içten çökertmesine sebep
olur. Bunun içindir ki, dinimiz, iyiliği emir ve kötülükten alıkoymayı
(emr bi'lma'rûf, nehy ani'l-münker) müslümanların yapmaları
gereken önemli görevler arasına almıştır.

Yardım yapılırken dikkat edilmesi
gereken hususlar

Eğer yardımdan, yardımlaşmadan söz
ediliyorsa, mutlaka orada bir yardım edenle bir de yardım
edilen, yahut alanla veren vardır. Kısaca yardım, iki veya
daha çok kişi arasında olur. Yardımın istenilen
şekilde olabilmesi, yerini bulması için bazı hususlara
dikkat edilmesi gerekir. Hak sahibi aranmadan, dikkatsizce yapılan
yardımların çoğu zaman arzu edilen sonucu vermediği
unutulmamalıdır. Bunun için yardım yapılırken
aşağıdaki hususlara dikkat etmekte yarar vardır.

1. Yardım Allah rızası için yapılır.
Allah (c.c) rızası gözetilmeden yapılan iyilikte riyâ ve
gösteriş, yahut çıkar düşüncesi vardır.
Cenab-ı Hakk, yardımlarında kendi rızasını gözetenleri
şöyle öğüyor: "Malınızdan hayır
adına her ne harcarsanız kendi menfaatiniz içindir. Zira siz,
ancak Allah rızasını gözeterek verirsiniz. Böylece hayra
dâir her ne verirseniz onun sevabı tam olarak size ödenir. Hakkınız
yenmez ve size zulüm edilmez" (Bakara, 2/272).

2. Yardım yapılacağı zaman gerçekten
yoksul olan kimseler aranmalıdır. Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor:

Sadakalarınızı o fakirlere verin ki,
onlar, Allah yolunda çalışmaya koyulmuşlardır; öteye
beriye koşup kazanamazlar. Dilenmekten çekindikleri için, tanımayanlar,
onları zengin zannederler. Ey Rasûlüm! Sen onları yüzlerinden
tanırsın. Onlar iffetlerinden ötürü insanları
rahatsız edip bir şey istemezler. Siz malınızdan
bunlara ne harcarsanız, muhakkak Allah onu hakkıyle
bilicidir" (Bakara, 2/273).

Fazilet ve hayâ sahibi insanlar, yoksulluklarını
açığa vurmaz, başkalarından kolay kolay bir şey
istemezler. Yardım yapacak zenginlerin, çevrelerinde böylelerini
arayıp bulmaları ve haysiyetlerini zedelemeden onlara
yardım etmeleri gerekir. Hiç ihtiyaçları
olmadığı halde istemeyi ve dilenmeyi
alışkanlık hâline getirenler çoktur. Peygamberimiz'in
(s.a.s) kötülediği bu kişilerden uzak durmalı ve
kendileri yoksul olarak değerlendirilmemelidir.

3. Âdi, işe yaramaz şeyler yardım diye
başkalarına verilmemelidir. Düşük ve bayağı
şeyleri vermek mürüvvet ve cömertliğe sığmaz.
Cenab-ı Hakk'ın şu buyruğu unutulmamalıdır:

"Ey iman edenler! Kazandıklarınız
ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerden
en helâl ve iyisinden Allah yolunda harcayın. Kendinizin, ancak, göz
yumarak alabileceği düşük ve bayağı şeyleri
vermeye kalkışmayın. Biliniz ki, Allah verdiğiniz
sadakalardan müstağnidir, her hâlde hamde lâyıktır"
(Bakara, 2/267).

4. Yapılan yardım hiç bir şekilde
başa kakılmamalıdır. Başa kakılarak
yapılan yardımın sevabı yok olur. İyilik yerine kötülük
yapmamak gerekir. Hiç şüphe yok ki, başa kakmanın
vereceği üzüntü, maddî yardımın sevincinden çok fazla
olur. Allah Teâlâ, başa kakılarak yapılan
yardımı mü'min olmayan kimselerin işleri olarak
nitelemiştir:

"Ey iman edenler! Sadakalarınızı;
insanlara gösteriş için malını harcayan, Allah'a ve
âhiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakmak ve eziyet etmek
suretiyle boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin
hâli, üzerinde az bir toprak bulunan bir kayanın hâline benzer ki,
ona şiddetli bir yağmur isabet edince, üzerindeki toprağı
temizleyip kendisini katı bir taş hâlinde bırakır.
Onlar, yaptıkları şeylerden hiç bir sevap kazanamazlar.
Allah, kâfirler topluluğuna hidâyet etmez" (Bakara, 2/264).

5. Yoksulun hâlinden anlamalı ve ona iyi
davranmalıdır. Yardım yapacak kimseler uyanık
olmalıdır. Nice yoksullar vardır ki, utandıkları
için açıktan bir şey isteyemez, durumlarını üstü
kapalı anlatmayı tercih ederler. Aslında ihtiyaç
sâhibinin hâli kendisini gösterir. Yardımseverler bu duruma dikkat
etmeli ve onları küçük düşürmeden yardım elini
uzatmalıdırlar.

Bir ümitle gelen ve yardım isteyen kimselere iyi
davranmak gerekir. Güler yüz ve tatlı söz, yardım
yapılmasa bile, isteyeni memnun eder. Bunun için bazıları:
"İhtiyaç sahiplerin tebessümle karşıla, verirsen
teşekkür eder, vermezsen mazur görürler" demişlerdir.

6. Peygamber Efendimiz: Kardeşini güler yüzle
karşılamaktan ibâret de olsa hiçbir iyiliği hor görme"
(Riyazü's-Sâlihîn, I, 159) buyurmuştur. Öyleyse hiçbir yardım
küçük görülmemelidir.

7. İyilik ve yardımda bulunacak kişinin
bunu zamanında yapması, fırsatı kaçırmaması
gerekir. Zamanı geçirilerek yapılan yardım ihtiyacı
karşılamaktan uzaktır. "Elden gelen öğün olmaz,
o da vaktinde bulunmaz" dedirtmemelidir.

8. Yardım yapılırken mümkün olduğu
kadar gizliliğe dikkat edilmelidir. Zekât gibi farz olan ibadetlerde
açıklık esastır. Fakat sadakalarda aksine
davranış insanı riyâdan kurtarır. Cenab-ı Hakk;
Eğer sadakaları gizler de onları öylece fakirlere
verirseniz, bu, sizin için daha hayırlıdır ve günâhlarınızdan
bir kısmını örter" (Bakara, 2/271) buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz de, sağ elinin verdiğini sol eli duymayacak
şekilde gizli sadaka verenlerin, âhirette arşın gölgesinde
gölgeleneceklerini haber vermiştir (Tecrid, II, 620). Hz. Abbas
şöyle demiştir: "İyilik üç şeyle
tamamlanır Acele etmek, küçük göstermek, gizli tutmak. Acele
etmekle sevindirmiş, küçük tutmakla büyütmüş, gizli
tutmakla tamamlanır olursun. "

Başkalarından yardım bekleyen
kişilerin de dikkat etmesi gereken hususlar vardır. Bunlara
dikkat edilmemesi yardım yapanların şevkini kırar,
ellerini yardımdan çekmelerine sebep olur.

1-İhtiyaçtan fazlası istenmemelidir.

2-Yapılan yardımın sızlanmadan,
azımsamadan kabûl edilmesi gerekir.

3-Yardım, kerîm olandan istenmelidir. İyilik
yapmayı sevmeyenden iyilik beklemek insanı
perişanlığa sürükler. Yardım imkânı olmayandan
istemek onu güç durumda bırakır. Hz. Ali (r.a): "Yoku,
"yok!" denilinceye kadar anlamayan ahmaktır"
demiştir.

4. İyilik ve yardım yapana nankörlükle değil,
teşekkür ve duâ ile karşılık verilmelidir. Peygamber
Efendimiz: "İnsanlara teşekkür etmesini bilmeyen Allah'a
şükretmesini bilmez ve nimetin kesilmesine müstahak olur"
(Ahmed b. Hanbel, Müsned TV, 278) buyurmuştur. Şu halde nankör
olmamak, iyilik ve yardımları teşekkürle, karşılamak
ahlâkî bir görevdir. Bu görev duâ ile tamamlanmalıdır.

İşte bu anlayışla yapılacak
yardımlar, müslümanları Hakk'ın rızasına
ulaştıracak olan yardımlardır.

Şamil İA


Konular