Şamil | Kategoriler | Konular

Vasiyet

VASİYET

Emretmek, bir işi birisine ısmarlamak, bir
malı ölümden sonra bağışlama anlamında bir
fıkıh terimi. Terim olarak, dinî ilimlerden fıkıhta
ve hadis usûlünde ayrı ayrı manalara gelmektedir.

Fıkıh Istılahında Vasiyet
Fıkıh ıstılahında vasiyet iki aynı manada
kullanılmaktadır.

1- Bir malı veya menfaati ölümden sonraya bağlayarak
bir şahsa veya hayır kurumuna karşılıksız
olarak bağışlamak (Tehanevî, Keşşafu
Istılahati'l Funûn, II,1526; Nasuhî Bilmen, Hukuku İslâmiyye
ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, V, 115).

2- Bir kimsenin ölmeden önce, küçük çocuklarının
mâlî işlerini yürütmekte veya terikesinde tasarrufta bulunmakta
birisini yetkili kılmasıdır (Tehânevî, aynı yer).

Malını veya bir malının
menfaatına ölümüne bağlayarak bir şahsa veya hayır
cihetine hibe eden kişiye vasî, kendisine mal veya menfaat bırakılan
(vasiyet edilen) kişiye veya hayır cihetine mûsâ leh, vasiyet
edilen mala ya da menfaate mûsâ bih, vasiyette bulunma olayında
îsa denilir.

Vasiyet Çeşitleri

Vasiyet bir olay veya zamanla kayıtlı
olmazsa, mutlak vasiyet, belirli bir olayla veya zamanla "şu
işim olursa", "şu zamana kadar ölürsem." gibi
kayıtlı olursa mukayyet vasiyet; mûsâ bihin miktarı,
malın üçte biri, dörtte biri gibi bir oranla değil, belirli
bir miktarla belli olursa mürsel vasiyet; miktar belli edilmeden
terikenin üçte biri dörtte biri gibi bir oran vasiyet edilirse bu
vasiyete de gayri mürsel vasiyet denilir. Vasiyet edilen şeyin mal
veya menfaat olması bakımından da vasiyetler, vasiyye
bi'l-mal ve vasiyye bil'l-menfaat kısımlarına
ayrılırlar (Bilmen, a.g.e., V,115; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî
ve Edilletuhu, VIII, 9).

Vasiyetin Meşruiyeti

Vasiyet, İslâm'ın meşru kabul
ettiği akitlerdendir. Tarihî açıdan
bakıldığında vasiyetin İslâm'dan önce de var
olduğu görülmektedir. Mesela Romalılarda aile reisi
malında vasiyet yoluyla ve hiç bir kayda tabi olmadan dilediği
gibi tasarrufta bulunuyordu. Hatta bazan malının tamamım
yabancılara vasiyet edip, kendi varislerini mirastan mahrum
bırakabiliyordu. Daha sonra bir takım değişiklikler
yapılarak, babanın malının en az dörtte birini
çocuklarına bırakması zorunlu hale getirildi. Cahiliye
Araplarında da vasiyet sınırsız bir şekilde
vardı. Araplar, kendi akrabalarını muhtaç bırakmak
pahasına büyüklük taslamak için, mallarının
tamamını yabancılara vasiyet ediyorlar ve bununla
övünüyorlardı (Zuhaylî, a.g.e., VI, 7). Demek oluyor ki, İslâm
vasiyeti ihdas etmedi, hazır buldu. İslah ederek ibka etti,
hatta tavsiye etti.

Vasiyet, tüm İslâm müctehidlerine göre meşrûdur.
Meşrûiyeti, Kitap, Sünnet ve İcma ile sabittir; Bakara sûresinin
180. âyetinde: "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir
hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde
vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzere bir borçtur'; 240. âyetinde
de: "İçinizden ölüp de dul eşler bırakanlara
gelince, onlar eşlerinin evlerinden çıkarılmadan bir
yıla kadar bıraktıkları terikeden faydalanmaları
hususunda vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar kendiliklerinden çıkıp
giderlerse, iyilikle kendileri hakkında yaptıklarından size
bir günah yoktur. Allah azîzdir hakimdir"buyurulmaktadır. Nisâ
sûresinin 11 ve 12. âyetlerinde de ölenin bazı
yakınlarının mirastaki hisseleri belirtilirken, bu
hisselerin borçlar ödendikten ve vasiyetler tenfiz edildikten sonra hak
sahiplerine ödeneceği beyan edilmektedir.

Hz. Peygamber'in hadislerinde de vasiyet teşvik
edilmiştir. Mesela İbn Ömer'den rivayet edilen bir hadiste:
"Bir Müslümanın vasiyet etmek istediği bir şey olup
da, vasiyeti yastığının altında yazılı
olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir"
buyurmaktadır (Buharî, Vesâya, 1; Müslim, Vesâya,1-4; İbn Mâce,
Vesâyâ, 2). Hz. Peygamber bir başka hadisinde de: "Âllah
(c.c) size, amellerinize ziyade olarak ölümünüz esnasında
mallarınızın üçte birini tasadduk etti (vasiyet etme
yetkisi verdi) "buyurmuştur (İbn Mace, Vesâyâ, 5;
Zeylaî, Nasbu'r Râye, IV, 399, 400).

Bu âyet ve hadislerin delaleti doğrultusunda
İslâm alimlerinin tümü vasiyetin meşruluğunda ittifak
etmişlerdir. Dolayısıyla vasiyet İcma ile de
meşrudur (Merginânî, el-Hidâye, IV, 232; İbn Kudâme, el-Muğnî,
VI, 444).

Vasiyetin Hükmü Prensip olarak vasiyet müstehap (Merğınanî,
a.g.e., IV, 231) veya menduptur (Zuhaylî, a.g.e. VIII,11). Yukarıdaki
âyet zahiren vasiyetin farz olması gerektiği izlenimi
verebilir. Çünkü âyet-i kerimede vâsiyetin Allah'ın kullar
üzerinde bir hakkı olduğu vurgulanmaktadır. Ancak ulema bu
âyetin, daha sonra inen miras âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir.
Bu âyetin mensuh oluşunun delili sahabelerden bir çoğunun
vasiyette bulunmamalarıdır. Çünkü eğer vasiyet farz
olsaydı sahabelerin bunu terketmeleri mümkün olmazdı. Zaten
İbn Abbas ve İbn Ömer vasiyetin farz olacağı
izlenimini veren bu âyetin mensuh olduğunu söylemişlerdir
(Zuhaylî, a.g.e., VIII, 12).

Vasiyetler dînî açıdan beş grupta
toplanırlar:

a- Vacip vasiyetler: Bir Müslümanın
hayatında iken ödemesi gereken ama ödeyemediği borçlarını
veya başkasına ait hakları -bu borçlar Allah hakkına
taalluk edebileceği gibi kul hakkı da olabilir- ödenmesi veya
sahiplerine verilmesi için vasiyet etmesi vaciptir. Dolayısıyla
elinde birisine ait emanet mal bulunan, birisine borcu olup, borcun
varlığına dair şiir vesîka bulunmayan kişinin bu
emanetlerin sahiplerine verilmesini, borçların ödenmesini vasiyet
etmesi gerekir. Aynı şekilde, hac, zekat, oruç gibi ibadetler
kendisine farz olduğu halde eda edemeyenler, üzerinde keffaret borcu
olanlar hac ve zekâtın edasını, orucun fidyesinin
verilmesini, kefaretlerin ödenmesini vasiyet etmek zorundadırlar
(İbn Kudâme, a.g.e., VI, 444; İbn Abidîn, Reddu'l-Muhtar, VI,
648, haylî, a.g.e., VIII, 12).

b- Müstehap vasiyetler: Hali vakti yerinde olan kişinin,
varis olmayan akrabalarına, yoksullara ve hayır kurumlarına
vasiyette bulunması müstehaptır.

c- Mübah vasiyetler: Akrabalardan veya yabancılardan
zengin olanlar için vasiyette bulunmak mübahtır.

d- Mekruh vasiyetler: Fakir varisi olanların,
mallarını vasiyet etmeleri ittifakla mekruhtur. Ayrıca
Hanefilere göre, kim olursa olsun fisku fücur ehline vasiyette bulunmak
da tahrimen mekruhtur.

e- Haram olan vasiyetler: Haram bir işin
yapılması için vasiyette bulunulması ittifakla
haramdır. Mesela, bir Müslümanın kilise yapılması,
şarap fabrikası inşası gibi haram olan bir şeyi
vasiyet etmesi haramdır. Bu tür vasiyetlere uyulmaz. Ayrıca
meşru cihetlere bile olsa malın üçte birinden fazlasının
vasiyet edilmesi de caiz değildir. Şayet vasiyet edilmişse,
varislerin, malın üçte birisinden fazla olan kısmında bu
vasiyete uymaları mecbur değildir. Ancak, isterlerse
uyabilirler. Hambelilerdeki sahih görüşe göre bu tür bir vasiyet
mekruhtur (İbn Kudâme, a.g.e., VI, 445; Zuhaylî, a.g.e., VIII, 12,
13).

Vasiyetin Rüknü Ebu Hanîfe, Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e göre vasiyetin rüknü; hibe, alım satım, icare vs.
akitlerde olduğu gibi, icap ve kabuldür. Yani, mûsî vasiyette
bulunacak, mûsa leh de kabul edecektir. Mûsa lehin kabûlünün
bulunmaması halinde vasiyet tamamlamış olmaz. Mûsa lehin
kabulü, sarahaten olabileceği gibi, kabul veya red etmeden ölmesi
durumunda olduğu gibi delâleten de olabilir. Vasiyetin kabulü
ancak, mûsînin ölümünden sonra olur (Kâsânî, Bedâiu's-Sanâî,
VII, 331). İmam Züfer'e göre ise, vasiyetin rüknü sadece icaptır.
Mûsînin vasiyetini mûsa lehin kabul etmesi gerekmez. Çünkü, musa
lehin durumu varisin durumu gibidir. Nasıl varis mîrası red imkânına
sahip değilse, musa leh de vasiyeti reddetme imkânına sahip
değildir (Haskefı, Dürrü'l Muhtac VI, 650).

Vasiyette icab ve kabul, vasiyet kelimesi ile olabileceği
gibi vasiyete delâlet eden başka kelimelerle veya yukarıda
belirtildiği gibi delâleten de olabilir. Bu hüküm Hanefilere
göredir. Cumhura göre ise delâleten kabul olmaz, mutlaka sözle yapılması
gerekir (Zühaylî, a.g.e., VIII, 18).

Vasiyetin tahakkuku için kabulün şart
olduğu görüşüne göre, kabul veya reddin fevrî (îcabın
hemen peşinden) olması şart değildir. Mûsa leh,
vasiyyeti, mûsînin ölümünden sonra olması kaydıyla ve
reddetmemişse uzun süre sonra da kabul edebilir. Şafiîlere
göre mûsa lehin kabul veya red ettiğine dair bir şey söylememesi
durumunda vârisler ondan görüşünü açıklamasını
talep edebilirler. Bu isteğe rağmen, görüş açıklamaktan
imtina etmesi durumunda bu, vasiyeti red sayılır. Vârislerin
zarara uğramamaları bakımından Şafiîlerin bu
görüşü tatbike daha elverişlidir. Mûsa leh, kendisine
vasiyet edilen şeyin hepsini kabul veya red zorunda değildir.
Hepsini kabul veya red edebileceği gibi bir kısmını
kabul, bir kısmını reddetmesi de mümkündür (Zühaylî,
a.g.e., VIII, 18, 19).

Prensip olarak mûsa leh vasiyeti kabul veya red
ettikten sonra bu tasarrufundan rucû edemez. Ancak, varisler buna icazet
verirlerse rucû caizdir. Varislerin hepsi veya birisi, mûsa lehin
kabulden sonra rucunu kabul ederlerse vasiyet reddedilmiş olur, mal
varislere geri döner. Şâfiî ve Hanbelilere göre mûsa leh
vasiyeti kabul edip kazbettikten sonra artı geri dönemez.

Vasiyetin Şartları

Vasiyetin sahih olması için, mûsîde, mûsâ
lehte ve mûsâ bihte bulunması gereken bir takım şartlar
vardır;

a- Mûsîde bulunması gereken şartlar:

1- Mûsî (vasiyette bulunan şahıs), teberrua
ehil olmalıdır. Buna göre, mûsî, âkil, bâliğ ve hür
olmalıdır. Mûsînin akıl sahibi olması
gerektiğinde ulema arasında her hangi bir görüş
ayrılığı yoktur. Definin, bunağın ve
baygının vasiyeti ittifakla caiz değildir. Büluğ
konusu ise ihtilafladır. Hanelî ve Şâfiîlere göre mûsînin
baliğ olması şarttır. Mâlikî ve Hanbelilere göre
şart değildir. Onlara göre mümeyyiz olan çocuğun (on
yaşı temyiz çağı kabul ediyorlar) vasiyetleri geçerlidir.

Sefahet sebebiyle kendisine hacr konulmuş olan
mahcudun vasiyeti temelde ittifakla caiz olmakla birlikte bazı
teferruatta mezhepler arasında ufak tefek görüş
ayrılıkları vardır. Hanefilere göre mahcurun
vasiyetinin geçerliliği, vasiyetin fakirlere veya bir hayır
kurumuna olması ile kayıtlıdır. Zengin için yapacağı
vasiyet geçerli değildir. Diğer mezheplere göre ise böyle bir
şart yoktur. Ancak Şâfiîlere göre iflas sebebiyle hacr
edilenin vasiyetinin cevazı, alacakların icazetine
bağlıdır.

Sarhoşun vasiyeti Şâfiilerin dışındaki
ulemaya göre mutlak olarak geçerli değildir. Çünkü aklı
başında değildir. Şafiilere göre ise haram bir
şeyden dolayı sarhoş olanınki sahihtir.

Kâfirin vasiyeti ittifakla caizdir (Merğınanî,
a.g.e., IV, 234 vd., İbn Kudâme, a.g.e, VI, 558 vd., Zühayli a.g.e,
VIII, 24 vd).

2- Mûsî, vasiyet ettiği mala malik
olmalıdır. Bir kimsenin kendisine ait olmayan bir malı
vasiyet etmesi caiz değildir.

3- Mûsî vasiyeti kendi rızası ve hür
iradesi ile etmiş olmamalıdır. İkrah, şaka veya
hata ile yapılmış olan vasiyetlerin geçerliliği
yoktur.

b- Mûsâ lehle ilgili olan şartlar:

1- Mûsâ leh, mevcut olmalıdır. Ana
karnındaki cenin de mevcut sayıldığı için,
cenine yapılan bir vasiyet geçerlidir.

2- Mûsa leh belli olmalıdır. Kim olduğu
bilinmeyen meçhul bir şahsa vasiyet caiz değildir.

3- Mûsa leh mal edinmeye müstehak birisi olmalıdır.
Dolayısıyla köle için yapılan vasiyet geçerli sayılmamıştır.

4- Mûsa leh, musî'in katili olmamalıdır. Mûrisi
öldüren katil, mirastan mahrum olduğu gibi, mûsîsini öldüren
mûsa leh de vasiyetten mahrum edilir. Bu görüş, Hanefî ve
Hanbelîlere göredir. Şâfiî ve Mâlikîlere göre katile vasiyet
yapılabilir.

5- Mûsa leh, mûsînin vârisi olmamalıdır.
Vârise vasiyet caiz değildir. Şayet birisi vârisine vasiyette
bulunmuşsa, bu vasiyetin geçerliliği diğer varislerin
rızasına bağlıdır.

6- Mûsa leh, haram bir cihet olmamalıdır.
Kumar salonu yapılması, şarap fabrikası
inşası gibi haram bir cihet için yapılmış olan
vasiyetler ittifakla geçersizdir. Vasiyet ciheti aslında mübah
olmakla beraber, bir masiyete vesile olabilecek cinsten ise -fasıkların
fısklarını icra edebilmeleri için yardımlaşmalarını
sağlayacak bir tesis inşası gibi- Hanefi ve Şafiilere
göre geçerli, Mâlikî ve Hanbelilere göre batıldır.

c- Musa bihte bulunması gereken şartlar:

1- Musa bih mal olmalıdır. Mal,
taşınır ve taşınmaz bir mal olabileceği
gibi, hak ve menfaat da olabilir. Bir kimse mesela evinin mülkiyeti
varislerinin olması şartıyla, süknâsını (içerisinde
oturma hakkı) bir başkasına vasiyet edebilir.

2- Mûsa bih olan mal, mütekavvim (Müslümanlar katında
değeri olan bir mal) olmalıdır. Bir Müslümanın
başka bir Müslüman için şarap, domuz gibi mütekavim olmayan
bir şeyi vasiyet etmesi caiz değildir. Aynı şekilde,
bir kimsenin ölümünden sonra peşinden ağıt okunması
için vasiyette bulunması caiz olmaz.

3- Temlîki kabil olmalıdır. Bundan maksat;
vasiyet edilen alın şer'î akitlerden bir akitle sahip olunması
sahih bir mal olmalıdır. Binaenaleyh, henüz ana karnına düşmemiş
bir yavruya vasiyet caiz değildir.

4- Vasiyet edilen mal muayyense, vasiyet edilirken, mûsînin
mülkü olmalıdır.

5- Mûsa bihin masıyet veya şer'an haram olan
bir şey olmaması gerekir. Meselâ kabrin gösterişli bir
şekilde yapılması için vasiyette bulunmak caiz değildir.

6- Mûsînin varisi varsa, mûsa bih terikenin üçte
birinden fazla olmamalıdır. Şayet üçte birden fazla
olursa, fazla olan miktardaki vasiyetin edası varislerin icazetine
bağlıdır. Bu Hanefilerin görüşüdür. Şâfiî,
Mâlikî, ve Hanbelîlere göre ise, mûrisin varisi olmasa bile terikenin
üçte birini aşan miktardaki vasiyet batıldır. Çünkü bu
durumdaki birinin malında tüm Müslümanların hakkı
vardır (Merğınânî, a.g.e., IV, 232; İbn Kudâme, VI,
563; Mevsılî, el-İhtiyar li Ta'lili'l-Muhtâr, V, 62; Bilmen,
a.g.e., 122-127; Zühaylî, a.g.e., VIII, 26-53).

Vasiyetin Hukuki Hükümleri

Vasiyet, bütün alimlere göre lâzım
(bağlayıcı olmayan) bir akittir. Çünkü bir teberrudur.
Vasiyette bulunan vasiyete karşılık bir şey
almamaktadır. Dolayısıyle, ister sağlıklı
halinde, ister hastalık halinde vasiyet etmiş olsun,
istediği zaman vasiyetinin tamamından veya bir
kısmından dönebilir (İbn Kudâme, a.g.e., IV, 518;
Zeylaî, Tebyinü'l-Hakaik, VI,186; Meydanî, el-Lilbab
Şeriru'l-Kitap IV, 178; Şirbînî; Muğni'l-Muhtâc, III,
71, 72).

Şartlarını haiz olan bir vasiyet
sahihtir. Vasiyet mutlaksa, musî öldüğünde ve musa leh kabul ettiği
andan itibaren, bir zamana veya şarta bağlı ise
şartın tahakkuku ve zamanın gelmesinden itibaren vasiyet
edilen mala malik olur. Vasiyetin infazı miras taksiminden önce
gelir. Ölünün bıraktığı terikede yapılacak ilk
işlem, techiz ve tekfin, sonra borçların ödenmesi, peşinden
de vasiyetlerin infazıdır (Seyyid Şerif Cürcânî,
Şerhu Feraizi Siraciyye, 2-5).

Mûsa bih muayyen bir mal ise sadece ona bağlıdır.
Dolayısıyla henüz mşa lehin eline geçmeden telef olursa
vasiyet de batıl olur. Mûsînin başka malları olsa o
mallarla mûsâ lehin hiç bir ilgisi yoktur. Vasiyet, bir mal çeşidinin
belirli bir oranı ise, vasiyet edildiği esnada mevcut olan mala
taalluk eder.

Vasiyye bil'l-menfaa

Hanefilere göre menfaatten maksat, bir kölenin
hizmeti, bir evde oturma hakkı ve geliri, bahçe ve tarlanın
ürün ve kirasıdır (Kasânî, a.g.e., VII, 352).

Dört mezhep imamına göre menfaatin vasiyeti
caizdir. Daha önce aynıların vasiyetinde vasiyet edilen
malın terikenin üçte birinden fazla olmayacağına
değinilmişti. Bu oranın, menfaatte nasıl takdiri
yapılacaktır? Bu konu mezhepler arasında değişik
değerlendirilmiştir; Hanefîler ve Mâlikîler menfaati vasiyet
edilen malın değerine bakarlar. Şayet bu mal terikenin
üçte birini aşmıyorsa, süresi ne olursa olsun vasiyet uygulanır.
Fakat, bu mal terikenin üçte birinden daha fazla olursa, üçte biri
kadarı geçerli, kalanı geçersizdir. Yani bu mezheplere göre
itibar, menfata değil, menfaati vasiyet edilen aynadır.
Şafii ve Hanbelî mezheplerine göre, muteber olan, mal değil,
malın vasiyet müddetindeki menfaatidir. Çünkü mûsa bih,
menfaattir. Hanbelîlerden bir görüşe göre, müddetin sınırsız
olması halinde, Hanefîlerde olduğu gibi aynın
kıymetine itibar edilir (Zühaylî, a.g.e., VIII, 86, 87).

Menfaatin elde edilmesi ya mûsa lehin bizzat
kendisinin kullanması ile veya kiraya verip kirasını
alması ile gerçekleşir. Şayet mûsi, vasiyet ederken
bunlardan birisini kayıtlamamışsa, mûsâ leh dilediği
şekilde istifade edebilir. Fakat, bir menfaat türü ile kayıtlamışsa
Hanefilere göre bu kayda uymak zorundadır. Aksine hareket edemez.
Dolayısıyle, kendisinin oturması için, oturma hakkı
vasiyet edilen birisinin, evi kiraya vererek kirasını
alması caiz olmaz. Şafii ve Hanbelîlere göre, musâ leh,
böyle bir kayda uymak zorunda değildir. İstediği
şekilde faydalanabilir.

Bir malın menfaati, mûsâ leh ile varisler arasında
müşterek ise, dilerlerse malı kiraya verip kirasını bölüşürler,
dilerlerse ve mal müsaitse malı aralarında bölüşüp her
biri muayen bir kısmının menfaatini alır. Üçüncü
bir yol olarak da malı münavebeli olarak kullanabilirler (İbn
Âbidin, Reddu'l-Muhtar, VI, 691 vd.).

Vasiyet edilen menfaat geçici olabileceği gibi, süresiz
de olabilir. Şayet belirli bir süreye münhasırsa veya sonu
gelecek bir cihete ise malın kendisi mûsinin varislerine aittir.
Sürenin bitiminde onlara döner. Fakat, bir malın menfaati
sınırsız olarak ya da mutlak olarak vasiyet edilmiş ve
mûsa leh sonu gelmeyen bir türdense o aynı vakıf hükmündedir
(Zühaylî, a.g.e., VIII, 92, 93).

İkinci Manada Vasiyet

Bir kimsenin, ölmeden önce küçücük çocuğuna
ait malî işleri yapması veya terikesinde tasarrufta
bulunması için birisini yetkili kılmasının, vasiyetin
fıkıh ıstılahındaki ikinci manası
olduğunu söylemiştik. Akıl hastalığı,
bunama, akıl zaafı ve sefahat sebebiyle, bir kimsenin tasarruf
yetkisi elinden alınmış ve işlerin yürütmesi için
birisi tayin edilmişse buna da kayyum denilir. Kayyum vasi
mesabesindedir (Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, II,
276). Şimdi de kısaca bu manadaki vasiyet üzerinde duralım.

Bir kimseyi, mallarında veya çocuklarının
işlerinde tasarruf etmekte yetkili kılan kişiye mûsî,
yetkili kılınan şahsa vasî veya musâ ileyh, bu zatın
sahip olduğu sıfata da vesâyet denilir. Bu anlamda iki türlü
vasî vardır:

1- Vasıyyi Muhtar: Kişi tarafından seçilmiş
olan vasîdir. Yani, bir kimse ölümünden sonra bıraktığı
terike veya çocukları ile ilgili işlerde tasarruf etmesi için
birisini yetkili kılarsa buna vasiyi muhtar (seçilmiş vasî),
vasiyyul-meyyit (ölenin vasîsi), vasiyyu'l-eb (babanin vasîsi) denilir.

2- Vasiyyi Mensup (tayin edilmiş vasî): Yukarıda
söylenilen işleri yapabilmesi için hâkim tarafından tayin
edilmiş olan vasîdir. Buna vasiyyu'l kadî (hâkimin vasîsi) da
denilir (Bilmen, a.g.e., V, 6).

İslâm hukuku prensip olarak vasî tayin etme
yetkisini babaya vermiştir. Şayet baba vefat etmeden önce
birisini vasî seçmişse çocuğun mallarında tasarruf etmek
onun hakkıdır. Şayet seçmemişse ve varsa, sıra
dede (babanın babası) ve onun tayin ettiği vasîdedir. O da
yoksa o zaman vasî tayini hâkimin salahiyetine girer. Demek oluyor ki,
çocuğun malı üzerindeki tasarruf yetkisi sırayla, baba,
babanın vasîsi, babanın vasîsinin vasîsi, dede, dedenin
vasîsi, dedenin vasîsinin vasîsi ve hâkimin vasîsine aittir (Mecelle,
madde, 974; Karaman, a.g.e., I,196). Anne, kardeş, amca gibi
akrabaların küçüğün malı üzerinde tasarruf yetkileri
yoktur (Karaman a.g.e., II, 276).

Vesayet, mûsinin icabı ve vasînin kâbûlü ve
meydana gelir. Tek taraflı bir irade yeterli değildir,
dolayısıyla vasînin kabulü şarttır. Vasînin, âkil,
bâliğ, hür ve taarrufa ehil olması gerekir. Bir gayri müslimin,
Müslüman üzerindeki vesayeti caiz değildir.

Vasînin, çocuğun malı üzerindeki
tasarrufu, küçüğün menfaatının kesin veya muhtemel
olmasına bağlıdır. Kesin zararına olan
tasarrufları ise geçerli değildir. Buna göre, vasî, küçüğün
malından hibe, tasadduk gibi bir yolla teberruda bulunamaz. Hibe ve
sadaka kabulü gibi mutlak menfaat olan tasarruflara yetkilidir. Kâra da
zarara da ihtimali olan alım satım gibi tasarruflarda gabni
fahiş * derecede zararına olmayacak tasarruflarda bulunabilir
(Karaman, a.g.e., II, 276). Şayet vasiyyi muhtarın küçüğün
malındaki tasarrufunda hıyaneti görülürse, hâkim tarafından
azledilir. Ama bir hıyaneti söz konusu olmazsa, bir görüşe göre
azletemez, diğer bir görüşe göre azlederse geçerlidir fakat
günahkar olur. Hâkim kendi tayin ettiği vasîyi ise istediği
zaman ve hiç bir kayda bağlı olmadan azledebilir (Bilmen,
a.g.e., V, 182).

Bir vasî vesayet işlerini tek başına görmekten
aciz ise hâkim ikinci bir vasî tayin edebilir. Ayrıca baba veya
dedenin de birden fazla kişiyi vasî tayin etmesi mümkündür. Bu
durumda vasilerden birisinin tek başına tasarrufta bulunma
yetkisi yoktur. Şayet bulunur da yetimin malı zayi olursa bu
malı tazmin etmek zorundadır.

Vasiyi muhtar vesayeti kabul ettiği zaman, musînin
vefatından sonra artık vesayeti terk edemez. Hâkimin tayin ettiği
vasî ise istediği zaman kendisini vesayetten azledebilir. Ancak daha
önce hâkime haber vermesi gerekir. Vasiyyi muhtar, ücret alamaz,
vasiyyi mansup ise hakimin takdiri ile belirli bir ücret alabilir. Ancak,
vasıyyi muhtarın da muhtaç olması kaydıyla yetimin
malından yemesi caizdir (Bilmen, a.g.e., V, 205 ; Zûhayıs,
a.g:e, VIII,148).

Vesayet, vasî tayin eden kişi veya mercinin azli,
çocuğun büyümesi, zamana bağlı olan vesayetlerde sürenin
bitimi, belirli bir iş için vasî kılınması halinde o
işin yapılmış olması, vasînin aklını
kaybetmesi, fıska mübtelâ olması ve ölümü ile sona erer
(Zühaylî, a.g.e., VIII, 149).

Hadis Usülü Istılahında Vasiyet

Hadis usûlü ilminde Vasiyet, hadis tahammül yollarından
birisidir. Sefere çıkacak veya ölmek üzere bir şeyh (hadis
bilgini) in, rivayet etmekte olduğu bir kitabı bir şahsa
Vasiyet ederek bırakması demektir. Bu ilimde, vasîyette bulunan
şeyhe, mûsî, kendisine kitap bırakılan öğrenciye mûsa
leh denilir.

Vesayet yoluyla hadis tahammülünün caiz olup olmadığı
bu sahanın bilginleri arasında
tartışmalıdır. İçlerinde Nevevî'nin de bulunduğu
bir gruba göre caiz değil, bir başka gruba göre caizdir. Caiz
görenler de bu yolu hadis tahammül şekillerinin en alt seviyesi
olarak kabul etmişlerdir. Vasiyet yoluyla tahammülü kabul edenler,
şeyhi bu vasiyetiyle öğrencisine muayyen bir şey
vermiş, ve onun kendi rivayetlerinden birisi olduğunu kabul
etmiş gibi telakki ederler. Vasiyet edilen bir kimsenin rivayet
sırasında vasiyet edenin sözlerini fazla veya eksik olmadan
aynen aktarması gerekir (Suyutî, Tedrîbu'r-râvî fı
Şerhi Takribi'n Nevevî, II, 59, 60; Tehanevî, a.g.e., II,1526; Yaşar
Kandemir, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, trc. 79,
80).

Hüseyin KAYAPINAR


Konular