Şamil | Kategoriler | Konular

Umretü'l-kaza

UMRETÜ'L-KAZA

Hz. Peygamber'in 6. Hicret yılında 1400 kadar
ashabıyla birlikte Medine'den umre niyetiyle yola çıkması,
ancak Mekke müşriklerinin buna izin vermemesi üzerine Hudeybiye'de
onlarla yaptıkları anlaşma uyarınca ertesi yıl
yapılan umre.

Umre ziyaret demektir. Bir fıkıh terimi
olarak; ilham, tavaf, Safa ile Merve arasında koşmak ve
tıraştan ibaret küçük hac ziyareti anlamına gelir. Kaza
ise borcu ödemek, iş bitirmek, tamamlamak, infaz etmek ve süresi
içinde yapılmayan veya yarım kalan bir ibadeti daha sonra
yapmak anlamlarına gelir.

Hz. Peygamber Hudeybiye yolculuğuna çıkmazdan
önce rüyasında kendisine ve ashabını güven içinde, başlarını
traş ederek Mekke'ye girerken görmüş ve bunu onlara haber
vermişti: Onlar da çok sevinmişlerdi. Kur'ân-ı Kerîm'de
bu rüyadan şöyle söz edilir: "Şüphesiz ki, Allah
peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Ey mü'minler!
Elbetteki sizler Allah dilerse güven içinde saçlarınızı
traş etmiş veya kısaltmış olarak korkmadan
Mescid-i Haram'â gireceksiniz. Allah, sizin bilmediklerinizi bildi ve
Mescid-i Haram'a girmeden önce yakın bir fetih ihsan etti "(el-Feth,
48/27).

İşte bu rüya o yıl Kâbe-i Muazzama'nın
umre için ziyaret edilebileceği şeklinde yorumlanmış
ve Allah elçisi 13 Mart 628 M. tarihinde bu amaçla 1404 kişilik
sahabe topluluğu ile yola çıkmıştı. Ancak
Hudeybiye'ye geldiklerinde Mekke müşriklerinin bu ziyarete izin
vermeyecekleri anlaşılınca Osman b. Affân (ö. 35/655)
Mekke'ye elçi olarak gönderildi. Hz. Osman da temaslarından olumlu
bir sonuç alamamış ve bu arada Osman (r.a)'ın
tutuklandığı ve şehid edildiği haberi Hz.
Peygamber'e ulaşmıştı. (bk. İbn Hişam, Sîre,
III, 321, 329; Vâkıdî, Kitabü'l Meğâzî, II, 602). Bunun
üzerine Rasûlüllah (s.a.s); "Bu toplulukla çarpışmadan
gidemeyiz" dedi ve ashab-ı kiramdan tek tek bey'it aldı.
Onlar; "Ölmek pahasına da olsa savaştan kaçmamak ve
kesinlikle çekinmemek üzere söz verdiler" (Taberî, Tarih, III,
77; İbnü'l-Esir, el-Kâmil, II, 203; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,
120).

Allah Teâlâ, bir ağaç altında (şeceretü'r-ridvân)
yapılan bu bey'ata katılanları överek şöyle buyurur:
"Sana bey'ât edenler gerçekte Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın
eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozar sözünde
durmazsa, kendi aleyhine bozmuş olur ve kim Allah'a verdiği sözü
tutarsa Allah ona büyük bir mükafat verecektir" (el-Feth, 48/10).
"Allah, o ağacın altında, sana bey'at eden mü'minlerden
razı oldu. Kalblerinde olanı bildi ve onlara huzur ve sükûnet
bahşetti. Onları yakın bir fetih ve elde edecekleri büyûk
ganimetlerle mükafatlandırdı. Allah mutlak galiptir; tam hüküm
ve hikmet sahibidir" (el-Fetlı, 48/15-19).

Mü'minlerdeki bu kararlığı haber alan
Mekke müşrikleri Amr oğlu Süheyl'i kendileri adına bir
anlaşma yapmak üzere gönderdiler. Görüşmeler sonunda Hz.
Peygamber'le Süheyl arasında ünlü "Hudeybiye Anlaşması"
* yapıldı. Bu anlaşmanın en önemli bir kaç maddesi
şöyledir:

1- Müslümanlarla müşrikler on yıl süreyle
savaşmayacaklar, birbirlerine saldırmayacaklardı.

2- Müslümanlar bu yıl Kâ'be'yi ziyaretten
vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin
boşaltacağı Mekke'de üç gün kalacaklar ve yanlarında
yolcu kılıçlarından başka bir silâh taşımayacaklardı.

3- Mekke'den birisi müslüman olarak Medine'ye sığındığı
zaman iade edilecek, fakat Medine'den Mekke'ye sığınanlar
geri verilmeyecekti.

4- Arap kabileleri istedikleri tarafla anlaşma
yapmakta serbest olacaklardı (bk. İbn Hişam, Sîre, III,
332; Vâkidî, Meğâzî, II, 611; İbn Sa'd, Tabakât, II, 97;
Ahmed b. Hanbel, Müsned IV, 325; Belâzûrî, Ensâb, I, 350; Taberî,
Tarih, III, 79 vd.; Ayrıca bk. "Bey'atü'r-Rıdvân" ve
"Hudeybiye Barışı" maddeleri).

Hz. Peygamber bu anlaşma üzerine kurbanını
kesmiş ve tıraş olup ihramdan çıkmıştır.
Ashab-ı Kiram da kendisini izlemiştir. Bundan sonra Medine'ye dönülmüştür.

Ertesi yıl yani yedinci Hicret yılında,
Hudeybiye anlaşmasına uyarak sayılan iki bini bulan
sahabilerle umre yolculuğu için Medine'den Mekke yolculuğuna çıkıldı.
Mekke'de kurban edilmek üzere 60 veya 70 tane deve de yola çıkarılmıştı.
Hz. Peygamber ve sahabiler yanlarına yalnız yolcu kılıçlarını
almışlar, ancak bir önlem olarak yüz atlı suvari ile
yeteri kadar silâh Muhammed b. Mesleme (r.a)'ın komutasında
önden gönderilmişti. Bu silahlı birlik Mekke'ye beş mil
uzaklıktaki Merruzzahran vadisine
konuşlandırılmıştı (Vâkıdî, Meğâzî,
II, 734; İbn Sa'd Tabakât, II,121). Hz. Peygamber gelince silâhları
buradan Mekke'ye üç mil mesafedeki Batn-ı Ye'cec mevkiine gönderdi
ve iki yüz kişiyi de silâhların başında koruma görevlisi
olarak bıraktı.

Kureyşliler Hz. Peygamber'in silahlı bir güçle
gelişinden kuşkulandılar ve Ye'cec'e bir heyet göndererek,
Hudeybiye barış anlaşmasının
şartlarını hatırlattılar. Hz. Peygamber (s.a.s)
de çocukluğundan beri verdiği sözlerde durduğunu
hatırlattı ve bu umre ziyaretinde de yalnız yolcu
kılıçlarından başka bir silâhı Mekke'ye
sokmayacakları yolunda güvence verdi: Bunun üzerine Kureyş müşriklerinin
ileri gelenleri Mekke'yi boşalttılar ve dağ
kenarlarına çekildiler (Vâkıdî, Meğâzî, II, 734;
İbn Sa'd a.g.e., II,121; İbn Kesîr, Sîre, III, 436).

Rasûlüllah (s.a.s) ve ashabı Medine'ye yedi mil
kadar uzakta bulunan Zülhuleyfe (Âbâr-ı Ali) denilen mikat yerinde
ihrama girdiler ve telbiyeye başladılar. (Telbiye için bk.
"Hac" mad.). Bu durum, Mekke'nin gölgelik barakalarına
gelinceye kadar sürdü. Çünkü umre'de Mescid-i Haram'a girilip tavafın
ilk dolanımında Haceru'l-esved selâmlandığı
andan itibaren telbiye kesilir (el-Kasânî. Bedâyiu's-Sanâyi', II, 226
vd.).

Müslümanlar henüz Mekke'ye girmeden, müşrikler
arasında onların yoksulluk, darlık, sıkıntı,
yorgunluk ve Medine sıtması nedeniyle çok perişan ve
zayıf bir durumda bulundukları sözü yayılmıştı.
Bu yüzden Hz. Peygamber mü'minlerin zinde, güçlü, kuvvetli
görünmelerini arzu ediyordu. Önce kendisi tavafa başlarken üst
ihramının bir ucunu sağ koltuğunun altından geçirip
sol omuzunun üzerine attı ve sağ omuzunu açtı ve
ashabına şöyle buyurdu: "Bugün kendisini müşriklere
güçlü ve zinde gösterenleri Allah mağfiret etsin". "Müşriklerin
gücünüzü görmesi için Beytullah'ı tavafınızın
ilk üç dolanımında (şavt) remel yapınız"
(Ahmed b. Hanbel, I, 305, 306; İbn Sa'd, a.g.e., II, 123). Remel;
adımları kısaltarak ve omuzları silkerek çalımlıca
koşmaktır. Bunda düşmana ve kötü niyetli bakışlara
karşı güçlü görünme gayreti vardır. (bk. Müslim, Hac,
39, H. 240).

Allah'ın Rasûlü Haceru't-Esved'e yaklaşıp,
elindeki değnekle dokunarak onu selâmlamış ve sonra
değneği öpmüştür (İbn Sa'd, a.g.e., II, 121; Vâkıdî,
a.g.e., II, 735). Sahabîler de Haceru'l-esved'e ellerini yüzlerini
sürüp dik ve hızlı adımlarla tavafa
başlamışlardır. Yemen köşesinden
Haceru'l-esved'e kadar ise ağır ağır yürümüşlerdir
(İbn Hişâm, Sîre, IV, 13; Vâkıdî, Meğâzî, II,
735 vd.).

Tavafın geri kalan dört dolanımı
ağır ağır yürünerek yapıldı. Peygamber (s.a.s)
Haceru'l-esved köşesine her gelişinde ona elindeki değnek
ile işaret etmekte ve tekbir getirmekte idi.

Hz. Peygamber'in Haceru'l esved'le Hatîm (yarım
daire şeklindeki çıkıntı) arasında; "Rabbenâ
âtinâ fıd-dünyâ haseneten ve fı'l-âhireti haseneten ve kınâ
azâbe'n-nâr (Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik
ver ve bizi ateş azabından koru)" (el-Bakara, 2/201)
âyetini okur, Yemen köşesinde de aşağıdaki duâyı
okuyana görevli yetmiş meleğin "âmin" dediklerini
bildirmiştir. "Âllâhümme innî es'elilke'l-afve ve'lâfıyete
f'd dünyâ ve'l-âhireti haseneten ve kınâ azâbennâr (Allahım!
Senden dünya ve ahirette affımı ve âfıyetimi isterim. Ey
Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver, bizi ateş
azabından koru)" (İbn Mâce, Sünen, II, 985; İbn Ebî
Şeybe, Musannef, IV, 108).

Kâbe'nin çevresinde yedi kere dolaştıktan
sonra Makam-ı İbrahim'de iki rek'at tavaf namazı kılan
Allah'ın elçisi sa'y yapmak üzere Safâ tepesine gitti.

Safa ile Merve arasında yedi kere gidip geldikten
sonra sa'yi Merve'de tamamladı. Burada da bugün iki yeşil direk
arası olarak bilinen yerde seyirci müşriklere güçlü
görünmek için hızlı adımlarda hervele yapıldı.
Hz. Peygamber Safa ve Merve tepeciklerinde durduğu vakit üç defa
tekbir getirmiş, sonra da üç defa "Lâ ilâhe illâllâhu
vahdehû lâ şerîke leh lehü'l mülkü ve lehü'l-hamdü ve huve
alâ küllişey'in kadîr (Tek olan Allah'tan başka hiçbir ilâh
yoktur, onun ortağı da yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'na
mahsustur. O herşeye kadirdir)" demiş ve dua
buyurmuştur (Nesâî, Sünen, V, 240).

Sa'y tamamlandıktan sonra kurban kesimine geçildi.
Deve bulan deve kesti. Bulamayanlara sığır kesmeleri için
izin verildi. Hudeybiye'de bulunanlar kesilen kurbanlara ortak oldular,
Hudeybiye seferine katılmamış olanlar ise kurban
kesmediler.

Hz. Peygamber Merve'de kurbanını kestikten
sonra başını tıraş ettirdi, diğer müslümanlar
da tıraş oldular. Bu arada bir kısım sahabîler
Ye'cec'e gönderilerek orada silâhların başında bulunan müslümanlarla
nöbet değişikliği yapıldı ve böylece onların
da umre yapmaları sağlandı (bk. İbn Sa'd, a.g.e., II,
122; Vâkıdî, a.g.e., II, 737-740).

Hz. Peygamber'in Meymûne İle Evlenmesi:

Hz. Meymûne, Hz. Abbas'ın eşi Ümmü'l- Fadı
ile Hz. Cafer'in eşi Esmâ binti Umeys'in kız kardeşi idi.
İkinci kocasının ölümü üzerine dul kalan Meymûne'yi
Hz. Abbas, Allah elçisine övmüş, bunun üzerine o, henüz Mekke'de
bulunan Meymûne (eski adı Berre) validemize daha umre
yolculuğuna çıkmazdan önce iki kişiyi dünürcü olarak
göndermişti. Bu isteği deve üstünde iken işiten Hz. Meymûne;
"Deve de üzerindeki de Rasûlüllah'ındır" dedi.
Bunun üzerine Hz. Abbas, Rasûlüllah (s.a.s.)'den 400 dirhem (beş
dirhem, yaklaşık bir koyun bedelidir) mehir alarak Hz. Meymûne'yi
Allah elçisine nikâhladı (İbn İshak, Sîre, IV, 14;
İbn Kesîr, III, 439).

Hudeybiye anlaşması uyarınca gereken
üç günlük süre dolmuştu. Hz. Peygamber, Osman b. Affan
aracılığı ile Mekke müşriklerine haber göndererek
üç gün daha süre istedi ve bu arada yapılacak olan evlenme töreninde
Mekkelilerin de davetli olduğunu bildirdi. Ancak müşrikler bu
isteği reddettiler ve anlaşma gereği müslümanların
Mekke'den ayrılmalarını istediler.

Hz. Peygamber müslümanlara üçüncü gün akşama
kadar Mekke'yi terketmelerini bildirdi. Mekke'ye altı mil
uzaklıktaki Şerîf mevkiinde kamp kuruldu. Hz. Meymûne'nin
Mekke'de yapılamayan evlenme töreni Şerîfte yapıldı
(Yakut, Mu'cemü'l-Büldân, III, 212; Halebî, İnsanü'l-Uyûn, II,
783).

Enes b. Mâlik (r.a)'ten rivayete göre şöyle
demiştir. "Nebî (s.a.s) dört defa umre yapmıştır.
Veda haccı ile birlikte olan dışında diğerleri
Zi'lka'de ayında yapılmıştır. Bunlar: Hudeybiye
umresi, ertesi yıl yapılan umre, Huneyn ganimetlerinin bölüştürüldüğü
zaman Cirâne'den yapılan umre ve Veda haccı sırasında
yapılan umre" (Buhârî, Meğâzî, 35; Müslim, Hac, 217,
220; Ebû Dâvud Menâsik, 79; Ahmed b. Hanbel, I, 246, 321, II, 39, III,
134).

Bu dört umre şunlardır:

1) Hudeybiye umresi: Bu, yukarıda da
belirttiğimiz gibi niyet edilip ihrama girildiği halde, Mekke müşriklerinin
izin vermemesi yüzünden yapılamamış ve Hudeybiye sulh
anlaşması gereğince ertesi yıla
bırakılmıştır.

2) Umretü'l-kaza: Yukarıda açıkladığımız
bu umre hicretin yedinci yılında
yapılmıştır. Buna Umretü'l kazıyye ve Umretü's-sulh
adları da verilir.

3) Huneyn ganimetlerinin
paylaştırılmasından sonra Ci'râne'den gelip yapılan
umre.

4) Veda haccı ile birlikte yaptığı
umre (İbn Sa'd Tabakât, II,170 vd.; Ahmed b. Hanbel, III,134; M. Asım
Köksal, İslâm Tarihi, İstanbul 1981, XIV, 329 vd.).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular