Şamil | Kategoriler | Konular

Uhud savaşı

UHUD SAVAŞI

(H. 3/M. 625)

Hicret'in üçüncü yılında Uhud
dağı civarında müşriklerle yapılan savaş.

Uhud savaşından önce Kureyş'in öfkesi
kabarmış, kin ve intikam duyguları artmıştı.
Bedir'de yakınlarını kaybeden Utbe kızı Hind
".. Muhammed'le arkadaşlarından öç almadıkça içim
rahatlamayacak, Muhammed'le savaş yapmadıkça koku sürünmek
bana haram olsun. Sevdiklerimin intikamının
alındığını gözümle görmedikçe bana sevinmek
yok!" diyordu. Ebu Süfyan ve başkaları da buna benzer
şekilde and vermişlerdi. Ebu Süfyan'ın yürüttüğü
kervanın malları Daru'n-nedve'de topluca durmaktaydı. Müşriklerin
ileri gelenleri, herkese katılma payını verdikten sonra
geri kalan kâr ile güçlü bir ordu hazırlanmasına karar
verdiler. Onlara göre Müslümanlar Kureyş büyüklerini öldürmüşlerdi,
onların intikamını almak gerekliydi. Bedir'de
yakınları öldürtücüler karalar giyinmiş vaziyette
kabileler arasında dolaşıyor, şairler mersiyeler söyleyerek
Araplar savaşâ teşvik ediyorlardı.

Putperest Kureyşliler Mekke
dışındaki Arap kabilelerinin de katılmasıyla 3000
kişilik bir askerî kuvvet hazırladılar. Bu kuvvette 700
zırhlı, 200 atlı süvari, 3000 deve vardı.
Aralarında, başta Ebu Süfyan'ın karısı Hind
olduğu halde 14 tane de kadın vardı. Bedir'de
babasını ve öteki yakınlarından
bazılarını kaybetmiş olan Hind'in kalbini iğrenç
bir intikam duygusu bürümüştü. Amcası Abbas (r.a) Hz.
Muhammed (s.a.s)'i çok severdi. Bu sebeple bir mektup yazarak Kureyş'in
savaş hazırlıklarını yeğenine bildirdi.
Peygamberimiz (s.a.s) amcasından gelen mektubu okuttu ve mektupta
bildirilen haberi gizli tutarak keşifçiler gönderdi. Keşifçilerin
getirdiği haberler mektupta amcasının bildirdiklerine aynen
uyuyordu. Düşman büyük bir ordu hazırlamıştı
ve Medine'ye doğru ilerliyordu.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) bir savaş
meclisi kurarak meseleyi ayrıntılı olarak ashabıyla görüştü.
Resulullah (s.a.s) düşmanı şehrin dışında
karşılamayıp şehri içerden savunmak görüşündeydi.
Fakat özellikle Bedir savaşına katılan gaziler
hakkında nazil olan övücü ayetlerin etkisinde kalan gençler, düşmanın
dışarıda karşılanmasından yana idiler. Düşmanla
bir meydan savaşı yapmak istiyorlardı:

Resulullah (s.a.s) ashabın isteklerini
kırmayarak düşmanı karşılamak üzere kılıcını
kuşandı, zırhını giydi. Münafıkların
reisi Abdullah b. Ubey b. Selül şehrin içinde kalınarak
savunma yapılmadığını bahane ederek 300
kişilik kuvvetini geri çekti. Gayesi savaşmak değildi. Müslümanları
düşman karşısında güçsüz bırakmak istiyordu.
Böylece Müslüman ordusunun mevcudu 1000'den 700'e düşmüş
bulunuyordu.

İslâm Ordusunun Harp Alanına Hareketi

Düşman, Medine'nin yegane açık sahası
olan kısımdan içeriye sızarak karargâhını Uhud
dağının Medine'ye bakan eteklerinde kurmuştu.
Resulullah (s.a.s) 700 Müslümanla Cumartesi sabahı Uhud
dağına ulaştı. Sırtını dağa
vererek karşıdaki çorak arazide yer tutan düşmana
karşı saf tuttu. Düşmanın düşüncesi Müslüman
ordusunu mağlub ettikten sonra şehri yağmalamaktı.
Bunun için Medine'nin yakınında Uhud önleri savaş
sahası seçilmişti.

Resulullah (s.a.s) Bedir'de olduğu gibi bu
savaşta da İslâm ordusunu savaş düzenine göre yerli
yerine yerleştirdi, düşmanın sızabileceği,
kuşatma yapabileceği geçit ve gedikleri de okçularla korudu ve
özellikle ordunun sol tarafındaki dağın vadisini beklemek
üzere Abdullah b. Cübeyr kumandası altında elli kişilik,
okçu birliğini bıraktı ve "Düşman yense de,
yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrılmayınız. "
diye tembihte bulundu.

11 Şevval 3 (27 Mart 625) Cumartesi günü savaş
teke tek vuruşmalarla başladı; Hz. Ali, Hz. Hamza ve öteki
İslâm savaşçıları hasımlarını
öldürdüler. Sonra savaş kızıştı. Resulullah (s.a.s)
almış olduğu askerî tedbirler ve uygulamış
olduğu planlar sayesinde ilk safhada Müslümanlar galip geldiler.

Hz. Hamza'nın şehid edilmesi

Resulullah (s.a.s)'in amcası Hz. Hamza kükremiş
bir arslan gibi düşmana kılıç sallayarak ilerliyor, hasımlarını
kırıp geçiriyordu. Diğer Müslümanlar da ellerinden gelen
çâbayı gösteriyorlardı. Düşmanlar da olanca
gayretleriyle kılıca sarılmalarına rağmen bozguna
uğramaktan kendilerini kurtaramadılar. Tef çalarak askerlere
moral veren düşman kadınları bile korku içinde dağ
yamacına tırmanmaya, kaçmaya başladı. Bununla beraber
henüz kesin netice alınmış değildi; düşmanın
hızlı bir şekilde takibi ve dönmeyeceği bir noktaya
kadar kovalanması gerekiyordu. Halbuki bu inceliği ve harp usulünün
bu yönünü bir an unutarak gaflete düşen ve dünyalığa
meyleden Müslümanlar kılıçlarını bırakıp
ganimet toplamaya koyulmuşlardı. Ordunun gerisindeki vadiyi
bekleyen elli okçu da kumandanlarının ısrarlarına
rağmen Resulullah (s.a.s)'in kesin emrini unutarak
"Kardeşlerimiz üstün geldi, biz niye bekleyelim" diyerek
yerlerinden ayrıldılar, ganimet toplamaya giriştiler.

İşte bu sırada böyle bir anı gözetlemekte
olan 200 kişilik düşman süvari birliği komutanı
Halid b. Velid az sayıdaki İslâm okçusunun kaldığı
geçidi rahatça ele geçirerek İslâm ordusunu arkasından
vurmaya başladı. Bunu gören müşrikler geri döndüler ve
yeniden hızlı bir saldırıya giriştiler. Böylece
Müslümanlar iki ateş arasında kaldılar, üstünlüğü
sağlamışken dünyalığa dalmaları ve
Peygamber'in emrini çiğnemeleri yüzünden zor durumlara düştüler.
İşte bu safhada Hazma (r.a) Ebu Süfyan'ın karısı
Hind'in kölesi Vahşi tarafından mızrakla vurularak
şehid edildi. Resulullah (s.a.s)'in Hicretten evvel Medine'ye tayüz
ettiği ilk öğretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) de bu esnada
şehid düşenler arasındaydı. Mus'ab (r.a) sima
itibariyle Resulullah'a benzediğinden şehit düştüğünde,
onu şehit eden kimse Resulullah (s.a.s)'i öldürdüğünü haykırıyordu.
Bu durum Müslümanların daha da dağılmasına sebep
oldu. Ancak kısa zaman sonra Resulullah (s.a.s)'in sağ
olduğu anlaşıldı. Uhud dağının hemen
eteklerinde bulunan Resulullah(s.a.s)'in çevresi büyük çarpışmalara
sahne oldu. Müslümanlar onun etrafında dönüyorlar gerektiğinde
kollarını, bacaklarını kalkan yerine
kullanıyorlardı, Hz. Talha bu yolda kolunu kaybetmişti.
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'a ise Resulullah ok veriyor ve: "Anam babam
fedâ ol sun, at yâ Sa'd" diyor; oklarının isabet etmesi için
Allah'a dua ediyordu. Müşrikler Resulullah (s.a.s)'ı öldürmek
için hücum ettikçe Müslümanlar onun çevresinde giderek çoğalmışlar
ve çetin bir savunma hattı kurmuşlardı. Düşman bu
hattı yaramayacağını anlayınca geriye çekilmek
durumunda kaldı ve böylece savaş üçüncü safhada denk bir
duruma geldi. Ebu Süfyan karşı dağa, Resulullah (s.a.s)'da
Uhud'a doğru tırmandı ve bugün hâlâ ziyaret edilen mağarada
dinlendi. Resulullah (s.a.s)'ın dişi
kırılmış, yanağı
yarılmıştı. Kızı Fatma onu tedavi etti. Ebu
Süfyan ile Hz. Ömer'in karşılıklı
konuşması da bu esnada cereyan etmişti.

Kureyşli müşrikler bu savaşta o kadar
vahşiyane şeyler yapmışlardı ki, belki tarihte
benzerine az rastlanırdı. Müslümanlar bu savaşta 70
şehid vermişlerdi. Düşmanlar özellikle de müşrik
kadınlar şehid Müslümanların burunlarını ve
kulaklarını kesiyorlardı. Ebu Süfyan'ın
karısı Hind ve öteki bazı müşrik kadınları
Müslüman şehidlerin organlarından yaptıkları
gerdanlıkları boyunlarına takmışlardı.
Ayrıca Hind, Hz. Hamza'nın ciğerini çıkartarak
ağzında çiğnemek iğrençliğini gösterebilmişti.

Uhud'tan ayrılan Ebu Süfyan bir süre sonra geri
dönerek Medine'ye saldırmak ve başladıkları işi
tamamlamak isteğine kapılmıştı. Esasen böyle bir
durumu, Resulullah (s.a.s) tahmin etmiş, 70 şehid ve
yaralıya rağmen savaşın hemen ertesi Pazar günü düşmanı
takibe karar vermişti. Resulullah (s.a.s) 70 kişilik süvari
birliği ile 8 km. Kadar müşrikleri takibetti. Sonra
konaklayarak üç gün bekledi. Geceleri ateş yaktırarak düşmana
savaştan yılmadıkları mesajını veriyordu. Müslüman
olmadığı halde Müslümanların dostlarından olan
Huzaa kabilesinden Mabed-i Huzâî, Resulullah (s.a.s)'i gördükten sonra
Ebu Süfyan'a giderek onun arkadaşlarıyla birlikte savaş için
geldiklerini söylemiş, Ebû Süfyan da yeni bir vuruşmayı
göze alamayarak Mekke'ye gitmiş ve Medine'ye saldırmaktan vazgeçmişti.
Böylece Müslümanlar, bu savaşta birinci safhada üstünlük sağlamışlar,
gaflet ve dikkatsizlik neticesinde ikinci safhada ilahî bir imtihana uğratılarak
mağlubiyet acısı kendilerine
tattırılmış, fakat üçüncü safhada durum denkleşmişken
Resulullah (s.a.s)'in cesaretle takibi neticesinde düşman
korkutulmuş ve üstünlük tekrar Müslümanlara geçmişti.

Savaştan Bazı İlginç Tablolar

Enes b. Mâlik diyor ki: Amcam Enes b. Nadr'ı Uhud
meydanında öldürülmüş olarak bulduk; üzerinde 80 kadar kılıç,
süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler işkence
yapmış olduklarından, kimse onu tanıyamadı,
yalnız kız kardeşi parmaklarından tanıdı.
Biz şu ayetin amcam ve benzeri hakkında inmiş olduğunu
sanıyoruz: Müminlerden bir çok kimseler Allah'a vermiş
oldukları sözlerini yerine getirdiler" (el-Ahzâb, 33/23).

Hz. Hamza'nın kız kardeşi, Müslümanların
bozguna uğradığı haberini alınca Medine'den
savaş alanına gelmişti. Bunu farkeden Resulullah (s.a.s)
Hz. Zübeyr'e, Hamza'nın cesedinin parçalanmış vaziyette
ona gösterilmemesini tenbih etmişti. Bunu hisseden Safiyye,
"Kardeşimin şehid olduğunu biliyorum. Allah yolunda böyle
fedakarlıklar her zaman gerekir" demiş ve parça parça
edilmiş kardeşinin cesedini görünce de, Hepimiz Allah'ın
mülküyüz ve O'na döneceğiz"demek suretiyle büyük bir
teslimiyet örneği gösterebilmiştir.

Ensar'dan bir kadın da savaşta
babasını, kardeşini ve kocasını
kaybetmişti., Bunları haber aldıkça hep Hz. Muhammed
(s.a.s)'in sağ olup olmadığını soruyordu. Onun
sağ olduğunu öğrenince; "Sen sağ olduktan sonra
her felâket hiç gelir!" demişti.

İslâm şehidleri ikişer ikişer
toprağa verildiler. Tablo göz yaşartıcı idi.

Hz. Hamza (r.a) kaftanı ile toprağa
veriliyordu. Hz. Peygamber'in hicretten önce Medinelilere İslâmî
öğretmesi için tayin ettiği ilk öğretmen Mus'ab b. Umeyr
(r.a) toprağa verilirken üzerindeki elbise kısa gelmişti.
Göğüs tarafına örtülünce alt kısmı, alt
kısmına örtülünce de göğüs kısmı açıkta
kalıyordu. Resulullah (s.a.s) örtünün alt kısmına
örtülmesini üst kısmına da izhir denilen kokulu otlardan
konulmasını emir buyurmuştu.

Resulullah (s.a.s) Uhud şehidleri hakkında
şöyle buyurmuştur:

"Uhud harbinde kardeşleriniz şehit
olunca Allah Teâlâ onların ruhlarını bir takım
yeşil kuşların içlerine koymuştur. Bunlar Cennet
ırmaklarına gelirler, içerler ve Cennet meyvelerinden yerler.
Sonra bu kuşlar, arşın gölgesinde asılı bulunan
altın kandillere konup tünerler. Şehid ruhları artık
böyle mesut bir hayata erişince; bizim cennetteki bu halimizi dünyadaki
kardeşlerimize kim bildirir ki, onlar da bilsinler de cihatdan
çekinmesinler demişlerdi" (Tecrîd,186 vd; İbn Sa'd, II;
148).

Hüseyin ALGÜL


Konular