Şamil | Kategoriler | Konular

Timar

TİMAR

Osmanlı devletinde, belirli görev ve hizmet karşılığında
kişilere tahsis edilen ve defter yazılarındaki senelik
geliri 20 bin akçaya kadar olan askerî dirlikler. Kendisine böyle bir
imkân tanınan kişiye de timar sahibi veya sipahî denir.

Timar sistemi, Osmanlı devletinde
toprağın işlenmesi, devletin büyük bir masrafa girmeden
askerî kuvvet sağlaması ve ekonomik hayatın
gelişmesinde büyük faydalar sağladı. Devletin ekonomik ve
askerî gücünü ortaya koyması bakımından önem taşıyan
bu sistem bilinmeden bazı konularda doğru ve sağlam fikir
sahibi olmak mümkün değildir.

Bir beylik olarak ortaya çıkışından
itibaren, bünyesinde gerektirdiği değişiklikleri yapmaktan
çekinmeyen Osmanlı Devleti, kendisinden önceki Müslüman devletler
ile komşu diğer Müslüman devletlerin müessese ve teşkilâtlarından
da istifade etmişti. Nitekim, "Anadolu Selçuklu Devletinin
enkazı üzerinde ve onun bir devamı olarak teşekkül ve
inkişaf etmiş bulunan Osmanlı İmparatorluğunun,
bu devletin ve onun vâsıtası ile daha eski diğer Türk ve
İslâm devletlerinin veya İran Moğollarının çok
zengin teşkilât ve müesseselerinden de geniş ölçüde
faydalanmak imkânlarına sahip bulunduğu tarihî bir hakikattir.
Bu sebeple bazı tarihçilerin, Osmanlı tımarının
ilk örneklerinin özellikle son dönem Bizans İmparatorluğunda
aranması gerektiği şeklindeki görüşleri gerçeklere
uygun bir temayül sayılmaz. Nitekim, bilhassa vezir Nizâmü'lMülk'ün,
Büyük Selçuklu İmparatorluğunda yapmış olduğu
idarî ıslâhattan sonra, bu imparatorlukta askerî hizmet mukabili
dağıtılmış olan "İkta"lar, Anadolu
Selçuklularına ve dolayısıyla Osmanlılara,
anahatları ile bir timar örneği teşkil edebilecek
bazı hususiyetler taşımakta idi" (Ö. Lütfi Barkan,
İslâm Ansiklopedisi, Timar maddesi).

Yukarıdaki ifadelerden de
anlaşılacağı gibi timar sistemi, Osmanlılardan
önceki Müslüman devletlerde de bulunmakta idi. Osmanlılar, bu
sistemi onlardan aldılar. Bu sebeple daha devletin kuruluş
yıllarında timar sistemi ve bununla ilgili uygulamaları görmekteyiz.
Nitekim Osman Gazi (1299-1326), fethedilen yerleri dirlik (timar) olarak
dağıtmış ve bunlarla ilgili bazı hükümler koymuştur.
Âşıkpaşazâde'nin ifâdesine göre o, "Her kime kim
bir timar virem ânı sebepsiz elinden almayalar ve hem ol öldüğü
vakitte oğluna ve eğer küçücük dahi olsa vireler.
Hizmetkârları sefer vakti olacak sefere varalar. Ta ol sefere
yarayınca" demiştir (Aşıkpaşazade, Tarih,
İstanbul 1332, 20). Bu ifadelerden şu sonuçlar çıkmaktadır:

1. Sebepsiz yere hiç kimsenin tımarı elinden
alınamaz.

2. Timar sahibinin ölümü halinde timar oğluna
intikal eder.

3. Oğul küçükse, sefere gidecek yaşa
gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlarının sefere gitmesi
gerekmektedir. Bundan da anlaşıldığı gibi,
Osmanlı Devletinde timar sistemi, mîrî arazi rejiminin sonucu
olarak ortaya çıktı. Osman Gazinin fetihleri ile başlayan
bu sistem, Sultan I. Murad devrinde tam teşkilâtlı bir müessese
haline geldi.

Devlette önemli bir fonksiyonu bulunan timar sistemi,
Osmanlı toprak rejiminin temelini teşkil eder. Zira bu toplumda
ekonomik, sosyal, askerî ve idarî teşkilâtların tamamı büyük
ölçüde toprak ekonomisine dayanıyordu. Toplum hayatında en küçük
vazife sahibinden devlet başkanına (hükümdar) kadar hemen
hemen bütün sosyal gruplar, geçimini toprak ürünleri ile temin
ediyorlardı. Bu sistem sayesinde devletin güçlendiği tarihçiler
tarafından açıkça ortaya konmaktadır. Nitekim Alman tarihçiler
tarafından açıkça ortaya konmaktadır. Nitekim Alman tarihçisi
Leopold Von Ranke "XVII. Asırda Osmanlılar ve ispanya"
adlı eserinde Osmanlı devletinin kudretini teşkil eden üç
unsurdan birinin timar (dirlik) sistemi olduğunu kaydeder (Halil Cin,
Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Ankara 1978,
85).

Toprak taksimatının en küçük bölümü
olan timar, senelik geliri 3-20 bin akça arasında değişen
askerî dirliklere verilen bir isimdir. Devrin imkânları gözönünde
bulundurularak bir kısım asker ve memurlara geçimlerini temin
hususunda böyle bir kaynak sağlanıyordu. Nitekim bu mânâda
kanun-nâmelerde "Zeâmet ve timar ki def-i a'da için tâyin olunan
mal-ı mukateledir ve asker dahi bunları tasarruf
edenlerdir" denilmektedir (Kavanîn-i Âl-i Osman Der Mezâmin-i
Defteri Divân, vr. 15a, Süleymaniye Ktb. (Fatih) nr. 3497).

Kanun-nâmenin bu ifadesinden hareketle Barkan, timarı
şöyle tarif eder: "Osmanlı İmparatorluğunda geçimlerini
veya hizmetlerine ait masrafları karşılamak üzere bir kısım
asker ve memurlara, muayyn bölgelerden kendi nâm ve hesaplarına
tahsil salâhiyeti ile birlikte tahsis edilmiş olan vergi
kaynaklarına ve bu arada bilhassa defter yazılarındaki
senelik geliri 20 bin akçaya kadar olan askerî dirliklere verilen
isimdir" (Barkan, İslâm Ansiklopedisi, Timar md.). Kendisine
böyle bir imkân tanınan kişi (timar sahibi, sipahi), buna
karşılık bazı vazifelerle mükellef tutulmaktadır.
O, Batı'daki toprak sahiplerinin, "serf"lerine
karşı takındıkları tavır gibi bir pozisyonda
bulunamaz. Keza tımarı içinde meydana gelen olaylara toprak
sahibi sıfatıyla müdahalede bulunamaz.

Sipahi, reâyadan (mirî araziyi ekip biçen, tasarruf
eden) miktar ve cinsleri kanunlarla tesbit edilmiş olan vergiden
fazlasını tahsil edemezdi. Selahiyetini aşandan
dirliği (timarı), bir daha geri verilmemek şartıyla
alınırdı. Kendisi de başka bir bölgeye reâyâ olarak
gönderilirdi. Çünkü devletin kendisine verdiği selâhiyeti
tecavüz etmiş, güveni kötüye kullanmış ve halka
haksızlık etmiş oluyordu. 14 Muharrem 973 (12 Ağustos
1565)' de Sivas Beylerbeyi, Sivas ve Arapkir kadılarına
yazılan bir hükümde, Divriği Beyi Kasım'ın
şeriat ve kanuna aykırı olarak reâyâya haksızlık
ettiğinin mahkeme tarafından tesbit edilmiş olması
cihetiyle sancağının tebdiline karar verildiği
bildirilmektedir (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme
Defteri, nr. 5, 34). Aynı Şekilde 973 (1565) senesinde Avlonya
kadısına yazılan bir hükümde de adı geçen kazaya bağlı
Aspurokilise adındaki köyde timar sahibi olan Burhan oğlu
Ahmed'in, gerek ehl-i şenaattan olması, gerekse reâyâya haksızlık
etmesi sebebiyle timarı elinden alınıp hapsedilmesine karar
verilmiştir. Böylece, farklı din, ırk, milliyet ve
mezheplere sahip insanları sınırları içinde barındıran
Osmanlı Devleti, sipahînin yapabileceği
haksızlığın önünü almaya gayret ediyordu.

Osmanlı toprak rejiminde sipahi (timar sahibi),
toprağın gerçek sahibi değildi. O, mirî arazinin halka dağıtılmasında
devletin bir temsilcisi durumundaydı. Bunun içindir ki devlet,
timarların kapalı bir sistem halinde çalışmasını
engellemek, onları devamlı kontrol etmek ve gerektiğinde müdahalede
bulunmak için devamlı olarak buralara memurlar gönderiyordu. Bu
manada "Toprak Kadısı"nın
varlığını zikredebiliriz.

Osmanlı Devletinde, Osman Gazi ile başlayan
timar sistemi, Sultan I. Murad zamanında Rumeli bölgesinde de
uygulanmaya başladı. 1402 yılında Timur'la
yapılan savaştan sonra Osmanlı Devletinin
teşkilatlanmasında bir duraklama görüldü. Bu hal, kendisini
toprak sisteminde de hissettirdi. Buna karşılık Fatih
Sultan Mehmed,devletin artan ihtiyaçları yanında timar
sistemini geliştirmek için kanunlar çıkardı. II. Bâyezid
(1481/1512) zamanında timar teşkilatında önemli bir değişiklik
göze çarpmaz. Buna karşılık Yavuz Sultan Selim (1512-
1520) devrinde timar sistemi mükemmel bir şekilde işlemiş,
sipahî ve "cebelî"lerin (timar sahiplerinin yanlarında
harbe götürmek zorunda olduğu kimseler, askerler) miktarı
artış göstermişti. 1514 yılında bunların
sayısı 140 bin kişiyi bulmuştu (Cin, a.g.e., 101). Bu
teşkilât, Kanunî Sultan Süleyman döneminde tekâmülünün
zirvesine çıktı. Kanunî'nin konu ile ilgili fermanları ve
kanunnâmesi, bu hususta önemli birer delil olmaktadır. Bu dönemde
irili ufaklı 37521 timar vardı. Bunlardan 9654'ü kale muhafız
timarı, geriye kalan 27867'si ise tamamıyla
"eşkinci" timarı idi.

Osmanlı toprak rejiminde her dirliğin
çekirdeğini teşkil eden ve "kılıç" adı
verilen bir kısım vardır. Timarlar, kılıç tabir
edilen ve hiç değişmeyen bir çekirdek kısmı ile
zamanla bu kısma ilave edilen hisselerden meydana geliyordu.
Timarların bulunduğu bölge ve durumlarına göre farklılık
arz eden her "kılıc"a bir timar sahibi tayin edilir,
bir kılıç yerine iki kişi tayin edilemezdi (KavanÎn-i
Âl-i Osman Der Mezâmin, vr. 7 b, 8 a-b). Rumeli'de bulunan Budin, Bosna,
Tımaşvar Beylerbeyliklerindeki 6000'lik "Tezkireli
Timar"ların kılıçları 3'er bindi. Anadolu,
Karaman, Maras, Rum, Diyarbekir, Erzurum, Haleb, Şam, Bağdad ve
Kıbrıs eyâletlerindeki tezkireli timarların kılıçları
ise 2 bindi. Buna göre kılıç hakkının
dışında kalan her üçbin akça gelir için timar sahibi
bir "cebelî" yetiştirmek zorundaydı. (Mustafa Nuri
Paşa, Netâyicü'l-Vukuât, İstanbul 1294, I, 143-144).

Osmanlı toprak düzeninde timarlar bir kaç kısma
ayrılıyordu

a-Timar arazisinin mülk olarak verilip verilmemesi açısından

1 ) Mülk timarlar: Anadolu'nun bazı vilâyetlerinde
mevcud olan bu neviden timar sahipleri sefer esnasında yerlerine
"cebelî"lerini gönderebiliyorlardı. Bu mükellefiyetini
yerine getirmeyen timar sahibinin bir yıllık geliri hazine
tarafından alınıyordu. Ölümü halinde timar oğluna,
oğlu yoksa diğer mirasçılarına kalıyordu.

2) Mülk olmayan timarlar: Bunlar hizmet karşılığı
varidatın bir kısmının tahsisi suretiyle verilen
timarlardı. Osmanlı timarlarının çoğu bu
nevidendir.

b- Timar sahiplerinin gördüğü işlere göre

1 ) Eşkinci timarları: Bunların
sahipleri alaybeyinin sancağı altında sefere eşerler
(giderler). Cebelîleri ile birlikte sefere gitmek zorunda olan bu tip
timarların mutasarrıfları, sefere gitmedikleri zaman
timarları ellerinden alınırdı.

2) Mustahfız timarları: Bu timarların
sahipleri, bağlı bulundukları kalelerin
muhafızları idiler. Hizmetleri devam ettiği müddetçe
timarları da devam ederdi.

3) Hizmet timarları: Hudud boylarında bulunan
câmilerin imamet ve hitâbetinde bulunanlar ile saraya hizmet edenlere
verilen timarlardır.

c- Veriliş şekillerine göre

Timarların, Beylerbeyi tarafından veya devlet
merkezinden verilmesine göre sınıflandırılması
ile ilgilidir. Buna göre de timarlar ikiye ayrılıyordu:

1) Tezkireli timar: Beylerbeyilerin, bir tezkire ile
devlet merkezine teklif ettikleri timarlardı.

2) Tezkiresiz timar: Beylerbeylerin kendi
beratları ile verdikleri timarlardı.

Küçük timarların
dağıtılmasında beylerin selahiyetleri büyüktü.
Muhtelif eyâletlerde değişik baremlerde olmak üzere defter yazıları
belirli bir rakamın altında olan timarların sahiplerini
beylerbeyleri kendi tuğralarını taşıyan
beratlarla tayin edebiliyorlardı. Daha büyük gelir sağlayan
timarlarda ise beylerbeyi o timara hak kazanmış olan sipahinin
eline bir "tezkire" vererek tayin işini devlet merkezine
teklif ederdi. Beylerbeyinden böyle bir tezkire alan sipahi,
İstanbul'a gelip altı ay içinde beratını almak
zorunda idi.

d- Malî durumlarına göre:

1) Serbest timarlar: Timar sahibinin, "resm-i
erûs", "resm-i tapu", "kışlak",
"yaylak", "cürüm, cinayet" vs. gibi vergileri alma
hakkına sahip bulunduğu timarlardı.

2) Serbest olmayan timarlar: Böyle bir timarı
tasarruf eden sipahinin serbest timar sahipleri gibi yetkileri yoktu.

Kanunî Sultan Süleyman döneminde tekâmülünün
zirvesine erişen timar sistemi, bu hükümdarın ölümünden
sonra bozulma temayülü göstermeye başladı. III. Sultan Murad
(1574-1595) devrinde bozulma belirtileri açıkça ortaya çıktı.
Zira bu dönemde eski kanunlara riayet edilmeyerek çeşitli yollardan
timar sahibi olan kimseler türedi. Koçi Bey, bu konuda eski kanun ve
şer'-i şerife uyulmadığını (Koçi Mustafa
Bey, Risâle, Nşr. Zuhuri Danışman, ist. 1972, 32)
anlatır.

Kuruluşundan beri, Osmanlı Devleti tarihinde
büyük bir rol oynamış bulunan tımar rejimi, birkaç asırdan
beri buhranlar içinde geçen hayatının son safhasında
sessiz sedasız bir şekilde ve herhangi bir sarsıntıya
sebep olmadan ortadan kalktı. Tarihe mal olması çeşitli
safhalar geçiren bu sistemin kaldırılış
esnasındaki ilk tatbikatı, 1703 tarihinde Girit Adası'nda
başladı. Ülkenin diğer mıntıkalarındaki
tımarlar ise 1812 tarihinden itibaren mahlul oldukça (boşaldıkça)
başkalarına verilmemeye başlandı. Nihayet Yeniçeri
ocağının lağvedilerek muntazam bir askerî sınıf
vücuda getirildikten sonra intizam ve disiplinlerini büsbütün kaybetmiş
olan tımar sahiplerinin de eskiden olduğu gibi
bırakılmaları uygun görülmeyerek H. 1263 (M. 1848)
senesinde bütün tımar sahipleri kayd-ı hayat
şartıyla ve yarım tımar bedeli ile emekliye sevk
edilerek tımar sistemine son verildi.

Ziya KAZICI


Konular