Şamil | Kategoriler | Konular

Tahammülü'l-hadis

TAHAMMÜLÜ'L-HADİS

Bir ravinin başkalarına rivâyet etmek
gayesiyle, hadis rivâyet eden bir şeyhten rivâyet ettiği
hadisleri semâ, kıraât, icazet, münavele, kitabet, i'lam, vasiyyet,
vicade gibi yollarla alması, yani aldığı hadisleri
başkasına nakletmek üzere yüklenmesidir (Nureddin Itr,
Mu'cemu'l-Mustalahati'l-Hadisiyye; Talat Koçyiğit, Hadis
Istılahları, Ankara 1980, s. 414).

Hz. Peygamber (s.a.s), ashabını hadisleri öğrenmeye
ve başkalarına da tebliğ etmeye teşvik ederdi. O'nun
rivâyet konusuna ait teşvik ve tavsiyelerinden birinde "Sözümü
işitip güzelce belleyen ve bellediği gibi başkalarına
(ileten, tebliğ eden) kimsenin Allah yüzünü ağartsın"
(Ebû Davûd, İlim, 10; Tirmizî, İlim, 7; İbn Mâce,
Mukaddime, 18; Menasik, 76; Dâri-mî, Mukaddime, 24; Müsned, I, 37, III,
225, IV, 80, 82, V, 183) buyuruyordu. Bir başkasında ise;
tebliğ görevini açıkça hatırlatıyordu: "...Burada
bulunanlarınız bulunmayanlara (duyduklarını)
ulaştırsın" (Buharî, İlim, 9, 10; Fiten, 8;
Tevhid, 24; Müslim, Hacc, 446; Ebû Davûd, Tetevvu, 10). Bu görevin
yerine getirilmesinde ilmî gayelerin mevcudiyetini de Hz. Peygamber
şöyle açıklıyordu: "... Zira olur ki, burada
bulunanlarınız sözü kendisinden daha anlayışlı
bir kimseye tebliğ etmiş olur" (Buharî, Fiten, 8;
İllim, 9; Hacc, 132; Tirmizî, İlim, 7). Bu hadislerden
anlaşıldığı gibi, rivâyetle hüküm çıkarılması
(istihrac) için hadisin daha kavrayışlı, fakih bir
kimseyle ulaştırılması gayesi vardır. Bundan
dolayı fakih, çıkaracağı hükmün İslâm'ın
ruhuna uygun olmasını sağlamak için, hadisi kimden aldığına
dikkat etmek zorundadır. Çünkü hadisin sıhhat; hadisi rivâyet
eden ravilerin güvenilir olmaları ile yakından ilgilidir. Güvenilir
(sika) olmanın en önde gelen şartı da dini bütün olmaktır.
İşte bu sebepledir ki hadisçiler, kâfir olan bir kimsenin
hadis almasında mahzur görmemiş olsalar bile, kâfirin rivâyet
ettiği bir hadisin alınamayacağı görüşü
üzerinde ittifak etmişlerdir (Talat Koçyiğit, a.g.e., s. 415).
Nitekim sahabeden Cubeyr b. Mut'im, Hz. Peygamber (s.a.s)'in akşam
namazında Tûr sûresini okuduğunu İslâm'a girmeden önce
işitmiş, fakat bu hadisi ancak Müslüman olduktan sonra
rivâyet edebilmiştir.

Hadis almak için yaş sınırı tayin
etmede çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Sahih
olan görüşe göre, hadis dinlemek, yazmak ve zaptetmek için yaş
sınırı belirtmeye gerek yoktur. Çocuk temyiz dönemine
girdikten sonra, âlimlerin meclisine katılıp, hadis
dinleyebilir. Önemli olan çocuğun söylenen sözü anlayabilmesi ve
sorulan soruya cevap verebilmesidir. Beş yaşında da olsa,
her şeyi birbirinden ayırma yeteneğine sahip olan bir
çocuk, hadis alabilecek bir yaşa gelmiş demektir (Talat Koçyiğit,
a.g.e., s. 415).

Hadis tahammülünün çeşitli yolları
bulunmaktadır. Hemen bütün hadis usûlü kitapları bu konuda
sekiz yoldan söz etmektedirler. Bunlar sırasıyla, semâ, kıraât,
icâzet, münâvele, kitabet, i'lam, vasiyyet ve vicâdedir.

İslâm dininin Kur'an-ı Kerim'den sonra
ikinci kaynağı olan hadise fevkalade ehemmiyet veren Müslümanlar,
onun hangi yolla öğrenildiğinin tespitine, bunun belli teknik
terimlerle sonraki nesillere de bildirilmesine de pek önem vermişlerdir.
Söz konusu hadis öğrenme ve öğretme (tahammül ve edâ)
yolları işte bu dikkatin belgeleri mahiyetindedir.

Hadislerin bir hocadan öğrenilip rivâyet
edilmesini ifade eden tahammülü'l-hadis yolları önem ve kuvvet sırasına
göre şöyledir.

1- Semâ: Hocanın ezberden veya yazılı
bir metinden rivâyet ettiği hadisi, öğrencinin bizzat
hocasının ağzından işitmesidir.

Böylece, şartlarını haiz mütehassıs
bir hocanın ağzından hadis duymak (semâ'), hadisi öğrenim
yollarının en üstünü sayılır. Bu durum rivâyet sırasında,"haddesenâ
fülân (bize anlattı), ahberenâ-veya enbeenâ fülân (...bize
haber verdi)" veya "semi'tü fülanen yekûlü (...şöyle
söylerken işittim)" vb. terimlerle belirtilir.

Hoca ezberden veya kitaptan sözlü olarak rivâyet
ettiği hadisi öğrencilerine yazdırırsa, bu imlâ olur.
Bu sistemle getirilmiş literatüre de emali adı verilir.

Zaman içinde büyük imlâ meclislerinin teşkiline
vesile olan imlâ sistemi, Hz. Peygamber (s.a.s)'in Kur'an-ı Kerim'in
ayetlerinden başka diplomatik vesikaları, anlaşmaları
dikte (imlâ) etmesinden kaynaklanan bir öğretim usûlü olmuştur.
Konunun bütün detayını es-Sem'anî'nin Edebü'l-İmlâ
ve'l-İstimlâ" (Leiden, 1952) adlı kitabında görmek
mümkündür (İsmail Lütfü Çakan, Ana hatlarıyla Hadis,
İstanbul 1983, s. 45).

2- Kıraât (el-Kıraetü ale'ş-şeyh):
Talebe, ezberinde veya elindeki bir kitaptan hocanın huzurunda hadis
okur. Hoca da ya ezbere veya elindeki bir nüshadan takip ederek dinler.
Gerekirse, düzeltme yapar. Böylece öğrenci hocadan o hadisleri öğrenmiş
olur. Bu usûle arz da denilmiştir. Kıraât yoluyla öğrenilen
bir hadis rivâyet edilirken "Kare'tû alâ fülan ve huve yesme'u"
(...nın huzurunda bu hadisi okudum) ifadesi kullanılır.
Eğer hadis, kıraât meclisinde hazır bulunan ve fakat
sadece dinlemiş olan biri tarafından rivâyet edilirse, bu
takdirde, "Kurie alâ fülan ve ene esme'u" (...nın
huzurunda bu hadisi okunurken dinledim) ifadesi kullanılır.

Bu yolla elde edilen hadis, "haddesenâ fülân, kıraeten
aleyh" terimiyle de rivâyet edilir. Ancak burada "kıraaten
aleyh" kaydı mutlaka konulmalıdır. Aksi halde semâ,
yoluyla alınmış olanlarla
karıştırılır.

3- İcazet: Hadis öğrenim ve öğretim
yollarından icâzet hocanın talebesine duyduklarını
veya kitaplarını rivâyet etme izni vermesi demektir. Bunda ne
semâ' usûlünde olduğu gibi hocanın okuması, ne de
kırâet metodunda görüldüğü gibi talebenin okuyup hocanın
dinlemesi ve tasvibi vardır. İcâzet, sözlü veya yazılı
olarak verilir. İcâzet bir kaç şekilde gerçekleşebilir:

a- Belli bir hocanın belli bir öğrenciye
belli bir malzemeyi rivâyet veya istinsaha izin vermesi.

b- Belli bir şahsın, belli bir öğrenciye
belli olmayan malzemeyi rivâyet izni vermesi. "Sana duyduğum bütün
hadisleri rivâyet etmene izin verdim" demesi gibi.

c- Umumi İcâzet, yâni "bütün
Müslümanlara, halen yaşamakta olanlara, Lâ ilahe illallah
diyenlere" gibi genel ifadelerle verilen izin. İbn Salah bunu
kabul etmez.

Belli bir şahsın belli malzemeyi meçhûl
birine rivâyete izin vermesi, hocanın henüz elde etmediği
hadislerinde rivâyetine izin vermesi, "falanın istediği
kişiye icâzet verdim" gibi, bir başkasının
arzusuna bırakılmış icâzet, çocuk, deli, kâfir, fasık
ve bid'atçıya verilen icâzet geçerli sayılmamıştır.
İcazet, hocanın bizzat okuttuğu talebesine,
okuttuklarını rivâyete izin vermesi anlamında gerçekten
Müslümanlara has bir usûldür.

4- Münavele: Hocanın, kendisinden nakil ve rivâyet
etmesi için öğrencisine bir kitap ya da yazılı bir metin
vermesine münavele denilir. Eğer hoca, kitabı verirken
"Bunu sana temlik ediyor" veya "İstinsah için emanet
ediyor ve rivâyet etmene de izin veriyorum" derse, buna icâzetli
münavele ismi verilir ve geçerli bir yoldur. Yok eğer hoca, öğrencisine
"Benim işittiğim hadisler bunlardır" diyerek icâzetten
söz etmeden bir kitap teslim ederse bu, "icâzetsiz
münavele"dir ve bu yolla elde edilen hadislerin rivâyet edilmesi
câiz değildir.

5- Kitabet: Hocanın huzurunda bulunan veya
bulunmayan bir öğrencisi için kendi eliyle bir veya birkaç hadis
yazıp veya yazdırıp vermesi veya göstermesine kitabet
denilmektedir. Mukatebe de denilen bu usûl, münavelede olduğu gibi,
ya icâzetle birlikte tatbik olunur, ya da icâzetsiz olur.

6- İlâm (İ'lâmü'ş-Şeyh):
Hocanın, öğrencisine - icâzetten söz etmeksizin belli bir
hadis veya hadis kitabı hakkında sadece, "Bu benim
duyduğumdur" diye açıklamada bulunmasına denilir. Bu
yolla alınan hadislerin rivâyetini çokları kabul ederken
bazıları da bunun câiz olmadığını söylerler.

7- Vasiyyet: Ölmek veya seyahata çıkmak üzere
olan hocanın, rivâyet izninden söz etmeksizin, kitabını
öğrencilerinden birine vasiyyet ederek bırakmasına
denilir. Bu bırakışta zımnî bir izin vardır
diyerek bu yolla elde edilen hadislerin rivâyetini câiz görenler
bulunmakla birlikte, çokları bunu kabul etmezler.

8- Vicâdet: Bir ravinin yazma bir kitabı ele geçirmesine,
bulmasına vicâde (el-vicade) denir. Hadisçiler bunu semâ', icâzet
ve münavele söz konusu olmadığı halde bir kitaptan hadis
almayı ifade için kullanılır. Bu halde hadisleri ele geçiren
kimse rivâyet ederken "vecedtü bihatti fülân" (...nın
el yazısı ile yazılmış olarak buldum ki..)
diyerek durumu açıklaması gerekmektedir. Bu tür ifadelere
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde rastlanılmaktadır. Abdullah b.
Ahmed "Babamın kitabında el yazısıyla şunu
buldum .." diye bazı hadisleri nakletmektedir. Müslim'de de bu
yolla gelen üç hadis bulunmaktadır. Vicâde, geçerli hadis öğrenimi
ve öğretimi yollarından biridir. Bugün hadis kitaplarından
yapılan nakillerin hepsi bir çeşit vicâdedir.

Hadis öğrenim ve öğretim yolları,
klasik usûller gibi görünse de, hadis öğrenimi ve rivâyet açısından
gösterilen tarihî dikkatin delilleri olarak değerlendirilmelidir
(İsmail Lütfü Çakan, Ana Hatlarıyla Hadis, İstanbul,
1983, s. 171-177; Subh es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis
Istılahları, trc M. Yaşar Kandemir, Ankara 1981 s. 70-84;
Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Mukaddimesi, Ankara 1984, s. 399-449; İbnü's-Salah,
Ulumu'lHadis, thk. Nurettin Itr, Beyrut 1981, s. 114-157; Suyuti,
Tedribu'r-Ravî, thk. Abdulvehhab Abdullatif, Medine-i Münevvere 1972,1,
s.l-59).

Burada özetle ele alınan hadis tahammül yolları,
bazıları diğer bazılarına nisbetle daha çok
itiraza uğramış olsa bile, hadisçiler arasında az
veya çok tatbik alanı bulmuştur. Bu yollardan herhangi biri,
hadisçilerin çoğunluğu tarafından zayıf
sayılmış ise, bu yolla nakledilen hadislerin de
zayıflığına hükmedilmiş; yolun sıhhatine
inananlar ise, hadisleri de sahih kabul etmişlerdir. Bununla beraber,
semâ', arz veya kırâat gibi tahammül yolları, herhangi bir
ihtilaf söz konusu olmaksızın en üstün hadis alma usûlleri
olarak kabul görmüş ve hadisçiler, sırf bu yollarla hadis
alabilmek için rıhle fi talebi'l-hadis adı altında uzun ve
meşakatli seyahatleri göze almakta tereddüt görmemişlerdir
(Talat Koçyigit, a.g.e., s. 419).

Sabahaddin YILDIRIM


Konular