Şamil | Kategoriler | Konular

Taha suresi

TÂHÂ SÛRESİ

Kur'an-ı Kerîm'in yirminci sûresi. Mekke'de inmiş
olup 135 ayetten ibârettir. 130, 131'inci ayetler Medîne'de inmiştir.

Bu sûre Hz. Peygamber'e hitapla başlayıp,
yine O'na hitapla son bulmaktadır. İki harften ibaret olan
"Tâ Hâ" sözcüğü müteşâbih ayetlerden olup
gerçek anlamını ancak Allah bilir. Bununla birlikte müfessîrler
bu ayete; "Ey Muhammed!", "Ey insan", "Ey erkek
adam", "Ey temiz olan ve doğru yolu bulan kişi",
"Gece namazında yorgunluktan ayağını yerden
kaldıran kişi, ayağını yere bas" gibi
anlamlar vermişlerdir.

Sûrenin baş tarafında Hz. Peygamber'in yükümlülükleri
anlatılıyor, ancak Kur'an'ın onu sıkıntıya düşürmek
için indirilmediği bildiriliyor. O, sadece Allah'tan korkanlara bir
uyarıcı ve bir müjdecidir. Yüce Allah kâinatın içine ve
dışına her şeye hakimdir, gizli açık her
şeyi bilir. Bütün yaratılanlar O'nun önünde eğilir.
İnsanlardan inkârcılar olursa onların bu hali peygamberi
sıkıntıya düşürmemelidir.

Bu giriş ve sonuç kısmı arasında büyük
peygamberlerden olan Hz. Musa'nın kıssası konu edilir.
İsrailoğullarının Mısır'dan çıkışları,
yollarda geçirilen sıkıntılar, buzağıya
tapmaları ve benzeri ayrıntılar uzunca anlatılır.
Hz. Musa ile Firavun arasında geçen tartışmalar
zikredilir. Musa (a.s.) ile sihirbazlar arasında yapılan müsabakadan
söz edilir. Böylece bir peygamberin mucizesi karşısında
sihrin yenilgisi vurgulanır. Yüce Allah'ın Hz. Musa'yı en
sıkıntılı zamanlarında nasıl
desteklediği ve selâmete çıkardığı
anlatılır.

Hz. Musa'nın kıssasından sonra kısa
olarak Hz. Âdem'in kıssası yer alır. Onun hata
işlemesi ve sonra bağışlanması
anlatılır. Âdem'in soyundan gelecek insanlara ilâhî hakkatler
anlatıldıktan sonra iyi veya kötüyü seçme hürriyetlerinden
söz edilir.

Sûrenin akışı iki ana bölüme ayrılabilir.
İlk bölümde Hz. Peygamber'e yöneltilen hitap yer almakta ve Yüce
Allah'ın seçip peygamber yaptığı kullarına
sıkıntı çektirmediği ve buna örnek olarak da daha
önce yasamış olan Musa'nın hayatı ve
kıssası sunulmaktadır. İkinci bölümde ise kıyamet
sahneleri ve Hz. dem (a.s)'ın kıssası yer almaktadır.
Sûre'nin sonu ise başı gibi benzer bir üslupla noktalanmaktadır.
Bu genel girişten sonra sûrenin bölümlerini şu şekilde açıklayabiliriz.

1-) Hz. Peygamber'e hitap ve Allah'ın yüceliğine
dikkati çekme:

İlk âyetlerde Kur'ân'ın indiriliş
nedeni şöyle belirlenir: "Tâ, Hâ. Ey Muhammed! Biz sana
Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye göndermedik.
Biz onu ancak Allah'tan korkup O'na itaat edene bir öğüt olsun diye
indirdik. Bu Kur'an sana, yerin ve yüce göklerin yaratanı
tarafından indirildi" (1-4).

Sûre'nin nüzül nedeni şudur. Mekke'de Kur'an
inmeye başlayıp, namaz farz kılındıktan sonra Hz.
Peygamber ve ashabı geceleri de nafile olarak çok ibadet yapıyordu.
Kureyş müşrikleri; "Bu Kur'an, Muhammed'i
sıkıntıya düşürmek için indi" demeye başladılar.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, çok şükreden kul olma arzu ve
isteği ile geceleri yaptığı fazla ibadet nedeniyle
ayakları yorulur, arada birisini yerden kaldırıp
dinlendirir, onu basar bu defa da diğer ayağını
kaldırıp sırasıyla dinlendirirdi. Böylece "Ey
habibim, bu şekilde ayaklarını dinlendirmeye muhtaç olacak
derecede kendini yorma. Çünkü Kur'an'ı biz kendini helâk
edercesine yorman için indirmedik" buyurularak, ibadetlerin, emir ve
yasaklara uymanın itidal ölçüleri içinde yapılması
gereğine işaret edilmiştir (bk. İbn Kesîr, Muhtasar
Tefsir, tahk. M. Al es-Sâbûn, Beyrut 1402/1981, II, 469).

Hz. Peygamber'e farz namazlardan sonra en faziletli
namazın hangisi olduğu sorulunca, "gece
namazıdır" buyurmuştur. Çünkü O'na farzlardan sonra
gece namazı emredilmiştir: "Ey Muhammed! Gecenin bir bölümünde
sadece sana mahsus nafile namaz (teheccüd namazı) kıl. Böylece,
Rabbinin seni övülmüş bir makama erdirmesi umulur"
(el-İsrâ, 17/79). Teheccüd namazı gece uyuyup uyandıktan
sonra kılınan namazdır. Hz. Peygamber'in bu namazı
kıldığı ve yalnız O'na vacip olduğu rivâyet
edilmiştir. Hasan el-Basrî gibi bazı bilginler bunun
yatsıdan sonra kılınan bir namaz olduğunu söylemiş
iseler de bu da uykudan sonraki namaza hamledilir (İbn Kesir, a.g.e.,
II, 391, 392). Gece namazı kılanlar başka bir ayette şöyle
övülür: "Ey Muhammed! Şüphesiz Rabbin senin ve beraberindeki
bir grup ashabın gecenin üçte ikisine yakın, yarısı
ve üçte biri kadar bir süre kalkıp namaz
kıldığını bilir" (el-Müezzemil, 73/20).

Bu duruma göre yatsı namazından sonra ve
sabah namazı vakti girmezden önce kılınan namaz "gece
namazı" adı verilmekte ve böyle bir namaz uykudan sonra
kalkıp kılındığı takdirde "teheccüd
namazı" adını almaktadır. Hz. Peygamber'in ve bir
kısım sahabelerin farzlardan ayrı olarak
kıldığı gece namazlarının gerek
sağlık ve gerekse gündüz yapacakları işlerini
aksatmayacak ölçüde yapılması istenmiştir.

Sûrenin bundan sonraki dört âyetinde Allah'ın gücü,
kudreti ve yüceliği şöyle ifade buyurulmuştur: "Rahmân
olan Allah, Arş'ı kudretiyle kuşatmıştır. Göklerde,
yerde ve nemli toprağın altında ne varsa hepsi
Allah'ındır. Sen sesini yükseltsen de yükseltmesen de şüphesiz
Allah, gizliyi de bilir gizlinin gizlisini de. Allah kendisinden başka
hiçbir ilâh bulunmayan bir Allah'tır. En güzel isimler
O'nundur" (5-8)

2-) Hz. Musa Peygamber'in kıssası:

Burada Hz. Musa'ya Medyen dönüşü Tûr-i
Sinâ'da vahyin ilk gelişinden itibaren
İsrailoğullarını Mısır'dan kurtarması
ve Ken'an iline yerleştirmesine kadar olan peygamberlik dönemi anlatılır.

İsrailoğulları Mısır'da Hz.
Yusuf'tan sonra çoğaldılar. Yakup ve Yusuf'un şeriatı
üzere kaldılar. Mısır'ın eski yerli halkı olan
Kıptler ise Firavunların yönetiminde
İsrailoğullarına esaret hayatı yaşatıyor ve
onlara aşağılık gözüyle bakıyorlardı. Bir
kâhinin İsrailoğullarından doğacak bir çocuğun
Firavun hanedanına son vereceğini haber vermesi üzerine,
Firavun bunlardan yeni doğacak tüm çocukları öldürtmeye başlar.
İşte böyle bir ortamda Ya'kup (a.s)'in üçüncü oğlu
Lavi'nin torunlarından "İmran" adındaki
şahsın soyundan Hz. Musa dünyaya gelir. Annesi onu ölümden
kurtarmak için bir sepetin içinde Nil nehrine salar, sular sepeti,
Firavun'un saray bahçesinin kenarına sürükler. Firavun'un adamları
bunu bulunca karısı Asiye onu evlat edinmek ve yetiştirmek
ister. Musa'nın gerçek annesi de süt anne olarak saraya ulaşır.
Böylece Hz. Musa Firavun'un sarayında yetişir.

Hz. Musa gençlik yaşında iken
Mısır'da bir gün İsrailoğullarından biri ile bir
kıptînin kavga ettiğini gördü. Aralarına girip kıptînin
göğsüne bir yumruk vurunca eceli gelen kıptı öldü.
Firavun tarafından cezalandırılmaktan korkan Musa (a.s)
Mısır'dan kaçıp Medyen'e geldi (bk. el-Kasas, 28/15-22)
Medyen suyu başında koyunları sulamakta zorluk çeken
Şuayb (a.s)'in iki kızına yardımcı oldu. Bunun
üzerine emeğinin karşılığını vermek
üzere kızların yaşlı babaları Hz. Şuayb
O'nu evine davet ettirdi. Şuayb (a.s) sekiz veya on yıl çobanlık
yapması şartıyla kızlarından birisini kendisine
nikâhlamak istediğini bildirdi. Hz. Musa hizmet süresini doldurunca
ailesiyle birlikte Mısır'a doğru yola çıktı (bk.
el-Kasas, 28/23-29). Çünkü annesi ile büyük kardeşi Harun
Mısır'da bulunuyordu.

İşte Tâhâ sûresinde "Musa'nın
kıssası sana ulaştı mı?" (9)ayetinden
itibaren bu Mısır'a dönüş yolculuğu ve sonrası
söyle anlatılır: Hz. Musa Tur dağının da
bulunduğu Tuvâ vadisine varınca kışın
karanlık ve soğuk cuma gecesinde bir oğlu dünyaya geldi.
Geceleyin yolu kaybetmiş ve davarları da
dağılmıştı. İşte bu sırada
dağ tarafında bir ateş görmüş ve ailesine; Siz
şurada durun, ben bir ateş gördüm, belki size ondan bir kor
getiririm. Veya ateşin yanında bu yol gösteren bulurum "
dedi (10). Ateşin yanına gelince de şöyle bir ses işitti:
"Ey Musa! Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar.
Çünkü sen mukaddes vadi, Tuva'dasın" (12). Bu ateş nûr
halinde "Avsec" veya "Musa ağacı" denilen
dikenli bir ağaçtan parıldıyordu. Hz. Musa'nın o
sırada en çok muhtaç olduğu ateş veya yollarını
gösterecek bir rehber böyle bir tecelliye neden olmuştur. Çünkü
başka türlü bir tecelli onun bu derece dikkatini çekmeyebilirdi.

Cenabı Hak işte burada Hz. Musa'ya, onu
peygamber olarak seçtiğini, kendisinden başka hiçbir ilâh
bulunmadığını, yalnız kendisine kulluk edip namaz
kılmasını, kıyametin mutlaka
kopacağını, hesaplaşmanın meydana geleceği o
günün ne zaman olacağını açıklayacağı
zamanın geldiğini ve kıyamet gününe inanmayanların
etkisi altında kalınmaması gerektiğini vahyetti
(13-16).

Bundan sonra Hz. Musa'ya verilen iki mucizeden söz
edilir. Yere bırakılınca ejderha halini alan asa (baston)
ve elini koynuna sokup çıkarınca elin bembeyaz olması.
O'nun bu mucizelerle Mısır'a dönüp Firavun'un dine çağırması
istenir. Bunun üzerine Hz. Musa şöyle dua eder: "Rabbim, göğsüme
genişlik ver. Tebliği işimi kolaylaştırır.
Dilimin düğümünü çöz ki insanlar sözümü iyi anlasınlar"
(25-28).

Ayrıca kardeşi Harun'a peygamberlik vazifesi
verilerek birlikte bu ağır görevin yürütülmesini istedi.
Böylece Allah'ı çokça tesbih ve çok zikretme imkânlarının
doğacağını bildirdi. Hz. Musa'nın bu niyazı
kabul edildi. Bu arada yüce Allah O'na daha önceki lütuflarından
da söz eder. Bu lütuf ve ikramlar şunlardır: a- Küçüklüğünde
annesine önemli hususlarda ilham edilmesi, b- Nil nehrinde salınan
sepetin Firavun hanedanına intikali ve Musa'nın sevimli bir
çocuk kılınması, c- Süt emzirme nedeniyle yeniden öz
anneye kavuşturulması, d- İstemeyerek ölümüne neden olduğu
katl olayından ötürü endişe ve gamdan kurtarılması,
e- En önemlisi de peygamber olarak seçilmesi (37-41).

Bundan sonra Hz. Musa ve Harun'a, azmış olan
Firavun'a gidip yumuşak sözlerle tebliğ yapmaları
bildirilir. Firavun'un kendilerine karşı sert tepki göstereceğinden
korktuklarını bildirince de Cenab-ı Hak Firavun'a şöyle
hitap etmelerini ister: Şüphesiz biz, Rabbinin peygamberiyiz.
Bizimle İsrailoğullarını salıver. Onlara
işkence etme. Biz sana Rabbinden bir mucize ile geldik. Selâm
hidayete uyanlara" (47).

Hz. Musa bundan sonra Firavun'a yüce Allah'ın
yaratıcı tek güç olduğunu, yeryüzünü ve gökleri O'nun
yarattığını, yağmur, bitki, hayvan vb. nimetlerin
Allah tarafından bahşedildiğini, insanın
aslının toprak olduğunu, yine ona döneceğini ve
öldükten sonra da yeniden diriltileceğini açıkladı ve
mucizeleri gösterdi. Ancak Firavun bunları yalanladı ve şöyle
dedi: "Sihirinle bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin ey
Musa?" (57)

Firavun gösterilen mucizeleri sihirle karıştırınca
kendi sihirbazlarının Musa'yı yenebileceğini düşündü
ve Hz. Musa'yı müsabakaya çağırdı.
İnsanların toplu bulunabileceği bir zaman belirlenerek
Firavun en becerikli sihirbazları topladı.

Sihirbazlar önce iplerini ve değneklerini yere
attılar. Bunlar içleri cıva gibi sıcakta genleşen
sıvı ile dolu şeylerde ve sıcak zeminde büyük bir
hareket gösterdiler. Musa (a.s) da elindeki asa'yı atınca
ejderha oldu ve sihirbazların tüm sihir aletlerini yuttu. Asa eski
haline gelince de ortalıkta sihirbazlara ait bir eşya
kalmamıştı. Olayı ibretle seyreden sihirbazlar bunun
basit bir sihir ve göz boyama olayı olamayacağını
anlamakta gecikmediler ve secdeye kapanarak şöyle dediler:

"Biz Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik?
(70).

Firavun sihirbazların iman etmelerine çok kızdı,
ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesip, kendilerini hurma
dallarına asacağını bildirdi. Onlar şöyle cevap
verdiler: Biz seni, bize gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana
tercih edemeyiz. Sen istediğini yap. Sen ancak bu dünya hayatına
hükmedebilirsin. Şüphesiz biz Rabbimize iman ettik. Böylece geçmiş
günahlarımızı ve bize zorla
yaptırdığın sihri bağışlasın.
Allah'ın mükâfatı daha hayırlı ve daha
devamlıdır." (71-73).

Bu arada kıptîlerin bir grubu; "Musa'ya
niçin bu kadar fırsat veriliyor? Halkın zihni
karışıyor, O, halkı isyana teşvik ediyor"
deyip Firavun'u tahrik ettiler. İsrailoğullarının bütün
boyları Hz. Musa'nın isteğine uyarak Mısır'ı
terkedecek şekilde birleşmişti. Önce buna Firavunda izin
vermişti, fakat sonradan pişman oldu. Hz. Musa bir zaman
belirleyerek geceleyin onları Mısır'dan çıkardı
ve Süveyş denizinin kenarına götürdü. Firavun bunu duyunca
hemen askerini toplayarak arkalarından yetişti. Musa (a.s)
asası ile denize vurdu, deniz yarıldı, on iki yol açıldı.
On iki boyun her biri bir yoldan gitti. Firavun da askeriyle onları
izleyip denize girdi, sonra deniz kapanınca Firavun ve askerleri suda
boğuldu.

Bundan sonra Musa (a.s) kavmi ile Ken'an eline yöneldi.
O zaman bu ülkenin en büyük şehirleri Eriha, Nablus ve Kudüs idi.
Eriha Amalikalılardan bir takım zorbaların elinde olup,
onları oradan savaşarak çıkarmak gerekiyordu.
İsrailoğulları; "Biz bu zorbalarla
savaşamayız" deyip geri çekilince, Hz. Musa kendilerine
beddua etti. bu yüzden "Tîh" sahrasına düştüler ve
kırk yıl orada dolaştılar.

Bu arada Hz. Musa kendisine semavî bir kitap verilmek
üzere Tur dağına çağırıldı. O,
kardeşi Harun'u yerine vekil bıraktı. Kırk gün Tur'da
yalnız başına ibadet edip aracısız olarak
Rabbinin kelâmını işitti. İşte o sırada
kendisine Tevrat indi.

İsrailoğulları Mısır'da iken
kıptîlerden bayram günü için eğreti olarak altın
zinetler almış, bunları yerlerine vermeden
ansızın Mısır'dan ayrılmışlardı. Tîh
sahrasında köy ve kasaba olmadığından altın ve gümüşün
değeri yoktu ve gereksiz yük teşkil ediyordu. Samirî adlı
bir kuyumcu, sanatkâr bir münafık bütün altın zinetleri
ateş yanan bir çukura attırarak eritti ve içinden rüzgar
geçince ses çıkaran bir buzağı imal etti.
Mısır'da bu gibi heykel İlâhlara aşina olan bu
topluluğa buzağıyı İlâh olarak tanıtan Sâmirî,
Musa'nın Tur dağına bu İlâhı aramak için gittiğini
bildirdi. İsrailoğulları Hz. Hurun'u da dinlemediler ve
buzağıya tapmaya başladılar.

Hz. Musa Tur dağından gelince onlara
buzağıyı İlâh olarak tanıtan Sâmirî'yi gördü
ve çok kızdı. Sâmirî'yi lânetledi ve buzağıyı
yaktıktan sonra denize attı. Harun'a da niçin bunları
engellemediğini sordu. Harun (a.s) kendisini dinlemediklerini
belirtti. Buzağıya tapanlar da pişman oldular ve Musa (a.s)
Tevrat'ı ortaya koydu, böylece israiloğulları
Tevrat'ın hükümleriyle amel etmeye başladılar.
İsrailoğullarından yeni gelen nesiller savaşçı
oldu ve Şerîa nehrinin doğusunu ele geçirdiler. Daha önce
Harun (a.s) vefat etmişti. Hz. Musa'da kendi yerine Yusuf
(a.s)'ın oğlu Efrayim'in soyundan Yuşa adındaki
zatı yerine halife tayin etti ve kendisi vefat etti (Ahmet Cevdet
Paşa, Peygamberlerin Kıssaları ve Halifelerin Tarihleri,
Sad: Ali Arslan, İstanbul, 1977, I, 21 vd).

3-) Hz. Peygamber'e kutsal bir kitap verildiği açıklanmaktadır:

"İşte böylece Biz sana geçmişlerin
haberlerinin bir bölümünü anlatıyoruz. Şüphesiz Biz sana
nezdimizden bir kitap verdik" (99).

Devamı ayetlerde; kim Kur'an'dan yüz çevirirse,
onun kıyamet gününde ağır bir yük yükleneceği,
sur'a üfürülünce suçluların mosmor kesilip ve gözleri yuvalarından
fırlamış gibi haşredileceği belirtilir.
Kıyametin dehşetinden o gün onlar dünya hayatının on
gün veya bir gün gibi kısa bir hayattan ibaret olduğunu söylerler,
O gün dağların toz duman edilip savrulacağı ve
yerlerinin dümdüz kalacağı belirtilir. Rahman olan
Allah'ın huzurunda o gün herkesin sesinin kesileceği, ancak
fısıltı ile konuşacakları, Allah'ın izin
verdiğinden başkasının şefaat edemeyeceği
bildirilir. Bütün yüzlerin "diri (hayy)" ve boyun eğeceği
ve zulüm yüklenenin perişan olacağı vurgulanır.

Kur'an'ın Arapça olarak indiği ve onda çeşitli
uslüpların kullanıldığı, onun insanlara bir
hatırlatma olduğu ve vahyedilirken henüz bitmeden okumada acele
etmemesi Hz. Peygamber'e bildirilir. Cenabı Hakk'a şöyle dua
etmesi istenir: "Ey Rabbim, benim ilmimi artır" (114).

4-) Hz. Âdem'in yaratılışı ve
Cennetten Çıkarılması:

Yüce Allah Âdem'i ve Havva'yı yaratmış
ve onları cennet hayatına başlatmıştı. Çeşitli
nimet ve lezzetler serbest bırakılmışken bir
ağacın meyvesinden yemeleri yasaklanmıştı. Fakat
onlar bu ağaçtan yemişlerdi. Ancak Âdem'i Cenab-ı Hak
hatada ısrarlı görmemişti.

Âdem'e secde etmesi istenince melekler secde etmiş,
Şeytan ise secde etmeyip diretmişti. "Şeytan Âdem'e
vesvese vererek; Ey Âdem, sana edeblik ağacını ve yok
olmayan bir mülkü göstereyim mi?? (120) demişti. Âdem ve Havva
yasak yemişten yenince avret yerleri açılmıştı.
Böylece Âdem (a.s) peygamber olmazdan önce Rabbine karşı günahkâr
olmuş ve cennet nimetlerinden mahrum kalmıştı.

Sonra Allah Teâlâ Âdem'i peygamber seçti, tevbesini
kabul ederek, doğru yolu gösterdi. Ancak bu ilk iki insanı da
yeryüzüne indirerek sıkı bir imtihan, çalışma,
meşakkat, rızık arama, kıskançlık vb.
zorluklarla dolu, şeytan ve nefsin tuzak ve hileleriyle yüklü bir
ortama saldı. Artık doğru yola gidene ne sapıklık
ve ne de sıkıntı olmayacağı, ancak Kur'an'dan yüz
çevirene zor ve sıkıntılı bir hayatın söz
konusu olacağı, böylelerinin kıyamet günü ve kör olarak
haşredileceği belirtilir. Kör haşredilmesinin nedenini
sorana şöyle cevap verileceği bildirilir: "İşte
böyle, cezan budur. Sana dünyada ayetlerimiz gelmişti de sen
onları unutmuştur. İşte bugün de sen
unutuluyorsun" (126).

İşte geçmiş peygamberlerin ve
ümmetlerinin yaşadığı bu gibi ibretli olaylardan bu
İslâm ümmeti de ders almalı yüce Allah'ın emir ve
yasaklarına uymada gevşeklik göstermemelidir. Günün belirli
vakitlerinde ve gecenin bir bölümünde yapılacak ibadet, tesbih ve
zikirle Rabbinin rızasını kazanmaya çalışmalıdır.
Küfür ehlinden bazılarına verilen dünya süsü, servet ve
varlık mümini özendirmemeli, o meşru yoldan elde edilecek
hayırlı rızka talip olmalıdır.

Aile fertlerine namazı emretme ve aile reisinin
kendisinin de namaza devamı istenmektedir (132).

Sûre şu ayetle son bulmaktadır: "Ey
Muhammed! Sen o inatçılara şöyle de: Herkes âkıbetini
beklemektedir. Siz de bekleyin. Yakında kimin doğru yolun
yolcusu olduğunu ve kimin de hidayete erdiğini
bileceksiniz"

Hamdi DÖNDÜREN


Konular