Şamil | Kategoriler | Konular

Tabu

TABU

Polinezya dilinde işaretlenmiş, tayin
edilmiş, Dinler tarihi ve sosyolojide, kutsallığı
nedeniyle dokunulmaması gereken şey, söylenmesi yasak edilmiş
söz, yapılması istenmeyen fiil, bir şeyin tabiat üstü
kudreti.

"Tabu" terimi her ne kadar Polinezya dilinden
geliyor ve Polinezyalılara özgü bir mânâ taşıyorsa da,
bu deyimin ifade ettiği "dinî yasak" inancı genel bir
anlam dile getirmekte ve bütün animist toplumlardan ortak izler taşımaktadır.
Bazı sosyolog ve dinler tarihçilerine göre, dinlerdeki yasakların
kaynağı tabuda aranmalıdır. Tabu kelimesi, Havai'de
kapu, Mikronezya'da tambu, taboo şeklinde kullanılmaktadır.

İslâm dışındaki dinlerde müşahade
edilen dinî yasaklar, genellikle mukaddes olan mefhum ve eşyaya
saygı ile korku temeline dayanır. E. Durkheim'e göre tabu
mukaddes olanla mukaddes olmayan iki ayrı dünya meydana getirir ve
bu iki dünyanın arasına bir sınır koyar. Bazı
dini törenlerin gayesi bu iki dünyanın birbirine
karışmasını önlemektir. Bu tür ibadet, inançlılara
falan veya filan faaliyetin yapılmasını emretmez, aksine
yapılmamasını emreder. Tabuluk
bulaşıcıdır. Tabu sayılan kişinin (kral, râhip,
büyücü, hasta, lohusa vb.) ayagının bastığı
toprak da tabu kabul edilir. Çiğnenmiş bir tabu, günah işleme
muamelesine tâbidir ve çoğunlukla ilâhî ceza sayılan bir kefâret
âyinini gerektirir.

Tabu konusunda, etnografya bilginleri, "Dini
törenlerin birtakım tabulardan, yasak veya haramlardan meydana
geldiği" görüşünü savunurlar. Tabunun mana, totem ve
totemizmle yakın ilgisi vardır. Tabu, gücünü ruhtan ve
ilâhtan almaktadır.

Dinler tarihçileriyle sosyologlara göre tabunun en
güzel ve çarpıcı örneklerini Avustralya kabilelerinde görmek
mümkündür. Bunlar da beş grupta toplanabilir: 1- Dokunma ile
ilgili tabular (dinî hayata girmemiş olanların mukaddes
eşyalara dokunmamaları), 2- Görme ile ilgili tabular (kadınların
ibadet için kullanılan araç ve gereçleri hayatları boyunca görememeleri),
3- Sözle ilgili tabular (din hayata katılması kabul edilen
kişilerin, dinî töreni idare edenlerle konuşmasının
yasak olusu), 4- İşitme ile ilgili yasaklar (din
şarkıların kadınlarca işitilmesinin yasak
oluşu), 5-Mukaddesle mukaddes olmayanın birbirine
karıştırılmasıyla ilgili tabular (bazı din törenlerin
çıplak olarak yapılması ve kutsal olmayan elbiselerin çıkarılması).

Bu tabu anlayışını iki ana noktada
toplamak mümkündür: 1. Mukaddesle mukaddes olmayanın aynı
yerde bulunmalarının imkânsızlığı (Mâbet
ihtiyacı buradan kaynaklanmıştır), 2. Mukaddesle
mukaddes olmayanın aynı zamanda bulunmasının imkânsızlığı
(Bayram ihtiyacı da buradan kaynaklanmıştır).

Genellikle kabul edildiğine göre, tabu inancının
temel özelliğini ilk tesbit eden sosyal bilimci J. Cook
olmuştur. O, Tongo adasında, 1777 yılında yerli
kabileler arasında yaptığı incelemelerde, daha
sonraları tabu olarak nitelendirilen inanç motiflerini yakalamıştır.
Bazı etnograflara göre tabu inancında geçici ve daima olmak
üzere iki ana unsur mevcuttur. Sosyologların genellikle kabul
ettiklerine göre "tabu"nun anamizm, dinanizm ve mana
terimleriyle, muhteva ve inanç acısından sıkı bir
ilgisi vardır (O. Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü,
İstanbul 1975, s. 606).

Tabu, tabiatüstü, tehlikeli bir kudrete sahip olduğu
için ona dokunulmaz. Tabuya yaklaşmak için önceden uzun bir hazırlık
âyini yapmak gerekmektedir. İlkel kabile topluluklarının
inancına göre tabulu sayılan eşyadan sakınmak ve
tabulu olan işi yapmamak lâzımdır. Bir eşya veya
kişinin tabulu olabilmesi için kutsal olması gerekmez (Ş.
Sâmi, Kâmûsu'l-A'lâm, İstanbul 1308, III, 1604). Murdar ve pis
sayılan kişi veya maddeler de tabu olabilir. Nitekim lohusa
âdeti gören kadınlar, yeni doğmuş çocuklar pis sayıldıkları
halde tabulu olabilirler.

Bazı dinler tarihçilerine göre Yahudilikteki
cumartesine mahsus yasaklar (ateş yakmamak, et ile sütü birlikte
yememek) ile Hristiyanlıktaki bazı inançlar (ikonalara, bazı
putlara, heykellere dokunmamak, Hz. İsa'nın ölüm günü diye
inanılan cuma gününde et yememek, vb.) tabudan kaynaklanmaktadır.
Aynı şekilde Hindistan'daki kutsal sayılan eşyaya
yalnız râhipler ve din görevlilerinin dokunabilmesi de kaynak
itibariyle tabu inancına dayanmaktadır.

Burada antropolog, din tarihçisi, etnolog ve din
fenemenologlarından bazılarının, ilkel kabile
topluluklarında, karışık bir sosyal olay olarak
tabuyu, dinin kaynağı saymalarının doğru
olmayacağını özellikle belirtmek lâzımdır.
Çünkü tabu inancı her kabileye göre değişiklik
arzetmektedir. Bu bakımdan, mutlaka her klânın bir totem ve
tabu inancının bulunması iddiası, hâlâ tartışmalı
bir konudur.

Osman CİLACI


Konular