Şamil | Kategoriler | Konular

Tabiun

TÂBİÛN

Hz. Muhammed (s.a.s)'in sahabilerinin devrine yetişen,
onları gören, imân sahibi olduğu halde onlarla beraber bulunan
ve imân üzere vefât eden kişiler, sahabeden hadis nakledenler.

Arapça bir kelime olan tâbiûn, "tebi-e"
fiilinden gelmektedir. Bu fiil, birinin izinde yürümek, ona tabi olmak,
beraberinde bulunmak, cemâatın namazda imama tabi olması gibi
manaları ifâde eder. Bu fiilden ismi faili, "tâbiun" dur.
Sonuna nisbet ya'sı bitişince, "tabiî" olur. Bunun
çoğulu da, "tâbiûn" dur. Kelime olarak Türkçe karşılığı;
uyanlar, tabi olanlar demektir. Dinî anlamda da, Hz. Muhammed (s.a.s)'in
sahabilerine tabi olan, onları takib eden nesil için kullanılır.
Arap gramerine göre, tâbiûn kelimesi ref' halindedir, yani ötreli
okunma durumundadır. Bunun nasb ve cer (kesreli ve fethalı)
okunma hali ise, "tâbin"dir. Buna göre "tâbiûn" ve
"tâbin", aynı anlamda olan iki kelimedir.

Müslüman bir kişinin Tâbiûn'dan sayılabilmesi
için, Sahabileri gördüğünde, görüp işittiğini
hafızasında tutabilecek bir yaşta olması gerekir.

Tâbiûn, İslâmın ikinci neslinden
oluşmaktadır. Onlardan sonra gelen nesle de, "etbâu't-tâbiîn"
veya "tâbeu't-tâbiîn" denir.

İlk tabiînin kim olduğu hususunda alimlerin
farklı yorumları vardır. Bazı alimler, "Yalnız
bir sahabiyi gören kişi Tabiûndan sayılır"
demişler, diğer bazı alimler de, yalnız görmeyi, bir
araya gelmiş olmayı yeterli kabul etmemişlerdir. Onlara göre,
bir kişinin Tâbiûndan sayılabilmesi için, Sahabilerle
sohbette bulunmuş olması gerekir. Onun için Tabiûn'un başlangıcı
net bir şekilde tesbit edilmemiştir (Celâluddin es-Süyût,
Tedribu'r-Râv fi Şerhi Takribi'n-Nevev, Mısır 1379, s. 416
vd.).

Tâbiûn devri hicri 120 tarihlerine kadar devam etmiştir.
Tâbiûn devri, İslâm kültür hayatının son derece
gelişen ve parlak olan devridir. Siyâsi iktidar bakımından
bu dönem, Emevilerin hakimiyetine rastlar.

Sahâbilerin tabakaları hakkında olduğu
gibi, Tâbiûn'un tabakaları hakkında da alimlerin farklı
yorumları olmuştur. Herkes onları kendilerine göre farklı
bir şekilde tabakalara ayırmıştır. İmam Müslim,
Tabileri üç, İbn Sa'd dört, Hâkim de onbeş tabakaya
ayırmışlardır. Hâkim'e göre ilk tabaka, Aşere-i
Mübeşşere (Cennetle müjdelenen on sahabî)'yi görenlerdir.
Onlar da şu zatlardır: Kays b. Ebi Hazm el-Becelî, Ebu Osman
en-Nehdî, Kays b. Ubâd el-Kaysî, Ebu Sasan Hüseyn b. el-Münzir
er-Rekâsî, Ebu Vâil, Sakik b. Seleme el-Kufi, Ebu Recâ el-Utaridî.

Bunlar muhadremûndandırlar. Muhadremûn, hem
cahiliye döneminde ve hem de İslâm döneminde bulunduğu halde,
Hz. Muhammed (s.a.s) ile buluşamayan müslümanlara verilen bir
ünvandır. "Sahih" sahibi Müslim, bunların
sayısını yirmi olarak zikretmiştir.

Tâbiûn neslinin hadis rivâyetinde, Tefsirde, nahv'ın
gelişmesinde, fıkhî konuların oluşmasında ve
diğer çeşitli ilimlerde büyük hizmetleri olmuştur.
Hadislerin yazılması ve tasnif edilip konularına göre kısımlara
ayrılması onların öncülüğünde gelişmiştir.
Tabiûn neslinden hadis yazan çok kişi vardır. Bunların en
meşhurları İbn Şihâb ez-Zühr, Said İbnu'l-Müseyyeb,
Said b. Cübeyr, Hasan el-Basri, İbrâhim en-Nehai vb.dirler.

Tâbiûn neslinden fıkıh ilmi ile de
meşgul olan, bu sahada hizmeti geçen bir çok kişi vardır.
Medine'de, arkadaşları arasında fıkıh ilminde temâyüz
eden, ileri derecelere ulaşan yedi zat olmuştur ki, bunlara
"fukahâ-yı seb'â" adı verilir ve onlar da
şunlardır: Saîd b. el-Müseyyeb, Kasım b. Muhammed b. Ebi
Bekr es-Sıddîk, Urve b. ez-Zubeyr, Harice b. Zeyd b. Sabit, Ebu
Seleme b. Abdurrahman b. Avf, Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ûd ve Ebu Eyyûb
Süleyman b. Yesâr el-Hilâlî.

Sonradan fetvaları taklid edilen ve mezheb imâmı
olarak kabul edilen kişilerden yalnız Ebu Hanife, Tâbiûn
neslindendir. Diğer mezhep imâmları, daha sonraki
nesillerdendirler (Zeynuddin Ahmed b. Ahmed b. Abdullatif ez-Zebıdî,
Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, trc. Ahmed Naim,
Ankara 1970, Mukaddime, s. 30 vd.).

Tâbiûn zamanında tefsirde de büyük gelişmeler
kaydedilmiştir. Bu dönemdeki tefsir çalışmaları,
tefsirin ikinci dönemi olarak kabul edilmiştir.

Tâbiûn'un tefsirdeki görüşlerinin delil olarak
kabul edilip edilmemesi hususunda, alimlerin farklı görüşleri
vardır. Bazı alimler onların görüşlerini delil
olarak kabul ederken, diğer bazı alimler de, onların görüşlerini
delil olarak kabul etmemişlerdir.

Tâbiûn, döneminde Mekke, Medine ve Irak'ta tefsir
okulları gelişmiştir. Bu okullarda, Tâbiûn neslinden
büyük tefsir alimleri yetişmiştir. Bu alimlerden
bazıları şunlardır: Tâvus b. Keysn, İkrime, Atâ
b. Ebi Rabah, Zeyd b. Eslem, Alkame b. Kays, Mesrûk, Uveys b. Zeyd,
Mürre el-Hamedânî, Muhammed b. Ka'b el-Kurezî (Mahmud Hüseyn
ez-Zehebî, et-Tefsû ve'l-Mufessirûn, Lübnan 1976, 1, 99 vd.).

Diğer çeşitli ilim dalları da, Tâbiûn
döneminde gelişme kaydetmiştir. Bu ilim dallarında, büyük
ilim adamları yetişmiştir. Tâbiûn devri, bütün ilim
dalları için gelişme devri durumundadır.

Tâbiûn'un fazileti, Kur'an'a dayanmaktadır:

"Onlardan sonra gelenler derler ki: Rabb'imiz,
bizi ve bizde önce inanan kardeşlerimizi bağışla.
Kalplerimide inananlara karşı bir kin bırakma! Rabb'imiz,
sen çok şefkatli, çok merhametlisin!" (el-Haşr, 59/10).

Bu ayette, Tâbiûn'un güzel vasıfları dile
getirilmiştir. Onların dönemi, bu ayet nazil olduktan sonra
gelmiştir. Onların döneminden önce, Yüce Allah onlardan
överek bahsetmiştir.

Ayette ifâde edildiği gibi, insanlar
arasında ırk, mekân, vatan, kabile, renk gibi hiç bir ayırım
yapmadan, bütün imân ehli için dua etmişlerdir. Tâbiûn, tevhid,
imân ve inanç kervanı, duaları da imân duasıdır.
Onlar, ne şerefli bir kervan ve duaları, ne güzel bir duadır!
(Seyyid Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'an, Beyrut, tsz., XXVIII, 41 vd.).

Konu ile ilgili olan diğer bir ayetin meâli
şöyledir:

"Muhâcirlerden ve Ensârdan (İslâm'a
girmekte) ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar... Allah
onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı
olmuşlardır. (Allah) onlara, altlarından ırmaklar akan,
içinde ebed kalacakları cennetler hazırlamıştır.
İşte büyük kurtuluş budur" (et-Tevbe, 9/100).

Ayette geçen "tabi olanlar" ifâdesi,
müfessirler tarafından iki mana da yorumlanmıştır.
Birincisi, onları takib eden, onlardan sonra gelen Tâbiûn nesli
demektir. İkincisi ise, kıyâmet gününe kadar din, imân,
ahlak ve takvada onlara tabi olan insanlar olarak kabul edilmiştir (el-Kâd
Beydâv, Envaru't-Tenzil ve Esraru't-Te'vl, Mısır 1955, I, 207;
Muhammed Ali es-Sâbûnı, Safvetu't-Tefâsir, İstanbul 1987, I,
559)

Hz. Muhammed (s.a.s) de, çeşitli hadislerde Tâbiûn'u
övmüş, methetmiştir:

"Ne mutlu beni görüp imân edene! Ne mutlu beni
göreni görene!.." (Ahmed b. Hanbel, V, 248, 257, 264),

"Ümmetimin en hayırlıları, benim
zamanımda yaşayan Sahabelerdir. Ondan sonra, onlardan sonra
gelen nesildir ve ondan sonra hayırlı olanlar da, onlardan
sonraki nesildir" (Buhârî, Fedâilu's-Sahabe, I, Rikâk, 7).

Tâbiûn'un son tabakasını, en son ölen
Sahabeyi görenler oluşturmuştur. Buna göre son tabi, Mekke'de
Ebu'tTufeyl mir b. Vasile'yi gören Halef b. Halifedir. Halef'in
ölümüyle Tâbiûn'un sona erdiği kabul edilir.

Nureddin TURGAY


Konular